Jurnal.ist Tarih - GZT

Video Player is loading.
Current Time 0:00
Duration -:-
Loaded: 0%
CANLI
Remaining Time 0:00
 
1x
    • Chapters
    • Açıklamalar kapalı, seçildi
    • Altyazı Kapalı, seçildi

      Türklerde hamilelikte cinsiyet tahmini nasıl olurdu?

      Geçmişte Türk topluluklarında hamile kadınların doğacak çocuklarının cinsiyetini tahmin etmek için ilginç yöntemler kullanılırdı. Halk arasında inanışlara dayanan bu tahminler, farklı bölgelerde değişiklik gösterirdi. Hamile kadının aşermesi, en yaygın işaretlerden biriydi. Eğer anne adayı tatlı isterse erkek, ekşi isterse kız çocuğu beklenirdi. Mersin'de kız çocuk istenirse limon, erkek çocuk istenirse bandırma yedirilirdi. Alanya'da et yiyen kadının erkek, pekmez yiyenin kız çocuk doğuracağına inanılırdı. Anne karnındaki hareketler de belirleyici sayılırdı. Bebek erken hareket ederse erkek, geç hareket ederse kız olacağı düşünülürdü. Adana'da karın ovalandığında topak gibi ise kız, sağa sola kayıyorsa erkek olacağı söylenirdi. Diyarbakır'da ise karın sertse erkek, yumuşaksa kız çocuk geleceğine inanılırdı. Karın şekline bakılarak da tahmin yapılırdı. Bitlis, Adıyaman, Çorum, Siirt, Giresun, Trabzon ve İnebolu'da karın sivri ve dikse erkek, yayvan ve yuvarlaksa kız olacağı söylenirdi. İnebolu'da ayrıca annenin güzelleşmesi erkek, çirkinleşmesi kız çocuğa yorulurdu. Benzer bir inanışın İran Türklerinde de görüldüğü biliniyor. Bazı bölgelerde farklı uygulamalar da vardı. Alanya'da ateşe atılan şapın şekline bakılır, sivri çıkarsa erkek, yuvarlak çıkarsa kız olacağına inanılırdı. Rüyalar da cinsiyet tahmininde önemliydi. Rüyada elma veya yumurta görenin kızı; salatalık ya da armut görenin oğlu olacağına inanılırdı. Ay görmek erkek, güneş görmek ise kız çocuk işareti sayılırdı. Tüm bu inanışlar, Türk halkının doğacak çocuğun cinsiyetini gözlem ve deneyimlerle tahmin etmeye çalıştığını gösteriyor...devamı

      Video Player is loading.
      Süre 0:00
      Toplam Süre -:-
      Yüklendi: 0%
      CANLI
      Kalan Süre 0:00
       
      1x
        • Bölümler
        • Açıklamalar kapalı, seçildi
        • Altyazı Kapalı, seçildi

          Timur'un alamadığı kale: Tokat

          Tokat, hem tarihi şahsiyetlerle olan bağlantıları hem de kültürel zenginlikleriyle öne çıkıyor. Roma İmparatoru Sezar'ın “Geldim, gördüm, yendim” sözünü burada dile getirdiği rivayet edilirken, Emir Timur'un alamadığı tek kalenin de Tokat'ta bulunduğu biliniyor. Söz konusu kalede bir dönem Kazıklı Voyvoda'nın da kaldığı aktarılıyor. Şehrin ismi, Togayıt Türklerinden geliyor. Tokat'ta Türk giyim kültürü yüzyıllar boyunca korunarak günümüze kadar ulaşmış durumda. Bindallı, şalvar, kuşak ve yazma, bugün hâlâ birçok köyde kullanılmaya devam ediyor. Osmanlı döneminde Valide Sultanların özel giysilerinin Tokat'ta dokunup saraya gönderildiği biliniyor. Mevlana'nın da hayranlık duyduğu şehirlerden biri olan Tokat için ünlü düşünür, “Tokat'a gitmek gerek, çünkü Tokat'ta insanlar ve iklim mutedil” ifadelerini kullanmıştı. Yavuz Sultan Selim ise Çaldıran Seferi sırasında Reşadiye Selemen Yaylası'nda otağını kurarak burada Cuma namazını kılmıştı. Osmanlı topraklarındaki hamam işletmelerinin uzun yıllar sadece Tokatlılara verilmesi de dikkat çekici bir ayrıntı. Tokat bu yönüyle “hamam kültürünün merkezi” olarak da anıldı. Şehir, Gazi Osman Paşa'nın memleketi olmasının yanı sıra İbn-i Kemal gibi büyük alimlerin yetiştiği bir kültür yuvası. Yalnızca madımak, keşkek ve çemen gibi yöresel lezzetleriyle değil, tarih boyunca saklı kalmış hazineleriyle de Tokat öne çıkıyor...devamı

