Kendi ellerimizle boynumuza attığımız kement...

Dindar laik, Alevi Sünni, Türk Kürt, zengin yoksul, kadın erkek, genç yaşlı, açık kapalı fark etmiyor, herkes bireysellik denilen karanlık ruhsuzluğun kurbanı durumunda. Patır patır evliliklerin bitmesi de, uyuşturucu ve kumarın yaygınlaşması da, garip cinsel tercihlerin alıp başını gitmesi de, insanların her olumsuzluğa karşı gamsızlığı da öyle de böyle de bireysellik sevdasından besleniyor.
Dindar laik, Alevi Sünni, Türk Kürt, zengin yoksul, kadın erkek, genç yaşlı, açık kapalı fark etmiyor, herkes bireysellik denilen karanlık ruhsuzluğun kurbanı durumunda. Patır patır evliliklerin bitmesi de, uyuşturucu ve kumarın yaygınlaşması da, garip cinsel tercihlerin alıp başını gitmesi de, insanların her olumsuzluğa karşı gamsızlığı da öyle de böyle de bireysellik sevdasından besleniyor.

Birey olma hali, insanı sınırlandırdığına ve tek tipleştirdiğine inanılan küresel kolektivizmi es geçerken kolayca kendi ülkesinin menfaatleriyle ve değerleriyle sorunu olan bir noktaya taşıdı ayarttığı her insanı. Bireysel bağımsızlığın ve özgürlüğün ilanı ise deyim yerindeyse çoğunlukla kendi ailesine kafa tutmakla sınırlı kaldı ve ailenin doğasındaki sıcak ilişkileri mekanikleştirip, tükenmesinden başkaca da bir işe yaramadı.

Hakiki mânâlarının yitişine aldırmadan içi boş aşırı ehemmiyetler addedilen eğitim, kariyer, eşitlik, pozitif ayrımcılık, tercih hakkı, demokrasi, adâlet, özgürlük gibi nice kavram hayatımızda yaygınlaştıkça materyalizmin ruhsuzluğuna kapılmış laik anne ve babalardan sonra muhafazakâr olanlar da çocuklarını ‘bireycilik’ ile haşır neşir etmenin mutluluğunu yaşıyor.

Çocuklar ‘birey’ sayılırsa hürriyetine düşkün, kendi ayakları üzerinde duran, kendi kendini yönetip, yönlendirebilen insanlar olacağı yanılgısı epeydir onlarda da filiz verdi.

Toplumcu düşünmenin şahsî özgüven ve beceriyi köreltmesi sebebiyle insanı tembelleştirip, topluma yük ederken yaratıcılığı öldürdüğünü söylüyordu bireysellik. Lakin şahsî zekâ ve yeteneklerden tam olarak yararlanma fırsatı verildiği zaman toplumun gelişmesinin hızlanacağına inanılan bu düşünce ile maalesef evdeki hesap çarşıya uymadı.

Aile, toplum ve devlet tarafından uygulanan her türlü denetime karşı çıkabilmenin, gerektiğinde sözünü esirgememe erdeminin sihirli anahtarı sanılan bireycilik, başta çocuklar olmak üzere herkesi garip bir yalnızlık tuzağına çekti.

Aradaki ince çizginin aşılmasıyla birlikte insanı derin bir kimsesizlikle tanıştıran bireyselleşme sadece çocukları atalarından, eşleri sevdiklerinden koparıp yalnızlığa mahkûm etmedi; onları kök saldıkları coğrafyanın gelenek ve değerlerinden de uzaklaştırdı, yaşamlarını anlamsızlaştırdı.

Birey; Yalnız, Bencil, Yararsız

  • Nicedir ‘birey’ tanımlamasını yabanıl bulmamın sebebi ondan. Bu cansız kelimenin bana çağrıştırdıkları çoğunlukla yalnızlık, öksüzlük, bencillik, yabancılık, soğukluk, kimsesizlik, yararsızlık çünkü…

Birey olma hali, insanı sınırlandırdığına ve tek tipleştirdiğine inanılan küresel kolektivizmi es geçerken kolayca kendi ülkesinin menfaatleriyle ve değerleriyle sorunu olan bir noktaya taşıdı ayarttığı her insanı. Bireysel bağımsızlığın ve özgürlüğün ilanı ise deyim yerindeyse çoğunlukla kendi ailesine kafa tutmakla sınırlı kaldı ve ailenin doğasındaki sıcak ilişkileri mekanikleştirip, tükenmesinden başkaca da bir işe yaramadı.

