Alman medyasının aslî işi:İslam’a, Türk’e ve Türkiye’ye saldırmak

Alman medyasının İslam ve Türklere karşı saldırgan tutumu, AK Parti iktidarları döneminde, özellikle de 2009’dan itibaren Türkiye’yi ilgilendiren yorumların genellikle olumsuz veya taraflı yorumlar olduğu açıkça görülür.
Alman medyasının İslam ve Türklere karşı saldırgan tutumu, AK Parti iktidarları döneminde, özellikle de 2009’dan itibaren Türkiye’yi ilgilendiren yorumların genellikle olumsuz veya taraflı yorumlar olduğu açıkça görülür.

Medyanın sıklıkla psikolojik harp malzemesi olarak da kullanıldığını herkes biliyor. Medya, haber ve yorumların vurgulanış biçimiyle, kullandığı ve atladığı (kullanmadığı) dil, kavram, başlık, resim, haber ile belirlediği konulara değişik ağırlık ve yön verebilme gücüne sahiptir.

2013 Gezi hâdiselerinde birçok sözde müttefik ve dost ülke basınının kullandığı ortak dil şüphesiz dikkat çekiydi. Taksim-Gezi kalkışmasında taş, korku, cop, şiddet, polis, orantısız güç, mermi, gaz, maske, göz yaşarması, yaralı, ölü, Talcid ilacı, eylem, ayaklanma, protesto, yürüyüş, gösteri, kör kurşun, otoriter, despot, diktatör, ateş, cam, şişe, molotof, işkence, direniş, ağaç, doğa katliamı, devrim, özgürlük, barış, fikir hürriyeti, demokrasi, silahsız öğrenciler, masum gençler, doktor, otel, çadır gibi kavramlarla bir yandan ülkede güya bir kaosun yaşandığı ve ülkenin sözde bir diktatörlüğe doğru gittiği algısı yaratılmak istenmiş, diğer yandan ise bununla mücadele etmek için yollara düşen sözde barışçı, özgürlükçü, sakin ve günahsız halkın bulunduğu algısı oluşturulmaya çalışılmıştır.

Bu süreçte Almanya medyasında yer alan haberlerin başlıklarının bazıları şöyleydi:

  • ■ Alarm derecesi Erdoğan! (Alarmstufe Erdoğan!)
  • ■ Erdoğan ne istiyor? (Taksimi) Boşaltmak, Öç Almak, Halk Oylaması? (Was will Erdoğan? Räumung, Rache, Referendum?)
  • ■ Bibergazı-tüfekleri silah gibi kullanıldı (Tränengas-Gewehre wie Waffen eingesetzt)
  • ■AKP erken seçimi reddetti, Protestolar devam ediyor (AKP schließt Neuwahlen aus – A Proteste gehen weiter)
  • ■ Türkiye’de ayaklanma: Polis göstericilere karşı biber gazı kullanıyor (Aufstand in der Türkei: Polizei setzt Tränengas gegen Demonstranten in Ankara ein)
  • ■ Taksim Meydanında Yüzlerce Yaralı (Hunderte Verletzte auf dem Taksim-Platz)

Bu kullanılan kodlama metodu ve başlıklar ile insanların haberin içeriğini okumalarına bile gerek kalmadan bir algı oluşturmaktaydı. Ciddi fikir gazetelerinde ve haftalık dergilerde kullanılan bu başlıkların popülist ve kışkırtıcı bulvar medyasının kullandığı başlıklardan bir farkı bulunmaması dikkat çekiciydi. Bu haberleri okuyanların şuuraltına şunlar işleniyordu:

  • Türk halkı mevcut hükümetten memnun değil, Türkiye demokratik bir ülke olmaktan hızla çıkıyor, Türkiye bu gidişle AB üyesi olamaz, Arap baharından sonra Türk baharı yakın veya Türkiye’de turist ve yabancı yatırımcı güvende değil!

Türkiye ve Türklerle İlgili Klişeler

Türkiye ile yurtdışında yaşayan Türkler, ikamet ettikleri ülkelerin medyasında genellikle obje olarak ve asimetrik bir perspektiften değerlendirilir. “Türk misafir göçü” ile başlayan süreçten sonra yapılan Türkleri ilgilendiren sansasyon-kriminallik, şiddet, tehlike ve irtica içerikli haberler 80’li, 90’lı yıllarda oluşan Türk ve Türkiye düşmanlığının da temelini teşkil etmeyi başaracaktır.

  • Türkiye ile ilgili yapılan haberler, o dönemde aynı şekilde misafir işçi göndermiş olan Yunanistan, İtalya, İspanya ve diğer ülkeler ile kıyaslandığında durumun çok kötü olduğu görülür.

Tarihe geçen haberler incelendiğinde, Türkiye’nin ve Müslüman-Türk insanının göç ettikleri ülkelerdeki sözde öncü kültüre [Leitkultur] ve o ülkedeki diğer dinlere karşı bir tehdit olarak görüldüğüne rastlanabilmektedir. Birçok AB ülkesinde olduğu gibi, Alman medyasında çıkan veya Türkiye ile ilgili kaleme alınan haberler ve televizyon için hazırlanan VTR’ler çoğu kez açık ve üstü kapalı yorum ile birlikte verilmektedir. Kullanılan haberlerin sadece az bir kısmı yorumsuz paylaşılmaktadır.

