Gelenlerin kıymetini bilmeyenler, gidenlerin arkasından ağlıyor

“Göçmen işçilere kıymet vermeyenler bugün neyin ne olduğunu gördü. Giden işçilerin arkasından ağlayanlar onlara köle gibi davrananlardı.”
“Göçmen işçilere kıymet vermeyenler bugün neyin ne olduğunu gördü. Giden işçilerin arkasından ağlayanlar onlara köle gibi davrananlardı.”

Türkiye’nin Avrupa’ya geçmek isteyen mültecilere artık engel olmayacağını açıklaması, yıllardır göçmenlerden iş gücü olarak faydalanan piyasaları olumsuz yönde etkiledi. Bu göç hareketinden en büyük darbeyi, özellikle İstanbul’daki tekstil sektörü aldı. Afgan, Pakistanlı, Iraklı ve Afrikalı mültecileri çalıştıran iş yerleri, bir gecede personel sıkıntısına düşünce siparişler sekteye uğradı. 20 yıldır piyasada olan bir üreticinin söyledikleri ise tüm süreci özetliyor: Göçmen işçilere kıymet vermeyenler bugün neyin ne olduğunu gördü. Giden işçilerin arkasından ağlayanlar onlara köle gibi davrananlardı.

İdlib’de 34 askerimizin şehit edilmesinin ardından aynı gece radikal bir karar alan Türkiye, bundan sonra Avrupa’ya geçmek isteyen mültecilere engel olmayacağını açıkladı. Karar kısa sürede göçmenler arasında yayıldı ve 5 gün içinde 130 binden fazla mülteci kara ve deniz yollarını kullanarak Türkiye’den ayrıldı.

Fakat bu ayrılış, bir gerçeği de ortaya çıkardı. Yıllardır ‘ilk fırsatta Avrupa’ya geçeceği’ iddia edilen ve ‘mülteci’ ifadesinin tam karşısına tek başına oturtulan Suriyeli mazlumlar, Türkiye’den çıkma konusunda çok da gönüllü davranmadı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun verdiği rakamlara göre Türkiye’den ayrılan Suriyelilerin toplam gidenlere oranı yüzde 20-25 arasında kaldı.

Bizim Suriyeliler Gitmez

Suriyelilerin Türkiye’den ayrılmaya çok gönüllü olmamasının arkasındaki neden, 10 yıldır içine entegre oldukları ekonomik sistemde yatıyor. Özellikle İstanbul’da iş gücü ve üretimde söz sahibi olan Suriyelilerle iş yapan Türk üreticiler, bu durumu “Bizim Suriyeliler Türkiye’den gitmez. Onlar savaş bitip de ülkelerine dönene kadar buralarda oyalanıyor” diyerek açıklıyor.

  • Yine aynı üreticiler, piyasa için asıl ‘mülteci sorunu’nun, Afrikalı, Afgan, Iraklı ve Asyalı göçmenlerden kaynaklandığını söylüyor. Kapıların açıldığı 27 Şubat’ta Yunanistan’a akın eden mülteciler nedeniyle İstanbul’daki pek çok tekstil üreticisinin zor günler yaşamasının sebebi de, bu ülkelerin vatandaşlarına bağlanıyor.

Sabah Atölyeye Geldiğinde İşçilerin Hepsi Gitmişti

Giden mültecilerin piyasayı nasıl etkilediğinin izini, tekstil üretiminin merkezi sayılan Zeytinburnu’nda sürdük. Mülteci çalıştırmak temelde ‘kayıt dışı’ bir faaliyet olduğu için, gazeteci olduğumuzu öğrenen üreticiler bizimle konuşmaya gönüllü olmuyor. Görüşmeyi kabul edenler ise, ‘tanıdıkları birinin’ başından geçenleri aktarıyor. Bir tanıdığının, sabah atölyesine geldiğinde çalışanlarının hiçbirini yerinde göremediğini ve geçici olarak kapısına kilit vurduğunu anlatan işletmeciye göre, Suriyeli dışında başka milletten mülteci çalıştıranların çoğu benzer bir durum yaşamış.

Tam İşler Açıldığında Kapılar Da Açıldı

20 yıldır Zeytinburnu’nda tekstil üretimi yapan ve ‘mülteci’ sürecine en başından bu yana şahit olan tekstil üreticisi Sayım Barlık’ın anlattıkları ise, sektörün aslında kendi kendine darbe vurduğunu gösteriyor.

