Tarihin gündönümü vakti: Biz başlatacağız yeniden tarihi

Son 2000 yıldır, Asya’nın içlerinden Avrupa’nın içlerine kadar iki büyük yolculuk gerçekleştiren tek millet Türklerdir.
Son 2000 yıldır, Asya’nın içlerinden Avrupa’nın içlerine kadar iki büyük yolculuk gerçekleştiren tek millet Türklerdir.

Son 2000 yıldır, Asya’nın içlerinden Avrupa’nın içlerine kadar iki büyük yolculuk gerçekleştiren tek millet Türklerdir. Bu iki bin yılın ilk bin yılında yaptığımız yolculuk, genelde yakıp-yıkma ve yok etmeyle sonuçlanmıştı. Ama İslam’ı kabul etmemizden sonra Horasan ve Türkistan Havzası’ndan Tuna Nehri boylarına kadar başlattığımız ikinci büyük -varedici, hayat bahşedici- yürekleri fetih yolculuğuyla, Avrupalılara da, dünyaya da adâlet, estetik ve ahlâk ilkeleri çerçevesinde, bütün farklı dinlere, kültürlere, medeniyetlere hayat hakkı tanıyarak, İstanbul’u kâinatın merkezi hâline getirerek insanlık tarihinin en büyük medeniyet atılımını ve açılımını gerçekleştirdik.

Duran dünya tarihini yeniden yürütecek, herkesi kendine getirecek biziz yine. Biz Müslümanlar! Münhasıran da bu toprakların çilekeş ve yılmaz çocukları. Tıpkı bin yıl önce olduğu gibi. Tarih durdurulmuş olabilir ama biz durmayacağız, toparlanıp yeniden ayağa kalkacağız ve insanlığı hakikat medeniyetiyle buluşturacağız, yeniden ve gölgesinde serinleteceğiz bir kez daha...

Duran dünya tarihini, adâlete ve hakkaniyete, barışa ve hukuka, silme, sulha ve selâmete dayalı, üzerinde enlemesine ve boylamasına kafa patlatılmış, fikir ve oluş çilesi ile gergef gibi işlenmiş güçlü ve köklü bir medeniyet tasavvuru sunarak yeniden harekete geçirebilecek tek coğrafya, İslâm coğrafyasıdır.

Bu coğrafyayı yeniden tarihe girdirebilecek, tarihte tatilden eve döndürebilecek tek aktörse biziz: Bizim hem İslâm’la, hem de hâkim kültürle irtibatımızı simülatifleştirerek / sathîleştirerek ve karikatürleştirerek çift yönlü bir temassızlık yaşamamızla, epistemolojik ve ontolojik kopuş’la karşı karşıya kalmamızla, İslâm tarihinde ikinci büyük medeniyet krizinin eşiğine sürüklenmemizle neticelenen sarsıcı bir fetret döneminden geçmemize yol açan medeniyet krizini anlamlandırıp aşabilecek, vahye dayalı yeni bir medeniyet tasavvuruna ve iddiasına sahip bir Türkiye’nin yeniden tarihin yapılmasında kilit rol oynayacak şekilde harekete geçirilmesidir.

  • Kendini inkâr ederek intihara sürüklenen metamorfoz yemiş, celladına âşık tasmalı çekirgelere dönüşmüş laik Türkiye değil elbette. Dün olduğu gibi yarın da dünyanın ruhu, insanlığın ufku, mazlumların umudu ve zorbaların kâbusu, darülislam / İslâmyurdu, darüsselam / barışyurdu ve darülinsan / insanlıkyurdu ilkelerini harekete geçirerek dünyaya yeniden cihanşümul sulh, selâmet ve hakkaniyet medeniyetini armağan edecek Medine’nin çocuğu Osmanlı'dan süt emen Müslüman Türkiye bu.

Bu gerçek, küresel sistemin aktörleri tarafından çok iyi bilindiği için, Soğuk Savaş’tan sonra İslâm’ın dünya sisteminin önündeki tek tehdit olarak konumlandırılmasıyla başlatılan kültürel, siyasî, ekonomik ve toplumsal stratejilerin merkezinde Türkiye var.

Türkiye’nin İslâm dünyasını yeniden toparlayarak yeni bir medeniyet sıçramasına öncülük etmesinin önünü tıkamak için Amerika, Osmanlı coğrafyasına (Balkanlara, Kafkaslara, İç Asya’ya ve Ortadoğu’ya) derinlemesine ve çaprazlamasına, enlemesine ve boylamasına yerleşti. Önce Balkanların kontrol edilmesi, ardından Afganistan işgaliyle Kafkasların ve İç Asya’nın kontrol edilmesi ve son olarak da Irak’ın ve Suriye’nin işgaliyle birlikte İslam topraklarının kontrol edilmesi, bütün emperyalistlerin Doğu Akdeniz'e yerleşmeleri, yeniden Osmanlı misyonunu harekete geçirerek bölgede orta ve uzun vadede medeniyet iddiasına sahip çıkacak bir Türkiye’nin tarihe girme imkânlarını iptal etmeyi amaçlayan kuşatma operasyonlardır.

