Türkiye'deki göç hareketleri Lozan Barış Anlaşması ile başladı

İsmet İnönü başkanlığındaki Türk heyeti, 24 Temmuz 1923'te Lozan Barış Antlaşması'nı imzaladı.
İsmet İnönü başkanlığındaki Türk heyeti, 24 Temmuz 1923'te Lozan Barış Antlaşması'nı imzaladı.

Birinci Dünya Savaşı'ndan bu günlere kadar geçerliliğini koruyan Lozan Barış Anlaşması'nın Türkiye Cumhuriyeti'nin göç hareketleri üzerindeki etkilerini Semanur Darbaz kaleme aldı. Anlaşmadaki maddeler uzun yıllar göç ve nüfus üzerinde büyük rol oynadı.

Lozan’da bulunan Beau-Rivage Palace, İsviçre’nin hala hizmete devam eden en eski oteli. Bu otelin bir başka önemi ise 97 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu belgesi sayılan Lozan Barış Anlaşması’nın burada imzalanması.

Kimleri tarafından “zafer”, kimileri tarafından ise “hezimet” olarak ele alınan bu anlaşma, 1. Dünya Savaşı sonrasında imzalanıp bugün hala geçerliliğini koruması ile Türk diplomasi tarihi açısından büyük bir öneme sahip. Fakat bu anlaşmanın çözemediği ya da yer açtığı bazı sorunlar hala Türkiye’nin iç ve dış politikasında etkisini gösteriyor.

Elbette anlaşmanın askeri konulardan, ekonomik ve mali konulara kadar konuşulacak pek çok noktası var. Fakat bu yazıda ele alacağımız mesele Lozan Barış Anlaşması ile başlayan Türkiye Cumhuriyeti’nin göç hareketleri ve politikaları. Ya da başka bir deyişle Lozan sonrası Türkiye’de kimin 'biz' kimin 'öteki' olarak tanımlandığı.

Lozan Barış Antlaşması'nın imzalandığı Beau-Rivage Palace oteli.
Lozan Barış Antlaşması'nın imzalandığı Beau-Rivage Palace oteli.

Dünyada boy gösteren milliyetçi dalgadan nasibini alan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu liderlerinin imzaladığı Lozan Barış Anlaşması, nerenin Türkiye olduğunun yanı sıra, kimlerin Türk sayıldığını da belirledi. Lozan Barış Anlaşması’nda 38. maddede de belirtildiği gibi Türkiye Hükümeti, ülke içinde kalan herkesin “doğum, milliyet, dil, soy, ya da din ayırt etmeksizin… yaşam ve özgürlüklerini, en geniş biçimde, korumayı” üstlendi.

Cumhuriyet’i kurarken oluşturulan Türk milli-kimliği, ulus-devlet olma yolunda etnik ve kültürel çeşitliliği yok saydı. Lozan Anlaşması’nda yalnızca Müslüman olmayan gruplardan Ermeni, Musevi ve Rumlara azınlık statüsü verildi.

Türkiye'deki göç hareketleri

Lozan Barış Anlaşması’ndaki 30. madde kararınca eski Osmanlı topraklarında kalan Türk uyruklular, iki yıl içinde Türkiye’ye göç etmedikleri takdirde, bulundukları ülkenin uyruğuna geçeceklerdi. Bu madde uzun yıllar sürecek nüfus hareketlerinin habercisiydi, fakat anlaşmanın Türkiye Cumhuriyeti’nin göç hareketlerini başlatan daha önemli bir maddesi nüfus mübadelesi idi.

Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk toplu göçe (nüfus mübadelesi) bu ulus-devlet yaklaşımı ile imzalanacak Lozan Barış Anlaşması’nın ön koşulu olan “Türk ve Yunan Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol” sebep oldu. Bu protokol kapsamında Batı-Trakya Müslümanları ile İstanbul Rumlar’ı dışında, Türk topraklarındaki Rum Ortadoksları ve Yunan topraklarındaki Müslümanlar zorunlu olarak yer değiştirecek ve yerleştikleri ülkenin vatandaşı sayılacaklardı. Diğer bir deyişle, Türk uyruklu Rum Ortadoks, artık Yunan uyruklu sayılacaktı. Nüfus mübadelesi kapsamında, Anadolu’daki 1.200.000 civarındaki Rum Ortadoksu, Yunanistan’daki 500.000 Müslümanla değiş-tokuş edildi.

