“Hilâfet Kanunî zamanında yeniden ikame edildi”

Osmanlı Tarihi’nin çok çeşitli alanlarında birçok eser ve araştırmaları bulunan Prof. Emecen özellikle Osmanlı klasik dönemi ve öncesinde sayılı uzmanlarından biridir.
Osmanlı Tarihi’nin çok çeşitli alanlarında birçok eser ve araştırmaları bulunan Prof. Emecen özellikle Osmanlı klasik dönemi ve öncesinde sayılı uzmanlarından biridir.

Klasik Osmanlı çağının en önde gelen simalarından Prof. Dr. Feridun Emecen ile Kapı Yayınları’ndan çıkan son kitabı ‘Osmanlı Klasik Çağında Hilafet ve Saltanat’ üzerine konuştuk.

Bu yazı 4 Mayıs 2020 tarihinde, Gerçek Hayat dergisinin 1019. sayısında yayınlanmıştır.

Bu yıl Hilâfet hakkında birçok eser ve makale yayınlandı. Doğrudan sormak isteriz Yavuz Sultan Selim hilâfeti devraldı mı?

Feridun Emecan, Osmanlı Klasik Çağında Hilafet ve Saltanat
Feridun Emecan, Osmanlı Klasik Çağında Hilafet ve Saltanat

Dönemin doğrudan kaynakları üzerinde yapılan çalışmalar aslında Yavuz Sultan Selim’in hilafet haklarını son Abbasî halifesinden devralmadığını çok sarih biçimde gösterir. Bu devir meselesi, Osmanlı hilâfetinin cihanşümul bir karakter kazandığı dönemlerde doğrudan Osmanlılara has bir hükümdarlık telâkkisi içinde yeniden formüle edilmiş görünür. Yavuz Sultan Selim’in amacı muhtemelen İstanbul’a getirttiği son Abbasî halifesinin pozisyonunu tıpkı Memlük sultanlığında olduğu gibi muhafaza etmekti; artık hilâfet merkezinin İstanbul olduğunu bu şekilde göstermeye çalışıyordu.

Yani hükümdarlık-hilâfet haklarını bizzat kendi şahsında toplamayı düşünmüyordu diyebiliriz.

Kanunî Sultan Süleyman’ın eserinizde “hilâfetin içini doldurduğunu” söylüyorsunuz. Bu ne demek?

Kanunî Sultan Süleyman
Kanunî Sultan Süleyman

Kanunî’nin tahta çıkışından sonra Osmanlılar yeni bir büyük siyaset oyununu devreye sokmuşlardır. Batı’ya karşı gaza bayrağını yeniden açarken, Doğu’da da İslam’ın en büyük koruyucusu olduklarını göstermek istemişler, bu çerçevede farklı bir misyonun takipçisi olmuşlardır. Hilâfet meselesi Kanunî zamanında klasik anlamda Osmanlı sultanı için unvanlarla birlikte yeniden ikame edilmiş olmalıdır diye düşünmekteyim. Bu döneme ait bazı risaleler ki, mesela bunlar içinde Lütfi Paşa’nın Kanunî’nin niçin halife olarak tanımlanabileceği yolundaki hilafet risalesi çok ilginçtir.

  • Kanunî’nin resmî belgelerde, kitâbelerde kullandığı unvanlar öncekilerden farklı bir dönemin habercisidir. Bu noktada eskatolojik vurguların önemine de işaret etmem lâzım. Kanunî büyük halife, mehdi, dünyanın sonunda gelen büyük hükümdar vs. gibi algılanmıştır.

Hicrî 1000 tarihinde kıyamet kopma beklentileri içinde ortaya çıkan yoğun atıflarla Sultan Süleyman’ın kendisine biçtiği rol çok ilginç bir mahiyet kazanıyor. Halifelik meselesi de bunun bir parçasıdır. Dünyanın sonunda devleti teslim edecek son hükümdar temaları, bilhassa yaşlılık dönemlerinde hayli öne çıkmış gibidir.

Kitabınızda hilâfet meselesinden başka konular da var. Mesela Lale Devri. Bu tanımlama ne kadar doğru?

  • Lale Devri tanımlaması, döneminde değil sonradan ortaya atılmıştır. Bu adlandırmanın ilk defa tarihi sevdiren adam olarak bilinen Ahmet Refik tarafından ortaya atıldığı veya teceddüd devrini nitelemek üzere kullanıldığı biliniyor.

