Bir etnik kıyım hikâyesi: Moriskolar

Sürgün edilen Moriskolar.
Sürgün edilen Moriskolar.

İspanya Krallığı'nın hâkimiyetine giren Endülüs (İber Yarımadası) topraklarında varlık mücadelesi veren Moriskolar yaklaşık 100 yıl boyunca din temelli oluşan kimliklerini kaybetmemek için silahlı mücadele, İslâm dini kurallarını ve geleneklerini gizlilikle sürdürme gibi çeşitli yollara başvurmuşlardır. Dönemin şartlarından dolayı hem İspanya Krallığı hem de Moriskoların ortaya koyduğu mücadele, iki taraf için de istenildiği gibi olmayınca süreç Moriskoların sürgünüyle sona ermiştir. Bu bağlamda ülkemizde İspanya’dan sürülen Yahudilerin göçü kadar bilinmeyen Endülüs Müslümanlarının tehciri, insanlık tarihinin tecrübe ettiği en trajik göç hadiselerinden biridir.

Endülüs (İber Yarımadası) toprakları Müslümanlar tarafından 711-714 yılları arasında, Emevî iktidarı döneminde, Tarık Bin Ziyad’ın komutasında fethedilmiştir.

Müslüman fatihler Vizigot Krallığı’nın baskılarından bıkmış olan yerli halkın desteğini de alarak kısa sürede bütün yarımadayı fethetmiş ve Pirenelere kadar ilerleyerek Fransa sınırına yaklaşmıştır.

Endülüs, 711-714 yılları arasında Tarık Bin Ziyad’ın komutasında fethedilmiştir.
Endülüs, 711-714 yılları arasında Tarık Bin Ziyad’ın komutasında fethedilmiştir.

Endülüs'te Valiler Dönemi

714 yılında Halife Velid Bin Abdulmelik’in emriyle Kuzey Afrika Valisi Musa Bin Nusayr fetih esnasında elde edilen ganimetleri alarak Komutan Tarık Bin Ziyad’la birlikte Halife’nin ziyaretine gitmiştir.

Endülüs topraklarının yönetimi bu süreçte Halife Velid’in talimatıyla Musa Bin Nusayr’ın oğlu Abdulaziz’e bırakılmıştır. Abdulaziz’le birlikte başlayıp 756 yılına kadar süren bu döneme Endülüs ve İslâm tarihi kaynaklarında “Valiler Dönemi” denilmektedir.

Valiler döneminde fetih hareketleri devam etmiş, Pirene Dağları aşılarak Fransa topraklarına askerî seferler düzenlenmiştir. Müslümanların 732 yılında Franklarla yapılan Poitiers Savaşı’nda yenilgisi bu süreçte önemli bir dönüm noktası olmuş ve bu tarihten sonra askerî sefer sayısı azalmıştır. Bundan sonra daha çok fethedilen mevcut toprakların yönetimine ve elde tutulmasına odaklanılmıştır.

Endülüs Emevî Devleti

Abbasi ailesinin Emevî Hanedanlığı’na karşı başlattığı isyan başarılı olmuş ve 750 yılında Emevî iktidarı sona ermiştir. Bu tarihten sonra Abbasi Hanedanlığı’nın iktidar dönemi başlamış ve Emevî Hanedanı mensupları sıkı şekilde takip edilerek yakalananlar öldürülmüştür.

Halife Hişam Bin Abdulmelik’in torunu Abdurrahman Bin Muaviye bu takiplerden kurtulup önce Kuzey Afrika’ya kaçmış, ardından 755 yılında Endülüs topraklarına geçmiştir. Endülüs içerisinde valiler, tebaa ve askerler arasında yaşanan çekişmelerden faydalanarak 756 yılında hâkimiyetini tesis eden Muaviye, burada Endülüs Emevî Devleti’ni kurmuştur.

I. Abdurrahman’dan sonra yerine I. Hişam geçmiş ve onun yönetimi döneminde Franklara karşı mücadele devam etmiş, ayrıca İslâm’ın yayılımıyla ilgili faaliyetler için de âlimlere destek verilmiştir. Bu dönemde İber Yarımadası’nın yerli halkından İslâm dinini seçenlerin sayısında artış gözlenmiştir.