Barlık’ın verdiği bilgilere göre, öncelikle kapıların açılmasının zamanlaması, sektör için çifte darbe olmuş. Yaz sezonunun tekstil üreticisi için kazanç zamanı olduğunu anlatan Barlık, koronavirüs’ün vurduğu Çin’de düşen ihracatı ikame edecek tek ülkenin Türkiye olduğunu söylüyor. Ama tam bu sırada açılan sınır kapıları, tekstilcinin kazanç kapısını kapatmış:

“Bu sıralar ihracat çok yükseldi. Fasoncuların da işleri çok arttı. Bir yandan yeni sezon başlıyor. Şu an satış olmasa da, atölyeler yaza ön hazırlık yapardı. Ama şimdi onu bile yapamıyor. Çünkü atölyede çalışacak adam bulmak zor oluyor. Adamlar bırakıp gittiler. Şimdilik Zeytinburnu’nda göçmenlerin gidişinden dolayı dükkanını tamamen kapatmak zorunda kalan yok ama artık müşteriye verdikleri sözleri tutamıyorlar. 15 kişilik atölyede 5 kişi işten çıksa üretim çok fazla etkilenir. O gidenlerin yerine de adam bulmak çok zor. Çünkü piyasa Suriyelilerin ilk geldiği günlerdeki gibi değil.

Diğer taraftan Çin’deki koronavirüs nedeniyle bizim işler çok arttı. Artmadığı yerde bile, millette bir umut oluştu işler artacak diye. Biz kendimizi Çin’in alternatifi olarak görüyoruz. Ama tam bu sırada kapılar açılınca işçiler kaçtı. Böyle bir fırsat zamanında bu kapıların açılması sektör için hiç iyi olmadı.”

‘Ucuz İşçi’ Nedeniyle İşçiler Piyasayı Bıraktı

“Suriyeliler ilk geldiği zamanlarda, bizim Türk işçiler çalışıp geçimini sağlayabiliyordu. Savaş ilk başladığında buraya mülteci akını olunca piyasa kırıldı."
“Suriyeliler ilk geldiği zamanlarda, bizim Türk işçiler çalışıp geçimini sağlayabiliyordu. Savaş ilk başladığında buraya mülteci akını olunca piyasa kırıldı."

Mülteci çalıştırmak, üretim sektöründe özellikle tekstilde eski bir gelenek. Bugün ise Zeytinburnu piyasasının bel kemiğini mültecilerin oluşturduğunu söylemek yanlış olmaz. Durumun buralara gelmesi, Suriyeli mültecilerin Türkiye’ye akın etmesiyle başlamış. Sayım Barlık, Suriyelilerin ilk gelmeye başladıkları 2011 yılından bu yana neler yaşandığını ve sürecin nasıl bir değişime uğradığını ise şöyle anlatıyor:

“Suriyeliler ilk geldiği zamanlarda, bizim Türk işçiler çalışıp geçimini sağlayabiliyordu. Savaş ilk başladığında buraya mülteci akını olunca piyasa kırıldı. Önce kiralar çok yükseldi, giderler arttı. İşçi bolluğu yaşandığı için de işçilerin maaşı düştü. Ucuz göçmenler her yerde çalışmaya başlayınca, Türk çalışanlar da zamanla atölyelerden kopmaya başladı. Çoğu güvenlikçi oldu, daha sabit işlere girdi ve bıraktılar piyasayı. Şu anda bizim piyasada ince iş yapan sanatkarlar bile bulunmuyor. Ustalar bile bıraktı bu işi. Yıllardır doğru düzgün usta yetişmiyor bizim piyasada. Patronlar önceleri ‘makinenin başında duracak ucuz işçi bana yeter’ diye düşünüyordu. Ama şimdi onu da bulamaz hale geldiler.”

Mülteci İşçiler De Artık ‘Uyandı’

‘Ucuz mülteci işçi’ efsanesinin de ilk mülteci akını başladıktan 2-3 yıl sonra bittiğini söyleyen Barlık, bu tarihten sonra piyasada göçmen işçi hakimiyeti kurulduğu için dengelerin de değiştiğini belirtiyor:

  • “Göçmenlere az para verildiği zamanlar geride kaldı. İlk göç başladığında öyleydi. Suriyelileri yarı fiyatına çalıştırıyorlardı. Ama ilk 2-3 senede bitti o iş. Artık göçmenler de uyandı. Sen istediğim parayı vermiyorsan başkası verir diyor. Çünkü piyasada neredeyse sadece onlar kaldı. İşçiye kötü davranıp yerlileri kaçırdılar, ilk gelen mültecileri de ezerek çalıştırdılar, sonuçta piyasa kendi dengesini kurdu.”

En Büyük Hatamız, Suriyelileri ‘Cahil’ Sanmamız

En büyük yanlışlar da, Suriyelilere tepeden bakan patron sınıfından gelmiş.
En büyük yanlışlar da, Suriyelilere tepeden bakan patron sınıfından gelmiş.

