Fransa’da Global Güvenlik Yasası veya orantısız şiddetin yeni zemini

Farklılıklara tahammülsüzlüğün, ırkçı eğilimlerin ve göçmen karşıtlığının siyasi malzeme haline getirilmesi, hedef aldığı kesimlerde radikalleşmeyi yükseltmekle kalmadı, politik olarak nötr kesimleri de siyasallaştırdı. Devletlerin toplumsal kopuşlar ve şiddeti müdafaa eden yaklaşımları iç çatışma ve krizlere zemin hazırlayabiliyor. Bireysel silahlanmada hızını artıran Almanya’nın kırılganlığı, benzer iç politik koşullara sahip Fransa’yı da etkisi altına alabilir.
Farklılıklara tahammülsüzlüğün, ırkçı eğilimlerin ve göçmen karşıtlığının siyasi malzeme haline getirilmesi, hedef aldığı kesimlerde radikalleşmeyi yükseltmekle kalmadı, politik olarak nötr kesimleri de siyasallaştırdı. Devletlerin toplumsal kopuşlar ve şiddeti müdafaa eden yaklaşımları iç çatışma ve krizlere zemin hazırlayabiliyor. Bireysel silahlanmada hızını artıran Almanya’nın kırılganlığı, benzer iç politik koşullara sahip Fransa’yı da etkisi altına alabilir.

Macron, toplum içinde yükselen ırkçı/göçmen karşıtı temayülü sadece kendi siyasi ikbali için değil, Avrupa Birliği’nin devamı için de kullanmaya niyetli. Zira bir sonraki seçimleri kaybetmesi Avrupa Birliği için sonun başlangıcı olacak. Mademki taklitler asılları yaşatır, o halde Macron’un Le Pen’e karşı kaybetmesi hiç de yabana atılır bir ihtimal değil artık.

Bir önceki hafta aslında Fransa’nın gündeminde Sarkozy’nin yolsuzluk ve rüşvet gibi suçlamalarla yargılandığı, hâkim karşısına çıktığı davalar vardı. 1958 Anayasasının kabulüyle başlayan ‘5. Cumhuriyet’ boyunca hiçbir eski cumhurbaşkanı mahkemeye çıkarılmamıştı. Jacques Chirac ve önceki başkanlara yönelik çeşitli yargılamalar söz konusu olmuş, fakat ilk defa Nicolas Sarkozy ve ortakları mahkemeye çıkarılmış oldu. (Aslında geçen hafta ölen Valéry Giscard d’Estaing’in “Elmas Davası”nı yazıp tartışmak için de çok müsait bir ortam doğmuştu). Fransa için çok önemli sayılan bu olay henüz yorumlanmaya başlamıştı ki, sosyal medyaya düşen bir olay bütün gündemi değiştirdi.

Yasa tasarısı ve 24. madde

Önce bu olayın etki düzeyini artıran bağlamına da göz atmak faydalı olacak. Fransız hükümetinin, Samuel Paty cinayetiyle ülkede İslam ve göçmen karşıtı bir hava oluşturduğu biliniyor. Cinayete yol açtığı iddia edilen ve Hz. Peygamber(s.a.v.)’e hakaret içerikli karikatürlerin devlet kurumları tarafından ifade özgürlüğü olarak tescillenmesi ve müdafaa edilmesi sadece Türkiye’de değil, bütün bir İslam dünyasında tepkiye neden oldu. Fas’tan Pakistan’a kadar ciddi bir boykot riski ile karşı karşıya kalan Macron yönetimi dış dünyayı İslam karşıtı olmadığına ikna etmeye çalışırken, içeride de yeni terörle mücadele ve güvenlik yasasının hazırlıklarını tamamlamıştı.

“Global Güvenlik Kânunu” olarak bilinen yasa tasarısı meclise geldiğinde bazı tepkiler ortaya çıkmıştı ama asıl gürültü bu tasarının birleştiği bir hadiseyle koptu. Söz konusu yasa teklifinin 24. maddesinde “medyanın basın özgürlüğü adı altında kolluk kuvvetlerinin işini zorlaştıramayacağına” ve “operasyondaki polis ve jandarmanın eylemlerinin fotoğraf ve video olarak medyada yer alamayacağına” yönelikti. Fransa’da sadece göçmenler değil, Fransız halkının geneli süregelen ölçüsüz polis şiddetinin farkındaydı.