Burada en önemli mesele yenilikçilik çerçevesinde bir takım belirtileri olsa da amacı itibarıyla böyle bir vasıf taşımayan bu dönemin ilerlemeci tarihçilik algısı içinde “batılılaşmanın” başlangıcı şeklinde yüceltilmesi keyfiyetidir. Evet, 1718-1730 yıllarını içine alan bu dönemde Batı’dakine benzer teşebbüslerin açık izlerini görüyoruz ama bunları Batıyı taklit ve onlar gibi olma hevesinden çok kendi iç dinamiklerine dayalı bir ihtiyacın yansıması olarak mütalaa etme görüşüne mütemayilim. Böyle anlaşıldığında da Lale Devri nitelemesine döneminde geçmediği gerekçesiyle karşı çıkmanın bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Bunun mahiyetinin yeniden tespitle ne olduğunun anlatılması için kavram olarak belirttiğim çerçevede kullanılmasında bir beis yoktur kanaatindeyim.

Osmanlıların “Rus tanımlaması”ndan da bahsediyorsunuz. Klasik Osmanlı devrinde Rus imajı neydi?

Rus tanımlamasının bizzat kendisinin hayli tartışmalı olduğunu öncelikle vurgulamak isterim.

Rus kimdir ve hangi milleti ifade etmek için kullanılmıştır gibi tarihe dayalı suâllerin modern tarihçilerce mensubiyet bağları içinde bir cevabı her zaman vardır. Bununla beraber dönemin Osmanlı kaynaklarında ‘Rus’ deyince neyi ve kimleri anlıyoruz meselesi, bir ölçüde Rus kavramına farklı bir bakış açısı sunacaktır diye düşünüyorum. Yazımın amacı da budur. Rus ve Moskov/f terimlerinin bazen özenli şekilde ayırt edici durumuna dikkat edildiği ve belli bir tarihten sonra bunların birbiriyle aynileştiği dikkati çekiyor. Osmanlı kaynakları ilkin Rus kavramını geniş bir coğrafyaya mâl ederek kullanmışken Moskov/Moskovlu terimini ileride büyük bir imparatorluğa dönüşecek olan Moskova Knezliği/Prensliği için kullanmayı tercih etmişlerdir.

Eserinizin son bölümü “tarihler ve tarihçilere” ayrılmış. En bilinen ve merak edilen ismi soralım. Halil İnalcık hakkında nasıl ve niçin bir değerlendirme yaptınız?

İnalcık Hoca herkesin mutabık olduğu üzere modern Türk tarihçiliğinin önde gelen simaları arasında bütün dünyada tanınırlık itibarıyla başta gelen bir isimdir. Bu kerameti kendinden veya “çevresinin abartmasından” menkul bir özellik taşımaz, tam tersi yeni çözümlemeleri, ortaya koyduğu veriler, bakış açısı ve entelektüel birikimi ile açık şekilde kendisini dünyada kabul ettirmiştir. Ben bu yazımda hocanın klasik tarihçilik çerçevesinde siyasî tarihe olan yönelimi konusunu ele alarak değerlendirmelerde bulunmaya çalıştım. Bilindiği gibi İnalcık hoca çok velut ve siyaset, ekonomi, sosyal hayat, bürokrasi vs. gibi klasik dönem dediğimiz devre ait birçok araştırmaya imza atmıştır. Bunların tamamının değerlendirmesini yapmak haliyle mümkün değildir. Bu açıdan onun siyasî tarihe bakışı ve Osmanlı tarihini genel dünya tarihi içinde nasıl konumlandırdığı meselesini ilgili yazımda ele almayı tercih ettim.

  • Feridun Emecen Kimdir?
  • Feridun Emecen
  • Doktora derecesini Osmanlı tarihi alanında İstanbul Üniversitesi’nde (1985) tamamladı. 1989 yılında doçent, 1995 yılında profesör oldu. İstanbul Üniversitesi’nde çok çeşitli idari görevler yürüten Prof. Emecen halen İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi’nde Edebiyat Fakültesi Dekanıdır. Osmanlı Tarihi’nin çok çeşitli alanlarında birçok eser ve araştırmaları bulunan Prof. Emecen özellikle Osmanlı klasik dönemi ve öncesinde sayılı uzmanlarından biridir. Fetih ve Kıyamet 1453, Yavuz Sultan Selim, Osmanlı’nın İzinde, İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikler Dünyası, Osmanlı Klasik Çağında Hanedan, Devlet ve Toplum, Osmanlı Klasik Çağında Savaş, Osmanlı Klasik Çağında Siyaset yayınlanmış kitaplarından bazılarıdır.