Nüfus Mübadelesi ile 1.200.000 Ortodoks Hristiyan Rum Anadolu'dan Yunanistan'a, 500.000 Müslüman da Yunanistan'dan Türkiye'ye göç etmiştir.
Nüfus Mübadelesi ile 1.200.000 Ortodoks Hristiyan Rum Anadolu'dan Yunanistan'a, 500.000 Müslüman da Yunanistan'dan Türkiye'ye göç etmiştir.

Peki taze Cumhuriyet’in topraklarında gerçekleşen bu ilk toplu göç amacına hizmet etmiş miydi?

Her iki ülkenin de ulus-devlet kurmak ve nüfusunu homojenize etmek amacıyla yaptığı bu anlaşma aslında beklenildiği gibi bir sonuç göstermemişti. Din üzerinden homojenize edilmeye çalışılan toplumlarda farklı ırk ve dile sahip göçmenler farklı bir mozaik meydana getirmişti. Lozan müzakerelerine katılan Osmanlı‘nın son döneminden Erken Cumhuriyet’e kadar mecliste mebusluk yapan Dr. Rıza Nur bile mübadele sonuçlarından memnun kalmamış, endişelerini “Memleket insana çok muh­taçtır… Onlardan burada istifade edelim dedik. Fakat efendiler; ma­alesef bu hiç olmamıştır… İstanbul'un civarında en iyi yere sanki hiç Türk yokmuş gibi birtakım Arnavutlar getirilmiş konmuştur” şeklinde dile getirmişti.

Elbette toplu göçler mübadele ile bitmedi, Balkanlar’da kalan Müslümanlar ilerleyen yıllarda da Türkiye’ye gelecekti. Savaş ve mübadele sonrasında nüfusu azalan, genç Cumhuriyet’te ekonomik kalkınmayı sağlamak ve milli güvenlik için bu nüfus hareketleri devlet tarafından da teşvik ediliyordu. Yalnızca 1923-1938 yılları arasında Bulgaristan’dan 204.686, Yugoslavya’dan 111.273 ve Romanya’dan 113.720 kişi göçmen olarak Türkiye’ye geldi. Bu göç hareketlerini yönetmek için uygulanan politikalar dönemin milliyetçi dalgasından etkilendi. 1926 ve 1934 yıllarında kabul edilen İskân Kanunlarına göre yalnızca Türk soyundan gelen ya da kültürüne yakın olan kimseler göçmen olarak kabul ediliyordu.

Balkanlardan Türkiye'ye göç edenler 'muhacir' sayıldı
Balkanlardan Türkiye'ye göç edenler 'muhacir' sayıldı

Mühacir sayılıp, vatandaşlık hakkı verildi

Bu noktada Balkanlardan gelen göçmenlerin büyük bir çoğunluğu Türk soyuna ya da kültürüne bağlı olduğu gerekçesiyle muhacir sayılıp, ülkeye alınarak vatandaşlık hakkı verildi. Bu topluluklar Boşnak, Arnavut, Kosova ve Makedonya Türklerini de içinde barındırıyordu ve Sırpça, Boşnakça, Arnavutça dilleri konuşuluyordu. Takip eden yıllar Balkanlar’dan yeni göç dalgaları getiriyor ve takip eden hükümetler görece cömert politikalar uyguluyor ve göçmenlere iskan verip iş sahibi yapıyordu.

