Liberal sağ ve sol niçin Avrupamerkezcidir?

Dünya görüşündeki değişim, Türk aydınının kendini konumlandırmasını doğrudan etkilemektedir. Bugün artık ideolojilerin yol göstericiliğinden de bahsedemiyoruz. En önemli siyasî kavramlar da anlam belirsizliği ile mâlul olduğu için Türk aydının elinde karanlığı aydınlatan bir fenerin kalmadığını söyleyebiliriz.
Dünya görüşündeki değişim, Türk aydınının kendini konumlandırmasını doğrudan etkilemektedir. Bugün artık ideolojilerin yol göstericiliğinden de bahsedemiyoruz. En önemli siyasî kavramlar da anlam belirsizliği ile mâlul olduğu için Türk aydının elinde karanlığı aydınlatan bir fenerin kalmadığını söyleyebiliriz.

Türkiye’de Avrupalı milletlerin Doğu toplumları üzerinde kurduğu hâkimiyete Avrupamerkezci bir açıdan bakılmıştır. Liberal sol ve liberal sağ Avrupamerkezci bir bakışa sahip olduğu için sömürgecilik ve kolonyalizm arasındaki farklar iyice belirsizleşmiştir. Dolayısıyla son beş yüz yılı belirleyen Avrupa kolonyalizmi sömürgecilik bağlamından ele alınmıştır.

Sömürgecilik ve kolonyalizm arasındaki farkı gösteren bir kitap ya da makale ile karşılaşmadığımı söyleyebilirim. Bu gerçeği kesin bir dille ifade etmekten kaçınmak gerekiyor fakat dünya tarihinin son beş asrını belirleyen olguların birbiri içine girmesine hayret etmemek elde değil.

Hâlbuki “müstemlekecilik” kavramı üzerinde daha fazla durulabilir, sömürgecilik ile farkları birbirinden ayrılabilirdi. Bu durum kendimize özgü bir açıklama modeline sahip olamadığımızı gösterir. Düşünce dünyamızı Avrupamerkezci ideolojiler şekillendirdi ve son beş asırda meydana gelen hâdiselere onların gözüyle bakmak zorunda kalındı. Bunun sonucu da kaçınılmaz olarak anlam belirsizliğidir.

  • Açık bir tarif yapmak gerekirse sömürgecilik “exploitation” kavramını karşılar ve istismar mânâsına gelir. Kolonyalizm ise Avrupalı kavimlerin 1492’den itibaren farklı kıtaların sahil şeritlerini ele geçirmesi ve yerleşime açmasıyla başlayan bir sürece işaret eder.

Kolonyalizmde Avrupalı milletlerin uzak topraklarda kendini yeniden var etmesi gibi çok güçlü bir anlam vardır. Bunun sonucunda da uzak topraklarda yaşayan yerli insanların, kültürlerin, dinlerin, dillerin tahrip edilerek güçsüzleştirilmesi ve zamanla yok edilmesi gibi çok güçlü bir anlam öne çıkar.

İstismar anlamında kullanılan sömürgecilikte ise maddî varlıkların haksız yere kullanılması vardır. Son beş yüz yılın hâdiselerini sömürgecilik bağlamında ele aldığımızda Avrupalı milletlerin uzak topraklarda kendini yeniden var etmesi görülemez. Bunun sebeplerini ortaya çıkarmak ve anlam belirsizliğini gidermek gerekiyor.

‘Zaten doğulu halklar acı çekmeyi bilmez’

İki kavram arasındaki fark Avrupa dillerinde belirgindir. Fakat bu dillerden Türkçeye kazandırılan eserlerde iki kavram arasındaki farkın ortadan kalktığını görürüz. Marksist yaklaşımın benimsenmesiyle sömürü olgusu öne çıkmış, Avrupalı milletlerin uzak topraklarda kendini yeniden var etmesi üzerinde durulmamıştır.

Sınıflara ait bir mesele olarak sömürü kavramına önem verilmiş zamanla kolonyalizm olgusuna da evrensel bir boyut kazandırılmıştır. Avrupa milletlerinin belirli bir zaman aralığında belirli mekânlarda yerli toplumlar, diller, kültürler, dinler aleyhine genişlemesi kolonyalizmin gerçekliği idi. Bu vâkıanın anlaşılması için zaman ve mekân boyutunun vaz geçilmez bir önemi vardır.