          Video Player is loading.
          Süre 0:00
          Toplam Süre -:-
          Yüklendi: 0%
          CANLI
          Kalan Süre 0:00
           
          1x
            • Bölümler
            • Açıklamalar kapalı, seçildi
            • Altyazı Kapalı, seçildi

              Eşlerinin dırıltısından vefat eden Halil Ağa

              Zeytinburnu Merkezefendi Mezarlığı'nda bulunan bir mezar taşı, Osmanlı dönemi mizah anlayışını günümüze taşıyor. Mezar taşındaki ifadeye göre, Halil Ağa eşlerinin ve annesinin “dırlatmasından” vefat etti. Hicri 1260, miladi 1844 yılında, Sultan Abdülmecid döneminde hayata veda eden Halil Ağa'nın kabri, ziyaretçilerin dikkatini çekiyor. Osmanlı mezar taşları, günümüzdekilere kıyasla daha uzun ve ayrıntılı anlatılar sunmasıyla biliniyor. Taşlarda, merhumun hangi aileden geldiği, mesleği, sosyal statüsü ve hatta ölüm sebebi gibi bilgiler yer alabiliyor. Bu durum, bazen tarihî mezar taşlarında tebessüm ettiren, sıra dışı ifadelerin de karşımıza çıkmasına neden oluyor. Halil Ağa'nın hikâyesi de bunlardan sadece biri...devamı

              Video Player is loading.
              Süre 0:00
              Toplam Süre -:-
              Yüklendi: 0%
              CANLI
              Kalan Süre 0:00
               
              1x
                • Bölümler
                • Açıklamalar kapalı, seçildi
                • Altyazı Kapalı, seçildi

                  Osmanlıların yaptığı grafitiler

                  İstanbul'un yüzyıllardır ayakta duran taş duvarları, sadece tarih kitaplarının anlattığı hikâyeleri değil, bizzat yaşayanlarının bıraktığı izleri de saklıyor. Son araştırmalar, Osmanlı dönemine ait gizli grafitileri gün yüzüne çıkardı. Bu kazımalar; bir yeniçerinin sevgilisine yazdığı isimden, sefer rotasını kaydeden bir denizcinin notuna, rakip ocağa atılan taşlamalardan uğur sayılan sembollere kadar uzanıyor. Topkapı Sarayı'nın sessiz koridorlarında, Galata Kulesi'nin taş yüzeylerinde, Camilerde, Rumeli Hisarı'nın gölgeli duvarlarında, Yüzyıllardır kimsenin fark etmediği satırlar, bazen bir dua, bazen bir aşk itirafı, bazen de “biz buradaydık” diyen meydan okumalar olarak karşımıza çıkıyor. En eski örneklerin 16. yüzyıla kadar olduğu gözüküyor. O dönem sprey boyalar yoktu, ama kazınmış harfler, çizilmiş figürler ve semboller, bugünkü sokak sanatına şaşırtıcı derecede benziyor. Osmanlı grafitileri, geçmişin sadece padişahların değil, sıradan insanların da hikâyesini anlattığı nadir miraslardan biri...devamı

                  Video Player is loading.
                  Süre 0:00
                  Toplam Süre -:-
                  Yüklendi: 0%
                  CANLI
                  Kalan Süre 0:00
                   
                  1x
                    • Bölümler
                    • Açıklamalar kapalı, seçildi
                    • Altyazı Kapalı, seçildi

                      Türkistan'da Göktürklerin torunları Türkatalar topluluğu

                      Türkistan'da Göktürklerin Torunları: Türkatalar Topluluğu Kimdir? Türkistan coğrafyasında Göktürklerin torunu olan Türkatalar Topluluğu, bugün hâlâ kendilerini gururla “biz Türkata'nın çocuklarıyız” diyerek tanıtıyor. “Biz Türk'üz” ifadesini doğrudan kullanan bu topluluk, asıl yurtları Tacikistan olmakla birlikte, günümüzde özellikle Kırgızistan ve Kazakistan topraklarında, ayrıca Özbekistan ile Kırgızistan arasındaki Fergana Vadisi'nde yoğun olarak yaşıyor. Yaklaşık 1.5 milyon nüfusa sahip olan Türkatalar, ağırlıklı olarak çiftçilik ve hayvancılıkla geçimlerini sağlıyor. Sovyetler Birliği dönemindeki kimliklerin eritildiği baskıcı rejime rağmen kimlik kartlarında “Türk” yazdırmayı başaran topluluk, bu yönüyle kimlik ve kültürlerine sıkı sıkıya bağlı olduklarını gösteriyor. Bölgedeki kaynak kişiler, Türkataların atalarının Tacikistan'ın Oratepe bölgesinden geldiğini belirtiyor ve Oratepe'yi “Türklerin başkenti” olarak adlandırıyor. Bu tanımlama, topluluğun tarihî köklerinin derinliğine ışık tutuyor. Türkatalar, kitaplarda nadiren rastlanan, ancak kendi dili ve kimliğiyle varlıklarını sessiz ama kararlı bir şekilde sürdüren önemli Türk topluluklarından biri olarak öne çıkıyor. Ancak, bu topluluk hakkında toplum olarak ne kadar bilgiye sahibiz?..devamı

