Cemal Süreya şiirinde tahkiye


Kendine mahsus dil kullanımı, bir şairi öteki insanlardan, hatta başka şairlerden ayıran yön. Okura düşen de, şairin dili kullanırken uyguladığı ‘kodlamayı’ kavraması ve tersine bir işlemle bir ‘kod çözme’ye başvurması mesuliyeti.
Kendine mahsus dil kullanımı, bir şairi öteki insanlardan, hatta başka şairlerden ayıran yön. Okura düşen de, şairin dili kullanırken uyguladığı ‘kodlamayı’ kavraması ve tersine bir işlemle bir ‘kod çözme’ye başvurması mesuliyeti.

Hiç şüphesiz dünyanın en büyük şiirlerinden biri durumundaki Türk şiiri, bir asırdır can çekişmekte. Mevcudiyetini yasladığı dili elinden alınmış bir cemiyetten başka ne beklenebilirdi ki zaten! Bitkisel hayattaki Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, müteşair ordusuna nispetle gene de takdir edilesi birkaç şaire sahip; şükür ki. Kanaatimce Cemal Süreya o birkaç şaire ayrılmış has odanın dışında. Ama o odanın kapısına kadar gelebilmek az iş mi?

Cemal Süreya’nın şiirlerinde görülen, günlük dilden alındığı hâlde farklı bir tarz ve hissiyatla kullanılmış kelimelerden müteşekkil yapı özelliği, seçilen üç şiir için de cari. Süreya, mesela Ece Ayhan gibi günlük dilde pek kullanılmayan kelimelere başvurma, hem de çok değişik anlamlar yükleyerek kullanma yolunu seçmez. Herkesin kullandığı kelimeleri değişik benzetmelerle bezeyerek, alışılmadık bir tarzda yanyana getirerek okuruna sunar. O yüzden de şiir dili okurunu, anlama çabaları içinde şiirle cebelleşmek yerine, anlatılan lirik atmosferle etkileme amacını güder. Bu durum, seçilen şiirler arasında en rahat “Az Yaşadıksa da” adlı şiirde görülebilir:

  • Ben kibriti çaktığım zaman
  • Her şey kırmızıydı yüzün olarak

Cemal Süreya’nın bu mısralarında anlaşılmayacak hiçbir yan yoktur çünkü burada yer alan bütün öğeler günlük dilden alınmış ve günlük dildeki yapı-bağlam ilişkisi içerisinde kullanılmıştır. Buna karşın, mısralar okunduğunda zihinde oluşan hayalin etki yoğunluğu günlük dildekinden farklıdır. Bunun sebebi, şiirin içindeki söz öğelerinin, ses ve anlam gücü yüksek işaretlere dayanması. Bu işaretlerin hem tercihi, hem de terkibi ifadesi, Cemal Süreya şiirini, dilin kullanım türlerinden biri olarak değil, neredeyse bütün dil imkânlarının tezahüre sıvandığı bir meydan hâline getirir.

Ben sigaramı yaktığım zaman

Çünkü her sigara bir kelimedir

Yukarıdaki mısralarda etkileyici bir hayalin tasavvuruna imkân sağlayan yönlerden biri de, şiirde pek sıkça başvurulmayan mantıki tarifin yer alışı. Fakat bu tarif, yine bütünüyle mantık kurallarına uyan, bu kuralları gözeten bir yapıda değil, şairane bir tarz arzeder. Bu yüzden iki mısra arasında kurallı bir bağ aramak gerekmez. Zaten şairin gayesi de işe yarayacak, özdeyiş olacak güzel, anlamlı ve bütünlüklü bir söz söylemek değil, yaratıcı bir benzetmeyle çarpıcı bir etki uyandırmak değil mi?

Hikâye şiire dâhil mi?

Şair bu şiirinde günlük kullanımda yer almayan hiçbir kelimeye yer vermediği hâlde, gerek kimi mısralardaki ifade kalıplarını, (Çünkü her yüz... ; Çünkü her sigara... ) kullanılan zamanı (...çaktığım zaman; ...yaktığım zaman) ve cümle yapısını, (Bu şiirin her dizesindeki cümle yapısı birden çok kullanılmıştır.) kimileyin de bütün bir dizeyi (Ben kibriti çaktığım zaman) tekrar ederek, alışılmadık, beklenmedik bir etki gücü uyandırır. Modern Türk şiirinin en başta gelen özelliklerinden biri sayılan ve Melih Cevdet Anday’ın “düzyazıdan yakasını kurtarmış olmak” diye adlandırdığı durum, Cemal Süreya’nın şiirlerinin mühim bir kısmında görülen bir husus değildir. Bunun başlıca sebebi, Cemal Süreya şiirinde tahkiyenin (narrativite, anlatısallık) temel bir özellik olarak yer alması.

Cemal Süreya şiiri, Türk şiirinin önemli yönlerinden birini teşkil edecek miktarda tahkiyeci de sayılmamalı.
Cemal Süreya şiiri, Türk şiirinin önemli yönlerinden birini teşkil edecek miktarda tahkiyeci de sayılmamalı.