Bu dengenin kurulma sürecinde de yine sektörün büyük yanlışları olmuş. En büyük yanlışlar da, Suriyelilere tepeden bakan patron sınıfından gelmiş. Kendisi de bu yanlışlara bizzat şahit olan Barlık, nasıl bir hatalar silsilesi yaşandığını şöyle aktarıyor:

“Bizimkiler Suriyelileri ilk başta aşağı gördü. Yani oradan gelenleri, buradaki vasıfsız elemanlarla bir tuttu. Halbuki Suriyelilerin pek çoğu sanatkar, iş bilen, ticaretten anlayan adamlardı. Sadece dilimizi bilmiyorlardı. Bizim patronların çoğu bunu algılayamadı. Geldiler buraya biraz köle gibi çalıştılar, sonra da piyasayı öğrenince kendi işlerini kurdular. Buraya bir çantayla beş parasız gelip de şimdi kendi işinin patronu olan dünya kadar adam var. Şimdi bu adamlar düzenini kurmuş patron olmuş. Bu adam Avrupa'ya gitmez. Ama düzenini kuramayan ya da burada düzen kurmak istemeyen kaçıp gitti işte.

Bizim piyasada Avrupa hayali kuranlar da zaten Afganlar, Afrikalılar falan. Suriyelilerin çoğunun öyle bir hayali yok. Adam düzen kurmak istiyor. Bizim mal ürettiğimiz tüccarlardan biri Suriyeli mesela. Parasını verip bana mal ürettiriyor sonra da piyasada satıyor. Bizim müşterinin çoğunu zaten Araplar oluşturuyor. Suriyelinin ana dili de Arapça. İstediği gibi alıp istediği gibi satıyor. Arap müşteri de artık bize gelmiyor. Bizim cahil sandığımız, aşağı gördüğümüz Suriyelilere gidiyor.”

Müşteri Türk Patronu Değil Suriyeli Tezgahtarı Tanır

“Adam Arapça biliyor diye sen alıp ona tezgahtarlık yaptırıyorsun. 3-5 sene tezgahtarlık yapıyor. Para biriktiriyor. Sonra hemen yanında kendi tezgahını açıyor. Bu arada satış yaptığı dönemde de bütün müşterilerin telefonlarını irtibatlarını topluyor. Sonra onları da alıp yan tarafta kendi dükkanını kuruyor ve piyasayı kırıyor. Benim 10 liraya sattığımı 9 liraya veriyor. Bizim patronlar da bununla rekabet edemez çünkü bizim patronlar müşteriyle ilgilenmeyi sevmez. Patronluk yapmayı sever. Müşteriyi de tezgahtara yönlendirir. Tezgahtar müşteriyle muhabbetini yapar, çayını ikram eder, hukukunu kurar. Müşteri de otomatik olarak patronu değil tezgahtarı tanır. Bu adamlar ticareti çok iyi yapıyor. Sonuçta Suriye dediğimiz, Şam, Mezopotamya dediğimiz yer ticaretin ilk başladığı topraklar. Bizim cahil gördüğümüz adamlar artık başımızda patron olarak oturuyor. Çünkü adamın fıtratında bu var. Bunun önünde durmak kolay değil.”

Çoğu Patron Herkesi Köle Gibi Görüyor

“Bizim adamımız kıymet bilmiyor. Ne elindekinin kıymetini bildi, ne bu gelen göçmenlerin kıymetini bildi. Şimdi hem işlerini hem de işçilerini kaybettiler. Her şey gittikten sonra değerini anladılar ama çok geç oldu. Yine de çok karamsar bir manzara yok. İş yapabilen adamlar yine işini yapıyor.

Kapıların açılması benim gibi pek çok üreticiyi hiç etkilemedi. Biz mesela çok sipariş alıp çok çalıştığımızda bazen mesaiyi erken bitiririz. Çünkü ben de işçilikten geldim. Bu benim birkaç saatlik üretimime mal olur ama piyasada istediğim zaman işçi bulabilmemi de sağlar. İşçisi kaçıp da yeni işçi bulamayanlar genelde eski işçisine iyi davranmayanlar. Adam işçisine kötü davrandığı için işçisi kaçmış, yeni işçiler de bu adamları tanıdığı için o işe girmek istemiyor.

Bizim patronlar otoriteyi yanlış algılıyor. İşçiyi çalıştırmak için çok baskı yapıyorlar. Göçmen ya da Türk ayrımı da yapmıyorlar. Çoğu patron herkesi köle gibi görüyor. ‘Çalışırsan çalış, çalışmazsan kapı orada’ diyorlar. Böyle olunca da Türk işçiler ilk fırsatta sabit bir işe giriyor, mülteciler de kapılar açılınca gitmenin derdine düşüyor. Rahatı görünce arkalarına yaslanan patronlar, şimdi bir doğruldular ki etraflarında kimse kalmamış.”