Birey olma hali, insanı sınırlandırdığına ve tek tipleştirdiğine inanılan küresel kolektivizmi es geçerken kolayca kendi ülkesinin menfaatleriyle ve değerleriyle sorunu olan bir noktaya taşıdı ayarttığı her insanı.
Birey olma hali, insanı sınırlandırdığına ve tek tipleştirdiğine inanılan küresel kolektivizmi es geçerken kolayca kendi ülkesinin menfaatleriyle ve değerleriyle sorunu olan bir noktaya taşıdı ayarttığı her insanı.

Yani insanın doktrine edilememiş, hükmedilmemiş, şekillenmemiş, hizaya getirilmemiş en saf ve tabii hali denilen bireycilik, insanı düşlediği düzeyde bağımsız ve hür kılmadığı gibi farklı şekil ve boyutta bir başka kapanın içine tutsak etti.

Biz Âdemoğluna ayak bağı olan bencillik, vefasızlık, kompleks, yararsızlık, umutsuzluk, çalım, inkâr, endişe vb. gibi hanemize günah yazacak ne kadar zaaf var ise çoktandır zihnimde bireysellikle özdeşleşiyor. İnsanın birey olmaya evirilen halini ‘kişisel öne çıkma’, ‘şahsi düşünce geliştirme’ gibi müspet görmeler de sahicilikten çıktı. Kendine hayran herkesi içine çeken karanlık bir çukur çağrışımı yapan ‘birey’ ve ‘bireysellik’ kavramlarına addedilen önem, bu soğuk ve itici hâle takıntılarımı güçlendiriyor.

Ardındaki Niyet Ne?

Peki, nasıl bir katakulliye geldi de insan, çocuklarını har misali sımsıcak ve candan ‘evlat’ olmalardan çıkarıp ruhsuz ve kimsesiz bireylere dönüşmesine omuz verdi?

Neydi oğullarımızı, kızlarımızı, eşlerimizi bizlere birey olarak kabul ettirmelerin ardındaki niyet?

Yok ‘bireyin kendine özgü becerilerini gerçekleştirebilmesi ve diğerlerinden farklı kimse olarak yaşamını sürdürebilmesi’, yok ‘kendi ayakları üzerinde durabilmesi’, yok ‘kendi hak ve hukukunu bilip, savunabilmesi’, yok ‘bağımsız olarak kendi kararlarını alabilmesi’, yok ‘düşünsel ve duygusal niteliklerinde özgür ve özerk olabilmesi’ gibi çekici sözlerle evlatlar da eşler de sevdiklerinden, ailelerinden, evlerinden uzaklaşıp tarumar oldu.

  • Anne ve babalar çocuklarının şahsî haklarına saygı duyacak diye ‘biz ebeveynler ancak çocuklar istediklerinde hayatlarına karışabiliriz’ gibi tuhaf laflar eder oldular. İyi de, bu ferdî serbestlik adına araya konulan ‘mesafe’ nicedir insanın fıtratına uygun ne varsa hedefine koyanların istedikleri değil miydi? ‘Birey’ tanımlamasıyla birlikte anne ve babaları çocuklarına, karı kocayı birbirine yabancılaştırmak değil miydi dertleri? Nihai hedefleri toplumun direği aileyi tarumar etmek değil miydi?

Bu dışı alımlı, içi irin kaplı hâl yayıldı yayılalı kimse kimseye istenmediği sürece gönülden bir el uzatamıyor artık. Herkes diğerinden kendi sınırlarına saygı duymasını isterken toplumun hızla yabancılaşma denilen bir zehirle kaplandığı fark edilmiyor. Modern hayatın vebası ‘yabancılık’, dokunmadığı beden bırakmadı. Evlatlar ya da eşler ‘bireysel sınırlar’ meselesine öyle kaptırdılar ki kendilerine samimiyetle yaklaşmak isteyen ana, baba, eş öcü gibi görünür oldu.

Birazcık Mesafe Mi?

‘Biraz mesafe lütfen. Görüşmek istediğimde, haber veririm’ deyip kendi dünyasının yalnızlığına çekilmeyi önemseyen o kadar çok çocuk, kadın, erkek çoğaldı ki etrafımızda. Evladın derdiyle kaygılanan ebeveyni, yaraya merhem olmaya çabalayan eşi, kardeşi zül gören bir zihniyet hâlâ imrenilen bağımsızlık ya da özgürlük olabilir mi?