  • AK Parti iktidarları döneminde, özellikle de 2009’dan itibaren Türkiye’yi ilgilendiren yorumların genellikle olumsuz veya taraflı yorumlar olduğu açıkça görülür.

Haberlerde hâdiselerin gelişimine ilişkin arka plan bilgisi yetersiz, sathî ve çoğu zaman yönlendiricidir. Türkiye’nin lehinde olabilecek sosyo-kültürel içerikli haberler ise neredeyse yok denecek kadar az rastlanır.

Medya Psikolojik Harp Aracı

Medyanın sıklıkla psikolojik harp malzemesi olarak da kullanıldığını herkes biliyor. 11 Eylül saldırıları bu konuda en sık verilen örneklerden biridir. Kaçırılan bir uçağın ikiz kulelere çarpma anı görsel basında kalıcı bir algının yaratılması için nasıl kullanıldığı üniversitelerde ve okullarda birçok derse ve konferansa konu olmuştur.

Medya, ‘agenda setting’ ve ‘agenda building’ adı verilen ‘gündem belirleme’ ve ‘gündem oluşturma’ işlevi ile insanların ve böylelikle de siyasetçilerin ne düşüneceğini belirlemese bile, hangi konular hakkında düşüneceğine dair büyük güç ve etkiye sahip olduğunu da hepimiz biliyoruz.

Uzmanlar buna kontrol hipotezi adını vermişlerdir. Yani medya insanların hangi konular ile ilgileneceğine dair karar verebilme gücüne sahiptir. Medya bir veya birçok konuyu belirledikten sonra kamuoyu ve siyasetin gündemine getirerek tartışmaya açar.

Medya, haber ve yorumların vurgulanış biçimiyle, kullandığı ve atladığı (kullanmadığı) dil, kavram, başlık, resim, haber ile belirlediği konulara değişik ağırlık ve yön verebilme gücüne sahiptir.

Mesela mültecilik konusunda Avrupa Birliği sınırlarına akın eden göçmenlerin haberlere yansıması, AB ülkelerindeki bazı mülteci yurtlarında yaşanan kavgalar ve bunun İslam dini ile bağdaştırılması, haberlerde özellikle başörtülü kadın resimlerinin servis edilmesi ile mültecilik sorununun aslında bir “İslam sorunu” olduğu algısı oluşturulmaya çalışıldığı ayan beyan ortada.

Bunu güçlendirici örnekler vermek gerekirse:

  • ■ İslamcılar sığınmacı yurtlarında Hristiyanları tehdit ediyor (Islamisten bedrohen Christen in Flüchtlingsheimen) - https://www.kisa.link/N0LE
  • ■ Almanya’da Şeriat: Müslümanlar mülteci yurtlarında Hristiyanlara saldırıyor (Scharia in Deutschland: Moslems attackieren Christen in Asyl-Heimen) - https://www.kisa.link/N0LF
  • ■ Siyasetçiler Hristiyan ve Müslümanları ayrı ayrı yerleştirmek istiyor (Flüchtlingsheime in Deutschland: Politiker wollen Christen und Muslime getrennt unterbringen [Almanya’da mülteci yurtları) - https://www.kisa.link/N0LH
  • ■ Mülteciler: Öğretmen Müslümanlar ile cinsel ilişkiye girilmemesi yönünde ikaz ediyor (Flüchtlinge: Lehrer warnt vor Sex mit Muslimen) - https://www.kisa.link/N0LJ

Bu haberler ile AB ülkelerinin birçoğuna Müslüman akımının yaşandığı ve bunun gelecekte Hristiyan ve Müslümanlar arasında büyük sorunlar getireceğine dikkat çekmektedir. Medya seleksiyon (konu seçme) ve konu oluşturmada öncü rol üstleniyor.

Haberin kamuoyunun tartışmasına açılması, gündeme gelmesi ve dikkate alınması sonrası, medya konuyu yoğunlaştırıp, detaylandırarak ve sıklaştırarak siyaset nezdinde öncelik kazanmasını sağlayabilir ve bunu sıklıkla yapar.

  • Dikkat çeken bir diğer husus ise, bulvar medyası ve bazı popüler haftalık dergilerin zaman zaman aşırı sağcıların veya sağ popülist partilerin yerini aldığı ve bu şekilde topluma zehir saçmalarıdır.

Alman basınının algı yönetimi konjonktürel, asimetrik ve çoğu zaman da ne yazık ki, yıkıcı bir iletişim biçimi üzerine kurulu olduğu ortadadır. Uzun vadeli, yapısal ve aynı zamanda da yapıcı bir dil ve algının Türkiye-Almanya ilişkilerine daha fazla katkılar sunacağında şüphe yoktur. Karşılıklı ortak çıkarlara, işbirliği ve stratejik ortaklığa daha uygun bir algı yönetimi iki ülke menfaatlerine de katkılar sağlayacaktır. Ama Alman medyası bunun önündeki en büyük engellerden biri.