Bir çekişmenin anatomisi

Bir çekişmenin anatomisi
Bir çekişmenin anatomisi

Mısır’daki Arap Bürosu ile Britanya Hindistanı arasındaki mücadele, Birinci Dünya Savaşı yıllarında İngiltere’nin Ortadoğu’daki politikalarının merkezinde yer alan derin bir çekişme olmuştu. Bu çekişme sadece İngiltere’nin farklı kurumları arasındaki bir idarî çatışma değil, aynı zamanda Arap dünyasının geleceğini, Osmanlı sonrası düzenin nasıl şekilleneceğini ve bölgedeki milliyetçi hareketlerin hangi yöne evrileceğini belirleyen bir süreç olmuştu.

Arap Bürosu, Kahire’de kurulmuş ve özellikle Arap milliyetçiliğini Osmanlı’ya karşı bir araç olarak kullanmayı hedeflemişti. Buna karşılık Britanya Hindistanı ise uzun zamandır yürüttüğü geleneksel politikalarıyla Arap Yarımadası’nda istikrarı sağlamak, özellikle Basra Körfezi’nde ve Hicaz’da Osmanlı’nın yerine kendi nüfuzunu tesis etmek istemişti. Bu iki merkez arasındaki mücadele İngiliz devletinin içindeki farklı çıkar gruplarının yansımasıydı ve bölge halklarını derinden etkilemişti.

Arap Bürosu’nun doğuşu, 1916 Arap İsyanı ile doğrudan bağlantılıydı. Kahire’de görev yapan genç subaylar, aralarında T. E. Lawrence’ın da bulunduğu bir kadro, Osmanlı karşıtı Arap milliyetçilerini destekleme yolunu seçmişti. Bu grup, İngiltere’nin savaşta Osmanlı’yı zayıflatabilmesi için Arapların bağımsızlık vaadiyle isyana teşvik edilmesi gerektiğini savunmuştu. Onların gözünde Arap dünyası, Osmanlı’nın baskısından kurtulmayı bekleyen bir milletler topluluğuydu ve İngiltere bu beklentiye karşılık verirse hem Osmanlı ordusunu içeriden parçalayabilecek hem de savaş sonrasında bölgede kolayca hâkimiyet kurabilecekti.

  • Arap Bürosu’nun politikaları idealist bir söyleme sahip görünse de aslında İngiltere’nin çıkarlarını öncelemişti. Buna rağmen, Araplarla kurdukları ilişkiler onlara bölgede güçlü bir prestij sağlamıştı.
Britanya İmparatorluğu'nun kolonilerini denetlemek ve korumak için kurulan Sömürge Ofisi.
Britanya İmparatorluğu'nun kolonilerini denetlemek ve korumak için kurulan Sömürge Ofisi.

Buna karşılık Britanya Hindistanı ise farklı bir perspektife sahipti. Hindistan İdaresi; uzun yıllardır Basra Körfezi’nde, Hicaz’da ve Yemen’de Osmanlı’yla diplomatik ve ticarî mücadele yürütmüş, özellikle Mekke ve Medine hattında Osmanlı ile İngiltere arasında bir denge siyaseti izlemeye çalışmıştı. Hindistan’dan yönetilen politikalar Arap milliyetçiliğine şüpheyle yaklaşmıştı. Çünkü İngiltere’nin Hindistan’daki Müslüman teb’ası, halifelik makamını hâlâ Osmanlı padişahında görüyor ve ona bağlılık besliyordu. Bu nedenle Hindistan yönetimi, Araplara bağımsızlık vaadiyle Osmanlı hilafetini karşıya almanın Hindistan’daki Müslümanları öfkelendireceğini düşünmüştü.

  • Onların tercih ettiği yol, Arap topraklarının Osmanlı’dan koparılmasından ziyade, Osmanlı’nın nüfuzunun sınırlı biçimde zayıflatılması ve İngiltere’nin körfez kıyılarındaki ticaret yollarını güvence altına almasıydı. Dolayısıyla Hindistan merkezli politika daha ihtiyatlı, daha muhafazakâr ve statükoyu korumaya yönelik olmuştu.

Bu iki farklı yaklaşım, sahada birbiriyle çelişen adımların atılmasına yol açmıştı. Arap Bürosu, Şerif Hüseyin ve oğullarıyla doğrudan ilişki kurmuş, onlara bağımsızlık vaat etmiş ve Osmanlı’ya karşı savaşmaları için malî ve askerî destek sağlamıştı.Britanya Hindistanı ise Şerif Hüseyin’in isyanına kuşkuyla yaklaşmış, onun aşırı taleplerinin bölgedeki dengeyi bozacağını savunmuştu. Bu nedenle Hindistan yönetimi isyanı destekleme konusunda isteksiz davranmış, daha çok Basra ve Mezopotamya bölgesindeki İngiliz çıkarlarına odaklanmıştı. Böylece İngiltere’nin aynı anda hem Arap milliyetçilerine bağımsızlık vaat etmesi hem de bölgedeki statükoyu sürdürmek istemesi, ciddi bir çelişki doğurmuştu. Bu çelişki aslında Arapların geleceğini belirleyen Sykes-Picot Anlaşması gibi gizli diplomatik hamlelerle daha da keskinleşmişti.

Skyes Picot Anlaşması'na göre paylaşılan toprakların haritası. Mavi alan Fransız sömürgesi; A alanı Fransız Mandası; Kırmızı alan İngiliz sömürgesi; B alanı İngiliz Mandası.
Skyes Picot Anlaşması'na göre paylaşılan toprakların haritası. Mavi alan Fransız sömürgesi; A alanı Fransız Mandası; Kırmızı alan İngiliz sömürgesi; B alanı İngiliz Mandası.