Fransız polisi ve ırkçılığın son kurbanı: Michel Zecler

İnsanları şoka sokan gelişme ise, siyasetin gündemine giren ağır polis şiddetinin en müşahhas ve acımasız örneklerinden birinin videoya alınıp sosyal mecralarda yayınlanmasıydı. Michel Zecler adındaki Afrika kökenli müzik yapımcısı yanındaki gençlerle bir binadayken, sokağa yığılan onlarca polisin içinden çıkıp kapıyı zorlayan üç memurun saldırısına uğraması an be an kaydediliyordu.

 Zecler’e vururken en çok “pis zenci” dedikleri görgü şahitleri tarafından dile getirildi. Kan dondurucu saldırı anının kamera kayıtları ilk önce Loopsider adlı internet sitesinde, daha sonra sosyal medyada çok hızlı bir şekilde yayıldı.
Zecler’e vururken en çok “pis zenci” dedikleri görgü şahitleri tarafından dile getirildi. Kan dondurucu saldırı anının kamera kayıtları ilk önce Loopsider adlı internet sitesinde, daha sonra sosyal medyada çok hızlı bir şekilde yayıldı.

Medyada sebepsiz yere olduğu ifade edilen bu saldırıda söz konusu polislerin Zecler’e vururken en çok “pis zenci” dedikleri görgü şahitleri tarafından dile getirildi. Kan dondurucu saldırı anının kamera kayıtları ilk önce Loopsider adlı internet sitesinde, daha sonra sosyal medyada çok hızlı bir şekilde yayıldı. Saldırıya yönelik ilk tepkilerin temelinde “eğer 24. madde meclisten geçerse bu kamera görüntüsünü paylaşmak suç sayılacak” kanaati de bulunmaktaydı. Twitter’da “siz şiddet videosunu çekin, biz yayınlarız” adlı hesaplar açıldı ve eski videolar da yayınlandı. Bir furyaya dönüştü desek yanlış olmaz.

Polis şiddetine son protestoları ve ‘Banania’ skandalı

Ölçüsüz ve ırkçı polis şiddeti bu kez sanat dünyası mensuplarını hedef aldığı için popüler sanat figürleri tepkilerini kendi sayfalarından gösterdiler ve bu durum halkın reaksiyonunun kitlelere yayılmasına yardımcı oldu. Emmanuel Macron’un bile “şok oldum” açıklaması yapmaya mecbur olduğu şiddet videosu on binlerce Fransız’ı harekete geçirdi, pandemi önlemlerine rağmen pek çok şehirde gösteriler yapıldı.

Banania markasının sömürgecilikle ilişkisi 1910’lu yıllarda Senegalli bir keskin nişancının gülümseyen resmini bir kurumsal maskota dönüştürmesine dayanıyor.
Banania markasının sömürgecilikle ilişkisi 1910’lu yıllarda Senegalli bir keskin nişancının gülümseyen resmini bir kurumsal maskota dönüştürmesine dayanıyor.

Çok kısa zamanda organize olan kalabalıklar, aslında acımasız polis şiddeti ve ırkçılığın boyutları konusunda insanların hemfikir olduğunu belgeliyordu. Zaten Suriyeli gazeteci ve AFP muhabiri Amir El-Halbi’nin protestocuları fotoğraflamaya çalışırken polis tarafından feci şekilde dövülmesi Fransa’da polis şiddeti mevzuuna tüy dikmiş oldu.

Fransız polisi ve jandarmasının merhametsiz ve ırkçı şiddete dair kabarık sicilinin yeniden gündeme gelmesi medyanın ve hükümetin halkla ilişkiler faaliyetine girişmesine de yol açtı. Fransız polis teşkilatının zan altında kalması hükümeti de zor durumda bırakacaktı sonuçta. Ne var ki, bu dönemde bazı yeni rezaletler yaşanmadı değil. Polis sendikası sözcüsü Rocco Contento’nun televizyona canlı bağlandığı evinin duvarında Fransız sömürgeciliğinin en bilinen imgelerinden “Banania” çikolata markasının afişinin asılı olması bir skandaldan başka bir şey değildi. Zira söz konusu afişin altında Fransız polisinin ırkçılığını inkâr ediyordu.