Gerçi Cemal Süreya şiiri, Türk şiirinin önemli yönlerinden birini teşkil edecek miktarda tahkiyeci de sayılmamalı. Attila İlhan gibi birçok Türk şairinde hâkim bir rol oynayan tahkiye havası, Cemal Süreya’da biraz daha mahirane bir edayla öteki öğeleriyle birlikte şiire yedirilmiş bir tarzda işlenir fakat buna rağmen bu zaaftan bütünüyle arınmış değildir. Fakat bu hava, Cemal Süreya şiirini düzyazıya da yaklaştırmaz. Zaten düzyazı ile şiiri, ses veya düşünce özü bakımından yahut düşünme yapısı açısından değil, dil manzumesinin öğeleri arasında kurulu has ve hususi bağlantılar yardımıyla birbirinden ayırırız. Bu ayrımda da fikri öğelerin varlığına değil, ‘gösteren’ ile ‘gösterilen’ arasında kurulan özel bağlantı tipinin varlığına ve özgünlüğüne başvururuz.

Tahkiye havasına rağmen Cemal Süreya şiirini düzyazıdan uzak tutan başka bir yön de, şairin şiirlerinde şiir dilinin bütün imkânlarını (kafiye, ses yinelemeleri, ölçü, ritim gibi) devreye sokarak yoğun bir düzeyde yakaladığı müzikalite. Bu yön seçtiğim şiirler arasında en kolaylıkla “Gül”de görülür:

  • Gülün tam ortasında ağlıyorum
  • Her akşam sokak ortasında öldükçe
  • Önümü arkamı bilmiyorum
  • Azaldığını duyup duyup karanlıkta
  • Şiir şairaneliği reddeder

Şair, hiçbir ‘şairanelik’ içermeyen bir anlatımla, son derece etkileyici bir his atmosferi tesisine yönelik yaratıcı bir dil kullanır. Dilbilimcilerin ‘dilin estetik işlevi’ dedikleri bu durum, şairde ‘açıklayıcı’ değil ‘etkileyici anlatım’ın başarıyla kullanılmasıyla ortaya çıkıyor. Bu anlatımın da katkısıyla okuyucu, şiirde bir hikâye yer alsa da, bu tahkiyenin bütünü değil, ancak bir kısmı aktarıldığı için, hikâyenin geri kalan bölümünü kendisi tamamlamak, şahsi yaratıcılığını devreye sokmak zorunda kalır.

Günlük dilin öğelerini kullandığı hâlde şairin yeni bileşimlerle o öğelere yüklediği yeni anlamlar anlaşılmaya çalışılmalı, ‘çağrıştırılan’ tasavvurlar kavranmalı, böylelikle de şairin maksudundaki tahassüse yakınlaşılmalıdır. Çünkü gündelik dilin rahat kullanımının gözlemlendiği düzyazı ile kendine mahsus tedai edasına bürülü şiir, sözvarlığının öğeleri arasında kurulan farklı bağlantılarla birbirlerinden ayrılır. Şiir, mantık tarafından biçimlenmiş düşünceleri, tanımlanmış kavramları ve basmakalıp duyguları değil, tanımlanmaya ihtiyaç hissetmeyeni hedefler.

Kendine mahsus dil

Saussure’ün ‘parole’, Chomsky’nin ‘performance’ tabiriyle adlandırdığı şahsi dil kullanımı, şairleri öteki fertlerden bütünüyle ayırmakta; yepyeni benzetmeler, değişik bağdaştırmalar, hiç kullanılmamış anlatım biçimleri, sese dayalı değişik kuruluşlar kurgulamaları sebebiyle şairler, aynı kelimelerle iş gördükleri hâlde günlük dilin içinden yeni bir anlatım kalıbı çıkarabilmekteler. Cemal Süreya’nın “Fotoğraf” şiirine bu açıdan bakıldığında, onun şiir dilinin, ‘dil içinde ayrı bir dil’ kabul edilmesini sağlayan birçok yön görülür. Meselâ “hüzünlü” ve “güzel” kelimelerini birçok kez ve birkaç yerde birbirinin yerine kullanmaktan kaçınmaz:

  • Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü
  • ...
  • Güzel anılar gibi güzel
  • ...
  • Güzel anılar gibi hüzünlü
  • Hüzünlü şarkılar gibi güzel

Buna rağmen, okurda asla bir tekrar ve sıkıcılık havası estirmez; tersine tekrarlarla büyülü ve esrarlı bir heyecan ihsas eder. Doğan Aksan’ın da vurguladığı gibi şiire dayalı iletişimin gayesi, şahsi veya içtimai bir hususun birebir aktarılması değil, şiir sayesinde muhatabın, kendisi ve çevresiyle ilgisini otomatiklikten çıkararak değiştirmektir.

Kendine mahsus dil kullanımı, bir şairi öteki insanlardan, hatta başka şairlerden ayıran yön. Okura düşen de, şairin dili kullanırken uyguladığı ‘kodlamayı’ kavraması ve tersine bir işlemle bir ‘kod çözme’ye başvurması mesuliyeti.