Türkiye’de Avrupalı milletlerin Doğu toplumları üzerinde kurduğu hâkimiyete Avrupamerkezci bir açıdan bakılmıştır.
Türkiye’de Avrupalı milletlerin Doğu toplumları üzerinde kurduğu hâkimiyete Avrupamerkezci bir açıdan bakılmıştır.

Fakat sömürü kavramı ile evrensel bir durum ifade edilir. Evrensel olan durumun öne çıkması ile Avrupalı milletlerin uzak topraklarda kendini yeniden var etmesi durumu genelleştirilerek, benzersiz olmaktan çıkarılmıştır. Belirttiğimiz gibi anlamın belirsizliğe uğraması durumu Türkçe için geçerlidir. Oysa iki kavram ve vâkıa arasındaki fark Avrupa dillerinde çok açıktır.

  • Karl Marks ve Friedrich Engels, kolonyalist bir bakış açısına sahipti. Onlar kolonyalizmi insanlık tarihinde ileri bir adım olarak görüyordu. Kolonyal uygulamalar yoluyla tarihsiz halklar tarih sahnesine çıkıyordu. Bu sebeple Hindistan’da ve Cezayir’de Avrupalı milletlerin Doğulu halklar üzerinde uyguladığı baskı ve şiddetin bir önemi yoktu. Zaten Doğulu halklar acı çekmeyi bilmezdi.

Medenileştirme misyonu kavramına aynı anlamı vermediğimiz açıktır. Avrupalı milletler karanlığı aydınlattığına inanıyordu. Yarı medenîlik gerçekliği üzerinde de durmak gerekir. Marks ve Engels sanayi burjuvazisinin Hindistan’a ve Cezayir’e gitmesi ve işçi sınıfının ortaya çıkması durumundan bahsettiğinde Avrupalıların ve doğuluların anladıkları aynı şey değildi. Bu, hâlâ böyledir. Ne yazık bu meselelerle alakalı olarak Türk düşünce hayatı için benzer bir vuzuhtan bahsedemiyoruz.

İdeolojiler artık yol gösterici değil

Türkiye’de Avrupalı milletlerin Doğu toplumları üzerinde kurduğu hâkimiyete Avrupamerkezci bir açıdan bakılmıştır. Liberal sol ve liberal sağ Avrupamerkezci bir bakışa sahip olduğu için sömürgecilik ve kolonyalizm arasındaki farklar iyice belirsizleşmiştir. Dolayısıyla son beş yüz yılı belirleyen Avrupa kolonyalizmi sömürgecilik bağlamından ele alınmıştır.

Müstemlekecilik kavramının kullanımdan düşmesi ve bunun yerine sömürgecilik kavramının kullanımıyla ortaya çıkan anlam belirsizliği birbiri ile ne derecede ilişkilidir? Bu ikisi arasında bir sebep sonuç ilişkisi kurmak çok kolay değildir. Müstemleke kavramının kolonyalizmi karşıladığını düşünebiliriz. Belki kapsamlı bir çalışma ile değişimleri göstermek mümkün olur fakat Avrupamerkezci ideolojilerin benimsenmesi ile düşünce hayatımızda önemli bir kırılmanın yaşandığını tespit etmemiz gerekir.

Türk aydının elinde karanlığı aydınlatan bir fenerin kalmadığını söyleyebiliriz.
Türk aydının elinde karanlığı aydınlatan bir fenerin kalmadığını söyleyebiliriz.

Sorunu kavram tercihine indirgemek doğru değildir. Düşünce dünyamıza egemen olan anlam belirsizliği Arapça kökenli bir kelime yerine öz Türkçe bir kelime kullanmamızdan kaynaklanmıyor. Belki sömürgecilik kavramı yeni olduğu için anlam belirsizliği düşünce dünyamızda kolayca egemenlik kurmuş olabilir. Fakat bu, dünya görüşündeki değişimleri açıklamak için yeterli değildir.

Dünya görüşündeki değişim, Türk aydınının kendini konumlandırmasını doğrudan etkilemektedir. Bugün artık ideolojilerin yol göstericiliğinden de bahsedemiyoruz. En önemli siyasî kavramlar da anlam belirsizliği ile mâlul olduğu için Türk aydının elinde karanlığı aydınlatan bir fenerin kalmadığını söyleyebiliriz.

Bu sebeple bize ait bütün meseleleri Avrupamerkezci bir açıdan görmek sorun teşkil etmiyor. Bu durum sadece “Batılılaşmış” aydın için geçerli değildir. Genel bir sorundan bahsediyoruz. Artık onlar da Marks ve Engels gibi tarihsiz halkların tarih sahnesine çıkacağını düşünüyor.