  • Banania markasının sömürgecilikle ilişkisi 1910’lu yıllarda Senegalli bir keskin nişancının gülümseyen resmini bir kurumsal maskota dönüştürmesine dayanıyor. Üstelik bu açıklamayı Senegalli keskin nişancıların Fransa tarafından topluca katledilmesinin yıldönümünde yapıyordu Contento. 1 Aralık 1944’te tarihe Thiaroye Katliamı olarak geçen kıyım, katı sömürgeciliğin son büyük vahşetlerinden biriydi.

‘76 camiye baskın yapılacak’

Geçtiğimiz yıllarda ırkçılık kaynaklı olmasından şüphe edilen ve polis tarafından işlenen Adama Traoré ve Zeynep Rıdvan (Zineb Redouane) cinayetlerinde yargı süreçlerinin son birkaç günde hızlanması,

Michel Zecler olayıyla başlayan protestoların bir neticesi oldu hiç şüphesiz.

Biri göz yaşartıcı bombanın gazıyla, diğeri gözaltında işkenceyle öldürülen bu iki Müslüman göçmen yalnız değil.

Benzer durumda epey cinayet söz konusu. Fakat bir kefaret olarak bu iki davada hızlı gelişmeler yaşanıyor. Ayrıca etkili gösteriler sonuç verdi ve Global Güvenlik Yasası’nın 24. maddesi askıya alındı. En azından şimdilik.

Fransız polisi ve jandarmasının merhametsiz ve ırkçı şiddete dair kabarık sicilinin yeniden gündeme gelmesi medyanın ve hükümetin halkla ilişkiler faaliyetine girişmesine de yol açtı.
Fransız polisi ve jandarmasının merhametsiz ve ırkçı şiddete dair kabarık sicilinin yeniden gündeme gelmesi medyanın ve hükümetin halkla ilişkiler faaliyetine girişmesine de yol açtı.

Fransa’da yeni dönemin salt polis şiddetiyle gündeme gelmesini istemeyen hükümet dümenini yeniden kendi muhayyilesindeki “terörle mücadele”ye kırdı. İçişleri Bakanı Gérald Darmanin “ülke çapında 76 caminin kolluk kuvvetleri tarafından denetleneceğini ve muhtemelen bir kısmının kapatılacağını” açıklayarak yeni dönemin Fransa Müslümanları için ne kadar zor geçeceğini gösterdi. Fransa İslamofobi ile Mücadele İnisiyatifi’nin (CCIF) hükümet kararıyla kapatılması bir milat olmuştu. Fransız aşırı sağından rol çalmaya çalışan Macron yönetiminin çok daha fazlasını yapması bekleniyor.

Macron’un ‘ayrılıkçılık’ söylemi

Polisin orantısız güç kullanımına yönelik ifşaatlardan ve şiddete dair algılardan yakasını kurtarmaya çalışan Fransız hükümetinin iç siyasi gündemi Darmanin’in ifade ettiği gibi Müslümanların kamuda varlıklarını ve görünürlüklerini törpüleyerek zamanında Sarkozy’nin telaffuz ettiği “Fransa İslamı”nı gerçekleştirmek. Emmanuel Macron’un 2020 yılında icat ettiği “sosyal ayrılıkçılık” kavramı Müslümanlar için bir suçlamaya dönüşmekte. Eskiden Müslüman cemaatini, cemaatçilikle suçlayan devlet şimdi de “ayrılıkçı fantaziler kurmak”la suçluyor.