Ortadoğu’daki yansımaları bakımından bu mücadele geniş çaplı sonuçlar doğurmuştu. Birincisi, Arap milliyetçiliği Arap Bürosu’nun desteğiyle görünürlük kazanmış, özellikle Hicaz’da Osmanlı’ya karşı bir alternatif otorite doğmuştu. Ancak bu alternatif otoritenin gücü sınırlı kalmış, Arap İsyanı geniş Arap kitlelerini değil, daha çok yerel aşiretleri harekete geçirmişti. Yine de İngiltere’nin vaatleri, Osmanlı sonrası dönemde Arap dünyasında Batılı güçlere karşı duyulan güvensizliğin temelini oluşturmuştu. Çünkü savaş sırasında verilen bağımsızlık sözleri savaş sonrasında tutulmamış, Arap toprakları mandalar altında paylaşılmıştı. Böylece Arap Bürosu’nun girişimleri, kısa vadede Osmanlı’ya darbe indirmiş olsa da uzun vadede İngiltere’nin Ortadoğu’daki güvenilirliğini zedelemişti.

İkincisi, Britanya Hindistanı’nın yaklaşımı özellikle Basra Körfezi ve Irak’ta kendini göstermişti. Mezopotamya cephesinde ilerleyen İngiliz orduları Hindistan’dan lojistik destek almış, bölgedeki yönetim savaş sonrasında Hindistan İdaresi’ne bağlanmıştı. Bu durum bölge halkında büyük hoşnutsuzluk yaratmış, çünkü Araplar İngiltere’nin kendilerine bağımsızlık sözü verdiğini sanırken, Irak İngiltere’nin doğrudan kontrolüne geçmişti. Hindistan İdaresi’nin sert uygulamaları, halk ayaklanmalarına yol açmış ve İngiltere’nin bölgedeki varlığına karşı derin bir tepki doğurmuştu. Böylece Arap Bürosu’nun romantik bağımsızlık vaatleri ile Hindistan İdaresi’nin pragmatik sömürgeci uygulamaları arasındaki fark, Arap dünyasında hayal kırıklığı yaratmıştı.

Geleceğin Suudi Arabistan Kralı Abdulaziz, İngilizlerin Irak Yüksek Komiseri Sir Percy Cox ve ünlü İngiliz ajan Gertrude Bell Basra'da, Nisan 1916.
Geleceğin Suudi Arabistan Kralı Abdulaziz, İngilizlerin Irak Yüksek Komiseri Sir Percy Cox ve ünlü İngiliz ajan Gertrude Bell Basra'da, Nisan 1916.

Üçüncüsü, bu mücadele, Osmanlı sonrası düzenin belirlenmesinde Avrupalı güçler arasındaki rekabetle de iç içe geçmişti. Arap Bürosu’nun faaliyetleri Fransa’nın çıkarlarıyla çatışmış, çünkü Fransa özellikle Suriye ve Lübnan üzerinde hak iddia etmişti. İngiltere’nin Kahire merkezli ekibi Araplara geniş bir bağımsızlık alanı vaat ederken, Fransa ile yapılan gizli anlaşmalar bu vaatleri boşa çıkarmıştı. Hindistan İdaresi ise Fransız çıkarlarıyla daha az çatışan, daha sınırlı bir politika izlemişti. Sonuçta bu ikili mücadele İngiltere’nin kendi içinde dahi bütünlüklü bir Ortadoğu politikası oluşturamamasına yol açmış, savaş sonrasında bölgede karışıklıkların derinleşmesine neden olmuştu.

Dördüncüsü, Arap dünyasında modern milliyetçilik düşüncesi bu çekişmeden doğrudan etkilenmişti. Arap aydınları, İngilizlerin desteklediği isyanı başta bir fırsat olarak görmüş ama savaşın ardından bağımsızlığın gelmemesi onları Batı’ya karşı hayal kırıklığına sürüklemişti. Bu durum 20. yüzyıl boyunca sürecek olan Arap milliyetçiliğinin Batı karşıtlığıyla birleşmesine zemin hazırlamıştı. Ayrıca Hindistan İdaresi’nin Müslüman tebaaya karşı duyduğu kaygılar, hilafet meselesini daha da önemli hale getirmişti. Nitekim savaş sonrasında Hindistan Müslümanları hilafetin korunması için yoğun kampanyalar yürütmüş, bu da Osmanlı sonrası İslam dünyasında halifelik tartışmalarının yeniden alevlenmesine yol açmıştı.

Bütün bu gelişmeler ışığında Mısır’daki Arap Bürosu ile Britanya Hindistanı arasındaki mücadele, sadece İngiltere’nin iç idarî çatışmalarından ibaret olmamış, Ortadoğu’nun siyasî geleceğini derinden etkilemişti. Bir yanda Arap milliyetçiliğini kışkırtan ve bağımsızlık vaat eden bir yaklaşım, diğer yanda sömürgeci düzeni muhafaza eden ve statükoyu korumaya çalışan bir politika vardı. Bu iki çizgi arasındaki çatışma Arapların beklentilerini boşa çıkarmış, bölge halklarının Batı’ya duyduğu güvensizliği artırmış ve uzun vadede Ortadoğu’da istikrarsızlığın köklerini beslemişti. İngiltere’nin kendi içindeki bu çelişki, Arap dünyasının bağımsızlık mücadelesinin hikâyesini belirleyen en önemli unsurlardan biri olmuştu.