                      Video Player is loading.
                      Süre 0:00
                      Toplam Süre -:-
                      Yüklendi: 0%
                      CANLI
                      Kalan Süre 0:00
                       
                      1x
                        • Bölümler
                        • Açıklamalar kapalı, seçildi
                        • Altyazı Kapalı, seçildi

                          Enver Paşa'yı 74 yıl saklayan aile

                          4 Ağustos 1922'de Tacikistan'ın Obi Dara köyünde Kurban Bayramı sabahı, Enver Paşa ve beraberindekiler, Kızılordu tarafından pusuya düşürüldü. Bayram namazının hemen ardından iki Sovyet ajanı, Paşa'nın köyde olduğunu ihbar etti. Çıkan çatışmada Enver Paşa, yaveri Ferruh Bey ve müfreze üyeleri şehit düştü. Paşa'nın naaşı, bir Tacik asker tarafından şelaleye saklandı ve ailesine emanet edildi. Bu aile, Enver Paşa'nın naaşını tam 74 yıl boyunca gizledi. 1996 yılında naaş Türkiye'ye getirildi ve bugün Şişli'deki Abide-i Hürriyet Anıtı'nda yatıyor. Bu, bir millete adanmış 74 yıllık sadakatin tarihi. ..devamı

                          Video Player is loading.
                          Süre 0:00
                          Toplam Süre -:-
                          Yüklendi: 0%
                          CANLI
                          Kalan Süre 0:00
                           
                          1x
                            • Bölümler
                            • Açıklamalar kapalı, seçildi
                            • Altyazı Kapalı, seçildi

                              Tercih rehberi: FSM Üniversitesi

                              Aziz Sancar, İlmin Kalbinde: 'Gelecek, İlimle Fethedilir'İstanbul – Nobel Ödüllü bilim insanı Prof. Dr. Aziz Sancar, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi'nden fahri doktora aldı. Sancar'ın bu anlamlı kabulü, sadece bir akademik unvan değil, köklü bir medeniyet mirasına verilen değerin sembolü olarak değerlendiriliyor. Fahri doktora töreninin gerçekleştiği Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi (FSMVÜ), İstanbul'un kalbinde, ilimle tarihin kesişim noktasında yer alıyor. Üniversite, adını taşıdığı büyük hükümdar Fatih Sultan Mehmet'in mirasını yalnızca yaşatmakla kalmıyor, aynı zamanda çağın bilimsel ihtiyaçlarına da cevap veriyor. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u yalnızca siyasi bir başkent değil, aynı zamanda ilmin merkezi haline getirmişti. Ayasofya Medresesi'nde Ali Kuşçu astronomi dersleri verirken, Molla Hüsrev fıkıh ilmini öğretiyordu. Bugün ise, aynı mekânlarda kurulu FSMVÜ, bu büyük geleneği modern araştırma ve eğitim kurumlarıyla sürdürüyor. Üniversitenin Haliç Yerleşkesi, Osmanlı'da modern mühendisliğin temellerinin atıldığı Mühendishane-i Berrî-i Hümâyun'un bulunduğu tarihi alanda yer alırken; Üsküdar Yerleşkesi ise Mimar Sinan'ın inşa ettiği Atik Valide Külliyesi'nin kalbinde bulunuyor. Aziz Sancar'ın, dünyanın dört bir yanından aldığı 60'a yakın fahri doktora teklifine rağmen, FSMVÜ'nün teklifini “özgün tarihi ve anlamı” nedeniyle kabul etmesi dikkat çekti. Sancar'ın bu kararı, ilmin köklerine ve kültürel sürekliliğe verdiği önemin bir göstergesi olarak yorumlandı. Sancar'ın şahsında vücut bulan bu bilimsel yolculuk, Ali Kuşçu'dan bugüne uzanan bir ilim geleneğinin devamı niteliğinde. Üniversitenin kurumsal söylemiyle ifade edecek olursak: “Gelecek, ilimle fethedilir.”..devamı