Ülkede gözle görünür şekilde artan ırkçılık ve sarı yeleklilerle ifadesini bulan sosyo-ekonomik sıkıntılar, Macron’un “güya merkezde” olan siyasetini aşırı uçlara sürüklediğinden beri kurtuluşu göçmenler ve Müslüman azınlıkları hedef almakta arıyor. İşte bu nedenle “Neymiş bu ayrılıkçılık?” diye sorduğunuzda karşınıza net cevaplar çıkmıyor. Türkiye’nin yakın tarihinden alışık olduğuna benzer cümlelerle “Cumhuriyete, cumhuriyetin yasa ve değerlerine uymamak” gibi yuvarlak ifadelerle Fransa kamuoyuna mesaj veriliyor, Fransa Müslümanları bunun ne olduğuyla tatbikatta karşılaşıyor. Ayrıca cemaatçilik-ayrılıkçılık gibi suçlamaların tüm muğlaklıklarına rağmen toplumda karşılık bulması, Fransa’da ulus kimlik inşası sürecinin tamamlanmış olmasından kaynaklanıyor.

 Fransa Müslümanları bunun ne olduğuyla tatbikatta karşılaşıyor.
Fransa Müslümanları bunun ne olduğuyla tatbikatta karşılaşıyor.

Fransa’nın yeni dönemde biri iktidarda, diğeri ana muhalefette iki aşırı sağ partinin egemenliğinde yola devam edeceği görülüyor. Macron, toplum içinde yükselen ırkçı/göçmen karşıtı temayülü sadece kendi siyasi ikbali için değil, Avrupa Birliği’nin devamı için de kullanmaya niyetli. Zira bir sonraki seçimleri kaybetmesi Avrupa Birliği için sonun başlangıcı olacak. Mademki taklitler asılları yaşatır, o halde Macron’un Le Pen’e karşı kaybetmesi hiç de yabana atılır bir ihtimal değil artık.

Fransa nüfusunun tahammülsüz bir topluma dönüşümünün sosyal ve siyasi değişimlere götüreceği muhakkak. Fransa ve Avrupa ilişkileri bakımından kötü senaryo Fransa’nın Avrupa Birliği’nden çekilmesi olur. Böyle bir durumda AB’nin çok uzun ömürlü olmayacağı ortada. Avrupa Birliği’nin geleceği tartışılırken bu ihtimal hep masada duruyor. Fakat birlik sonrası neler olabileceğini görmek zor.

Avrupa’da iç savaş riskleri

Macron’un kaybedip kaybetmeyeceği, AB’nin geleceği gibi konuların dışında sosyal değişimlerin yol açabileceği felaketler de artık gündeme getirilmeli. Mevcut ırkçı dalga, orantısız şiddet, cami ve ev baskınları, göçmenlerin ve azınlıkların uğradığı saldırılar, dinî değerleri aşağılayan yayınların devlet tarafından sahiplenilmesi gibi uygulamalar toplum içinde huzursuzluğun sadece varlığını ortaya koymuyor, aynı zamanda ayrışmaları da derinleştiriyor. Muhtemel çatışmaları besleyecek bölge şartları da zamanla ortaya çıkma riskini barındırıyor.

  • Ne demek istiyoruz? Fransa’nın toplum içinde yaşadığı kopuşların benzerlerini komşusu Almanya’da da görüyoruz. NSU’nun cinayetleri ile gündeme gelen ırkçı şiddetle beraber Almanya’da şahsî silahlanmanın zirveye ulaştığını çeşitli endekslerde görebiliyoruz. Fransa ve Almanya’nın patlamaya hazır birer bomba olduğu, önümüzdeki on yıl içinde iç savaş/iç çatışma benzeri bir durumla karşılaşılabileceği alçak sesle de olsa dile getiriliyor.

Farklılıklara tahammülsüzlüğün, ırkçı eğilimlerin ve göçmen karşıtlığının siyasi malzeme haline getirilmesi, hedef aldığı kesimlerde radikalleşmeyi yükseltmekle kalmadı, politik olarak nötr kesimleri de siyasallaştırdı. Devletlerin toplumsal kopuşlar ve şiddeti müdafaa eden yaklaşımları iç çatışma ve krizlere zemin hazırlayabiliyor. Bireysel silahlanmada hızını artıran Almanya’nın kırılganlığı, benzer iç politik koşullara sahip Fransa’yı da etkisi altına alabilir.