Son 2000 yıldır, Asya’nın içlerinden Avrupa’nın içlerine kadar iki büyük yolculuk gerçekleştiren tek millet Türklerdir. Bu iki bin yılın ilk bin yılında yaptığımız yolculuk, genelde yakıp-yıkma ve yok etmeyle sonuçlanmıştı. Ama İslam’ı kabul etmemizden sonra Horasan ve Türkistan Havzası’ndan Tuna Nehri boylarına kadar başlattığımız ikinci büyük -varedici, hayat bahşedici- yürekleri fetih yolculuğuyla, Avrupalılara da, dünyaya da adâlet, estetik ve ahlâk ilkeleri çerçevesinde, bütün farklı dinlere, kültürlere, medeniyetlere hayat hakkı tanıyarak, İstanbul’u kâinatın merkezi hâline getirerek insanlık tarihinin en büyük medeniyet atılımını ve açılımını gerçekleştirdik.

Son 2000 yıldır, Asya’nın içlerinden Avrupa’nın içlerine kadar iki büyük yolculuk gerçekleştiren tek millet Türklerdir. Bu iki bin yılın ilk bin yılında yaptığımız yolculuk, genelde yakıp-yıkma ve yok etmeyle sonuçlanmıştı.
Son 2000 yıldır, Asya’nın içlerinden Avrupa’nın içlerine kadar iki büyük yolculuk gerçekleştiren tek millet Türklerdir. Bu iki bin yılın ilk bin yılında yaptığımız yolculuk, genelde yakıp-yıkma ve yok etmeyle sonuçlanmıştı.

Başka bir deyişle, son bin yılın dünya tarihine çeki düzen veren, mânâ ve ruh katan, derinlik ve hakkaniyet sunan en büyük aktör biziz. Selçuklularla birlikte İslâm medeniyetinin en büyük kurucu, koruyucu ve tarih yapıcı tek aktörü biziz. Bin yıldır, yönetilmeyen ama yöneten tek aktör biziz. Bin yıldır, sömürgeleştirilmeyen, kimseyi sömürgeleştirmeyen ama sonunda son yüz yıl içinde kendi kendini sömürgeleştirme aymazlığına soyunan tarihin tek aktörü de yine biziz. Fiilen değil, zihnen sömürgeleştirildik biz!

Tarih bizim vereceğimiz karara bağlı olarak şekillenecek

Dünya tarihinin yapılması, duran tarihin yeniden harekete geçirilebilmesi, tarihin yeniden gürül gürül akabilmesi, bizim vereceğimiz iki tarihî karara bağlı olarak şekillenecek: Birincisi, Türkiye, kendi kendini sömürgeleştirme, yani kurumları ve toplumu sekülerleştirerek İslâm’dan uzaklaştırma, dolayısıyla Batılı seküler projeleri derinlemesine uygulama projesini devam ettirecek olursa, bu, Türkiye’nin İslam’la ilişkilerinin sakatlanması ve kopmasıyla, dolayısıyla tarihten çekilmesiyle, seküler küresel sistemin ise haksız, hukuksuz ve zorba yöntemlerle ve ayartıcı söylemlerle varlığını bir süre daha devam ettirmesiyle sonuçlanacaktır. Yani Türkiye, ‘Şark Meselesi’nin ikinci ayağını da uygulayarak zamanla kendi intiharını hazırlamakla kalmayacak, böylelikle, insanlığın insanca bir dünyaya kavuşabilmesini sağlayabilecek tek imkânı da yitirmesinin tek sorumlusu olacaktır.

Dünya tarihinin yapılması, duran tarihin yeniden harekete geçirilebilmesi, tarihin yeniden gürül gürül akabilmesi, bizim vereceğimiz iki tarihî karara bağlı olarak şekillenecek
Dünya tarihinin yapılması, duran tarihin yeniden harekete geçirilebilmesi, tarihin yeniden gürül gürül akabilmesi, bizim vereceğimiz iki tarihî karara bağlı olarak şekillenecek

Bilindiği gibi ‘Şark Meselesi’nin birinci ayağı İslâm'ı (tarih yapan bir aktör olarak İslâm medeniyetini) tarihten, Türkleri ise Avrupa’dan uzaklaştırmayı amaçlıyordu. Avrupalılar, Osmanlı’yı durdurarak bu amaçlarına ulaşmayı başardılar. Şu ân, 1908 yılından bu yana ‘Şark Meselesi’nin ikinci ayağı uygulanıyor: Yani Türkleri İslâm’dan uzaklaştırma projesi, dünyada sömürgeleştirilemeyen üç ülkeden biri olan Türkiye’nin bizzat kendi kendisini sömürgeleştirme projesi, yani sekülerleştirme projesi ile derinlemesine hayata geçirilmeye çalışılıyor... Ve bu toplum, celladına âşık edilen tasmalı çekirgelere dönüştürülüyor...