1991'de Irak'taki kriz zorunlu göçlere sebebiyet verdi
1991'de Irak'taki kriz zorunlu göçlere sebebiyet verdi

Bugün Suriye'de yaşanan krizi benzeri 1991'de Irak'ta yaşandı

Bu göç deneyimlerinde eski Osmanlı sınırları içinde yaşamış ve Müslüman olan göçmenler “Türk soyuna ve kültürüne bağlı” sayılmışken, çelişkili bir uygulama 20. yüzyılın son yıllarına denk geldi.Bugün Suriye’de yaşanan krizin bir benzeri 1991’de Irak’ta yaşanmış, Saddam Hüseyin hükümeti Kuzey Irak’taki Kürt ve Türkmen soylu Iraklılara yönelik saldırıları sonucunda 460,000 sığınmacı Türkiye’ye sığınmıştı. Güvenlik tereddütleri ve uluslararası camiadan bekledikleri desteği alamayacakları endişesi ile sığınmacı akınına karşı Türkiye hükümetinin ilk tepkisi sınırı kapatmak olsa da, sonrasında sığınmacıları sınırdaki dağların eteklerindeki çadırkentlere yerleştirdi.Hem hükümet hem de halk sığınmacıların barınak, yiyecek, giyim ihtiyaçlarını karşılamak için seferber oldu. Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin toplanması için çağrıları ve Irak Hükümeti’nin sivil halkı göçe zorlayan saldırılarının devam etmesiyle, Irak’ın Kuzey’inde sığınmacıların yerleşmesi için güvenli bölge kuruldu.

Kim 'misafir', kim 'bizden'?

Bu sığınmacı akını karşısında uluslararası desteğin gelmemesine ve sığınmacı sorununu çözme konusunda yalnız bırakılmasına rağmen Türkiye bu konuyu insani boyutuyla ele almış, sığınmacılara yardım sağlamıştı. Fakat sığınmacılar “misafir” olarak anılmış ve ilk fırsatta güvenli bölgeye sevk edilecekleri sık sık dile getirilmişti. Aynı yıllara denk gelen başka bir toplu göçe verilen farklı reaksiyon ise Türkiye’nin kuruluşundan miras kalan ulus-devlet anlayışında kimin “misafir” kimin “bizden” sayılacağı sorusuna cevap veriyordu.

1989'daki Bulgaristan'da başlayan zorunlu göç anlarından
1989'daki Bulgaristan'da başlayan zorunlu göç anlarından

'Türk soyuna yakınlık' şartı yeterli gelmeyince yeni politikalar geliştirildi

1989 yılında Bulgaristan’da kominist hükümetin asimilasyon politikalarından kaçan 344.000 Bulgar Türkleri ve başka müslüman gruplar Türkiye’ye sığındı. Bu grup iskan kanunu kapsamında imkanlar dahilinde yerleşke, maddi yardım, işlemeleri için toprak ve hayvan verildi. Kısaca 1923 öncesinde Osmanlı’nın topraklarına mensup iki grup “Türk soyuna veya kültürüne yakın” olması üzerinden farklı okunup, farklı politikalara maruz kaldı.

Bu çelişen deneyimlerden sonra Türkiye hükümeti de iskan kanunun ve “Türk soyuna yakınlık” şartının göç hareketlerini kontrol etmekte yeterli olmadığı kanaatine vardı, yeni politikalar geliştirdi. 1994’te imzalanan yönetmelik ile Türkiye’ye sığınan göçmenlerin sınır dışı edilmesi yasal olarak engellendi, sığınak ve temel ihtiyaçların karşılanması hukuken garanti altına alındı. Günümüzde bu kanunlar daha demokratik bir çerçeveye oturtulup, sığınmacılara daha fazla hak ve imkanlar sağlıyor.

Türkiye tarihi boyunca kendisine sığınmak isteyen mazlumlara yardım eli uzattı, bu yazıda anılmayan pek çok farklı grubu ya vatandaş olarak ülkesine aldı, ya da geldiği ülkedeki tehlike bitene kadar sığınmalarına imkan sağladı.

Fakat Lozan’daki kurucu liderlerin ulus-devlet anlayışı, çok yakın bir tarihe kadar Türkiye’nin “makbul” gördüğü göçmenler üzerinde etkili bir rol oynadı. Bugün daha geniş göçmen gruplarına açılan kapılar, uzun süre tekil kimliklerin egemenliği altında kaldı.

Bugünün gazete manşetleri için tıklayın >