Bireycilik, dönüp dolaşıp aileyi parçalayarak, her üyesini yalnızlaştırarak toplumu tarumar etmek isteyen kapitalizmin tuzağına çekti insanı.

Bu tuzağa öyle bir şekilde düşüldü ki artık çoğu çocuk, kadın, erkek birbirlerine biçimsiz cevaplar vermeyi olağan sayıyor.

Dindar-laik, Alevi-Sünni, Türk-Kürt, zengin-fakir, kadın-erkek, genç-yaşlı, açık-kapalı fark etmiyor, herkes bireysellik denilen karanlık ruhsuzluğun kurbanı durumunda. Patır patır evliliklerin bitmesi de, uyuşturucu ve kumarın yaygınlaşması da, garip cinsel tercihlerin alıp başını gitmesi de, insanların her olumsuzluğa karşı gamsızlığı da öyle de böyle de bireysellik sevdasından besleniyor.

Çocukların evden, aileden kopmasının, anti-depresif ilaçlara alışmalarının ya da kolayca hayattan çekip gitmeyi düşünecek kadar umutsuzluğa kapılmalarının ardında da maalesef çoğumuzun iyi bir şey sandığı bireysellik kaynaklı yalnızlaşma var.

  • Ya bireysel sınırlara müdahale etmeyi istememekten ya da kendi dijital dünyasına sığınma hevesinden dolayı, çoğu ebeveyn de artık çocuklarının derdini merak edip dinlemek yerine onları psikologların, psikiyatristlerin müdavimi yapmakta beis görmüyor.

Ağacı Kurt, İnsanı Dert Kemirir

Bireycilik, dönüp dolaşıp aileyi parçalayarak, her üyesini yalnızlaştırarak toplumu tarumar etmek isteyen kapitalizmin tuzağına çekti insanı.
Bireycilik, dönüp dolaşıp aileyi parçalayarak, her üyesini yalnızlaştırarak toplumu tarumar etmek isteyen kapitalizmin tuzağına çekti insanı.

Kadın kocanın, koca kadının derdine benzer umursamazlıkla bakıyor. Oysa daha düne kadar ‘derdini söylemeyen derman bulamaz’ kelamının gereği ‘dert dinlemeye talip olmak’ insan olmanın gereği sayılmaz mıydı bu coğrafyada?

‘Derdini dökecek yoldaşı olmayan kendi yüreğini yer’ hassasiyetiyle çare olmak için çırpınmaz mıydı eşler, dostlar? ‘Ağacı kurt, insanı dert kemirir’ diyen bir toplumda derdi olana en gerçek duygularla çare olmak için çırpınmaz mıydı bireysellikle henüz tanışmamış olanlar?

Maalesef ‘sevenin dokunmasıyla dert sevince döner’ demeler çoktandır unutuldu. Artık derdi sevince dönüştürmek için emek harcayacak, zaman ayıracak, uykusuz kalacak sevenleri yok insanların. ‘Dert paylaşıldığında kişiye düşen miktar azalır’ derdi rahmetli babam.

Ucube Bir Dünyanın Eseri

Anne babalar kızlarının, oğullarının yanlışını gördüklerinde uyarmıyor, uyaramıyor. Eşler eğri yola girmiş olanı yolundan çevirmiyor, çevirmeyi beceremiyor.

Bu sebepten nicedir herkes diğerinin sıkıntısını görmezden gelmeyi tercih ediyor. Kaybolanı silkeleyip kendine getirmeyi isteyenler, çabalasalar da başarılı olamıyorlar artık. Bireyselliğin araya koyduğu mesafeler, palazlanan konforlar sayesinde gönülden dertleşmeler unutulup gitti.

Samimi endişeyle el uzatmanın ‘birey olma hakkını ihlal etmek’ olduğunu söyleyen ucube bir dünyanın eseri bu. O dünyanın yaydığı Covid-19 adlı bir virüs, kendini yalnızlığa mahkûm eden insanı şimdi büsbütün yok ediyor.

‘Eskisi kadar yakın olamayız. Araya mesafe koymalıyız’ diyor Sağlık Bakanı son 3-4 aydır her uyarısında. Boynumuza atılan bireysellik kementiyle kurbanlık koyuna dönmüş vaziyetteyiz. Üzerinde durduğumuz sandalye de hiç tekin değil. Her şey bir tekmeye bakıyor.