Ancak tarihin yapılmasında kilit rol oynamış en önemli bir kaç aktörden biri olan Türk toplumu, ikinci seçeneği, yani yeni bir medeniyet iddiasını hayata geçirme tercihini yapacak olursa, tarih işte o zaman gerçek anlamda yeniden başlamış olacak. Aynı anda farklı medeniyetlerin, yeniden kendi zeitgesitlarını üretebilecekleri, dünya kültürüne katkıda bulunabilecekleri bambaşka bir dünyanın kurulması imkân dâhiline girmiş olacak.

Şu ân Türkiye’de yaşanan bütün sorunlar, Türkiye’nin pek fazla şuurlu olmasa da, bu ikinci seçeneği tercih etme direncinin ve kararlılığının eninde sonunda gerçeğe dönüşmesine yol açacak. Bu direncin, esaslı bir medeniyet iddiasına dönüştürülebilmesinin yolu, Türkiye’nin kendi kendini sömürgeleştirme aymazlığının, Türkiye’nin intiharı ile sonuçlanacağını kavrayarak Osmanlı misyonuna benzer yaratıcı bir ruh ve kurucu iradeyle donanmasından, bunun yolu da, öncelikli olarak öncü varoluş kuşağının hazırlanmasından geçiyor...

Medeniyet sıçraması ve öncü varoluş kuşağı

Ben Türkiye’de yaratıcı ruhun da, kurucu iradenin de, bu iradeyi ve ruhu kuşanacak öncü varoluş kuşağının da filizlenmekte olduğunu gözlemliyor ve duran dünya tarihinin insanlığa hayat bahşedecek şekilde hayatiyet kazanabilmesini mümkün kılabilecek tarihî derinliğe, medeniyet tecrübesine ve kültürel zenginliğe sahip tek ülkenin Türkiye olduğunu, bütün Batılıların da, İslâm dünyasının da iliklerine kadar hissettiğini, Batılıların Türkiye’nin böylesi bir medeniyet yürüyüşüne soyunmasını önlemek için büyük çaba gösterdiklerini, o yüzden Türkiye’yi kendi hâline bırakmadıklarını, Soğuk Savaş’tan itibaren Osmanlı coğrafyasına yerleşerek, Osmanlı misyonu ile donanarak yepyeni bir medeniyet iddiasına sahip çıkacak bir Türkiye’nin tarihi harekete geçirecek bir yürüyüşe soyunmasını önlemek için Türkiye’yi kuşattıklarını; İslâm dünyasının ise Türkiye’deki en küçük kıpırdanmadan büyük heyecan duyduğunu görüyorum.

  • O yüzden, geleceğin tarihini yapabilmemizin yolunun, geçmişin tarihini geleceği şekillendirecek şekilde seferber edebilmemizden geçtiğini asla unutmamamız gerektiğini hatırlatarak, bütün dikkatlerimizi ve gayretlerimizi, öncelikli olarak, medeniyet sıçramasını mümkün kılacak ilim ve düşünce geleneği (kitap aşaması), kültür ve sanat geleneği (mîzan aşaması) ve muhkem, sarsılmaz bir duruş ve ahlâk, hâl ve “siyaset” geleneği (hadîd aşaması) geliştirecek, öncü varoluş kuşağının hazırlanması için yoğunlaştırmamız gerektiğini düşünüyorum. Türkiye bilkuvve umut. Türkiye’nin bilfiil umut olabilmesi için uzun soluklu bir medeniyet yolculuğuna soyunması şart.