Hristiyanların Reconquista Hareketi

Müslümanlar cephesinde bu olaylar yaşanırken, Vizigot Krallığı’nın yıkılmasından sonra Müslümanların hâkimiyeti altında yaşamak istemeyen Hristiyanlar, İspanya’nın kuzey bölgelerine sığınıp Asturias (Portekiz) Kralı I. Alfonso önderliğinde birleşmiş ve 718 senesinde kaybettikleri toprakları geri almak için “Reconquista” (yeniden fetih, geri alma) hareketinin temellerini atmışlardır.

Müslümanların hâkimiyeti altında yaşamak istemeyen Hristiyanlar, kaybettikleri toprakları geri almak için “Reconquista” (yeniden fetih, geri alma) hareketini başlattılar.
Müslümanların hâkimiyeti altında yaşamak istemeyen Hristiyanlar, kaybettikleri toprakları geri almak için “Reconquista” (yeniden fetih, geri alma) hareketini başlattılar.

Reconquista’nın ilk dönemleri kabul edilen bu süreç, tarihçilere göre Endülüs Emevî Devleti’nin altın çağına denk geldiği için pek bir ilerleme kaydedilememiş, yeniden fetih hareketi sadece Portekiz topraklarıyla sınırlı kalmıştır. Ancak 1085 yılında Tuleytula’nın (Toledo) alınması Reconquista’nın seyrini değiştirmiş ve 1238 yılına kadar sürecek olan gelişme süreci başlamıştır.

Hristiyan/Katolik güçleri bu dönemde İber Yarımadası’nın birçok bölgesini ele geçirmiştir.

1238-1492 yılları arası Reconquista’nın son evresi olup Müslüman hâkimiyetinin sona erdiği dönemi kapsamaktadır.

Hristiyan/Katolik güçleri, Reconquista döneminde İber Yarımadası’nın birçok bölgesini ele geçirdi.
Hristiyan/Katolik güçleri, Reconquista döneminde İber Yarımadası’nın birçok bölgesini ele geçirdi.

Hareket, irili ufaklı siyasî yapıların çekişmelerinden yararlanarak Kastilya ve Aragon krallıkları çatısı altında birleşmiş; Fransa ve Papanın da desteğini alarak güçlenmeye başlamış, hatta bu dönemde elde edilen başarılar Haçlı seferlerine ilham kaynağı olmuştur.

Endülüs Emevîlerinin parçalanma süreci

Endülüs’te devlet yönetimi yapılanmasında hükümdardan sonra en yetkili idareci Haciblerdir. Haciblik makamı IX. yüzyılın başlangıcında Amiri ailesinin eline geçmiştir. Bu tarih, devletin gerileme döneminin de başlangıcı kabul edilmektedir.

Amirilerin devlet yönetimindeki kötü uygulamaları halkı galeyana getirmiş ve o dönemde ülkeyi yöneten II. Hişam’a isyan edilmiştir. İsyandan sonra II. Hişam kayıplara karışmış, Hacib Abdurrahman ve ona bağlı devlet adamları öldürülmüştür. Bu olaydan sonra Emevî ailesinin iktidarı 1031 yılına kadar devam etmiş, III. Hişam’la birlikte de son bulmuştur.

I. Abdurrahman’la başlayan 275 yıllık istikrar dönemi, 1031 yılında Endülüs Emevî Devleti’nin parçalanmasıyla sona ermiş ve Mülükût Tavâif adıyla tarihe geçen irili ufaklı birçok emirliğin ortaya çıktığı bir sürece girilmiştir.

Ardından yaşanan Murabıtlar ve Muvahhidler döneminde ise iç çekişmeler artarak devam etmiş ve Müslümanlar arasında birlik sağlanamamıştır. Endülüs, bu dönemde Kuzey Afrika merkezli Müslüman devletlerin çatışma ve hâkimiyet sahasına dönüşmüş, yerli Müslümanlar ile Kuzey Afrikalı Müslümanlar arasında yaşanan asabiyet çekişmeleri, içinden çıkılmaz bir hal almıştır.

Endülüs'te İslâm medeniyetinin yok oluşu

1469 yılına gelindiğinde Kastilya Kraliçesi İsabella ile Aragon Kralı Ferdinand arasında gerçekleşen politik evlilik, İspanya’nın Hristiyan/Katolik ulusal birliğini tamamlamış ve Endülüs’te İslâm medeniyetinin sonunu getiren süreç başlamıştır.

Kastilya Kraliçesi İsabella ile Aragon Kralı Ferdinand.
Kastilya Kraliçesi İsabella ile Aragon Kralı Ferdinand.