Tanzimat, bir unutuş kuşağı; Meşrûtiyet, bir hatırlayış kuşağı; Büyük Doğu ve Risâle-i Nûr, bir uyanış kuşağı; Nurettin Topçu ve Erol Güngör, bir harekete geçiş kuşağı ve nihâyet Sezai Karakoç, bir diriliş kuşağı yetiştirmişti. Şimdi, peygamberî sözü ve soluğu kuşanarak, insanlığa ne olduğunu ve başına ne/ler geldiğini hatırlatacak; bütün zamanları seferber ederek, bütün zamanları kendi çocuğu kılarak ve bütün zamanların çocuğu olarak, uzun, zorlu bir medeniyet yolculuğuna soyunacak, özetle tarihi durduran bariyerleri birer birer yıkarak insanlığın tarihî yürüşünü yeniden başlatacak, insanlığın önüne yepyeni koridorlar açacak asalet ve şahsiyet sahibi, ufuk ve şuur sahibi, pergelin sabit ayağını bizim medeniyetimize sabitleyerek, pergelin hareketli diğer ayağıyla bütün medeniyetlere, dünyalara ve ufuklara açılabilecek, kompleksiz ve özgüven sahibi bir öncü varoluş kuşağını hazırlamakla mükellefiz.

Yazının bundan sonraki bölümünü, buraya kadar söylediklerime ruh katacak, kışkırtıcı şiirsel bir mini manifestoya, bambaşka bir tarih felsefesi manifestosuna ayırarak, yazıyı sona erdirmek istiyorum.

Tarihin beş vakti: gündönümü zamanı şimdi...

Tarihin gündönümü vaktindeyiz: Güneş, ışınlarını uzun gölgelere yayarak sunuyor cömertçe bütün varlığa. İnsanlığın tarihinin, tabiatın tarihinin, kâinattaki bütün varlıklarının tarihinin olgunluk safhasındayız. Olgunluk ve yorgunluk. Tarihin gündönümü vakti, ikindi vakti şu ân.

İnsanın Rabbiyle irtibatı beş vakitle mukayyet.

İnsanın tarih yolculuğunu da insanın vakitle kurduğu beş safhalık kulluk eylemiyle izah edebiliriz.

Sabah namazı vaktinde insan secdeye durur, yer gök, bütün varlıklar güneşin ilk ışınlarını beklemeye koyulur... Şafak atar, güneş çıkar, yer gök aydınlanır, rahmet semada ve arzda dalga dalga dolanır, bütün varlıklara ulaşır. Dışını ışıtır, içini ısıtır bütün varlıkların ve tabiî insanın.

  • İnsan, dimdik doğrulur, bütün putları elinin tersiyle iterek yola koyulur... Melekût âleminden süt emen insan, öğle vaktinde konaklar, güneş en tepeye vardığında, durur dinlenir, durur düşünür insanın ve hayatın telâşlı devr-i dâimini...
  • Soluklanır...
  • Taze bir ruhla, diri bir kalple yola koyulur...
  • Yorulur...
  • Gündönümü vakti, sararmaya başlar, dağ, taş, ağaçlar yapraklarını dökeyazar birer birer...
  • Akşam, kıştır artık; evine kapanır insan, içine yönelir, dinlenmeye bütün varlıklar...

TraiYatsı vakti, yenilenmek için, taze ruh ve enerji devşirmek için çekilir dünyadan insan.

  • Geceye yürür... Ruhun yolculuğu başlar zifirî karanlıkta. Zifirî karanlıkla ancak ruh başa çıkar zira. Ruh, yıkar insanı, arındırır gece boyunca, tertemiz yapar sabaha kadar...

Sabah hayat, yeni bir hayat başlar yeniden, yeni sürprizlere gebe...

Umutla doğrulur insan hayata, hakikat yolculuğunu aksatmadan sürdürebilmek için.

Şimdi insanlık tarihin ikindi vaktinde, esen fırtınalarla boğuşuyor akşama sağ salim sahil-i selâmete çıkmak için okyanusun tam ortasında...

Fırtına, kar, tipi her şey var okyanusta...

Göz gözü görmüyor...

Olgunluktan ziyade yorgunluk işaretleri görülüyor havada, insanlarda...

İnsanlık işte bu kar, tipi, fırtına ortasında iki seçenekle karşı karşıya: Ya okyanusun dalgaları arasında yok olacak ya da Nebevî solukla donanarak, hakikat medeniyeti yolculuğuna çıkacak, sahil-i selâmete, evine varacak, içine yönelecek, ruh yolculuğuna çıkacak, içini imar edecek, bütün kirlerden arınarak şafakla birlikte taze bir yolculuğa çıkacak...

İşte öncü kuşak burada çağ aşacak, çağ açacak, çağrısı çağını kuracak, insanlığın yükünü omuzlarında taşıyacak hakikat medeniyetinin tohumlarını toprağa düşürecek, ilk şafakla birlikte... Güneş, daha bir cömertçe yayacak ışıklarını arza ve semaya ve arasındaki varlıklara; daha samimiyetle, daha ihlasla sarıp sarmalayarak ısıtacak çilekeş insanlığa kol kanat gererek ve diriltici bir varoluş nefesi üfleyerek...

Duran tarih, durdurulan insanlık tarihi yeniden başlayacak böylelikle...