Bu evlilik gerçekleşirken Müslümanlar tehlikenin farkına varamamış ve ellerinde kalan son toprak parçası Gırnata ve çevresindeki iç çekişmelerine devam etmiştir.

Bu çekişmelerden yararlanan İspanya güçleri, Gırnata’nın etrafında kalan ve Müslümanların ihtiyaç duyduğu yardımları Kuzey Afrika’dan sağlayan stratejik Cebel-i Tarık şehrini ele geçirmiştir. Müslümanların yardım kapısı olan Cebel-i Tarık’ın kaybı, Kuzey Afrika emirlikleriyle bağlantının kopmasına neden olmuştur.

Bundan sonra elde kalan tek toprak parçası olan Gırnata, 1490 yılında Kastilya ve Aragon krallıkları ordusu tarafından kuşatılmıştır. Bu durum karşısında aciz kalan Beni Ahmer Devleti Emiri Ebu Abdullah, 1492 yılında Müslüman ahalinin can ve mal güvenliğine dokunulmaması şartıyla şehri teslim etmiştir.

Elhamra Sarayı’nın Krallar Salonu’nda bulunan ve ilk on Nasrî sultanını tasvir ettiği sanılan resim – Gırnata / İspanya.
Elhamra Sarayı’nın Krallar Salonu’nda bulunan ve ilk on Nasrî sultanını tasvir ettiği sanılan resim – Gırnata / İspanya.

Şehrin el değiştirme sürecinde göç etmek isteyen veya Hristiyanların yönetimi altında yaşamak isteyen Müslümanlara da diledikleri gibi hareket etme izni verilmiştir.

  • Böylece Orta Çağ’da Avrupa toplumunu kuşatan karanlığın reçetesi kabul edilen Rönesans ve Reform hareketlerinin tetikleyicisi Endülüs İslâm medeniyetinin İber Yarımadası’ndaki 800 yıllık hâkimiyeti, kişisel çıkarlara kurban edilerek bitirilmiştir.
Gırnata’daki Elhamra Sarayı’nda İki Kız Kardeş Salonu’nun kubbe mukarnasları.
Gırnata’daki Elhamra Sarayı’nda İki Kız Kardeş Salonu’nun kubbe mukarnasları.

İspanya krallığındaki müdeccenler

İspanya’da İslâm hâkimiyetinin son bulmasıyla buradaki Müslümanlar müdeccen (Hristiyan idaresinde yaşayan) statüsüne düşmüştür.

İspanya Krallığı’nda bilim, sanat, tarım ve hayvancılık gibi hayati önemi olan alanlarda yetişmiş insan kaynağının ekseriyeti Müslümanlardan müteşekkil olduğu için de Kastilya ve Aragon krallıkları ilk yıllarda müdeccenlerin ülke içindeki sosyal ve ekonomik durumlarını göz önünde bulundurup vergi karşılığında dinlerini yaşamalarına izin vermiştir.

İspanya’da hâlen ayakta kalan, Müdeccen mimari stile sahip Alcazar sarayı.
İspanya’da hâlen ayakta kalan, Müdeccen mimari stile sahip Alcazar sarayı.

Bundan sonra Hristiyanlar ve Müslümanlar İspanya’da birkaç yıl da olsa bir arada sorunsuz yaşamışlardır. Müslümanların eğitim kurumları ve ibadethanelerine dokunulmamış, devlet ilkeleri gereği sadece yönetim kadrolarında Müslümanlara görev verilmemiştir.

Örneğin Moriskolar, Aragon Krallığı’nda söz sahibi olan toprak ağalarının tarım arazilerinde Hristiyan vatandaşlardan çok çalışmıştır. Bu durum bir dönem ekonomik kaygılardan dolayı onları ülkenin farklı bölgelerinde yaşayan diğer dindaşlarına göre ayrıcalıklı kılmıştır. Nihayetinde din adamlarının Kral üzerindeki etkinliğine toprak ağaları direnememiş ve Aragon Moriskoları da diğer Moriskoların akıbetini yaşamıştır.

Öte yandan Papalık ve İspanya’daki Hristiyan/Katolik dinî müesseseleri en başından itibaren Müslümanların durumu konusunda ülke yöneticileriyle hemfikir olmamıştır.

Müslümanları ve Yahudileri Hristiyanlaştırma çalışmaları

Onlar İber Yarımadası’nda Hristiyan/Katolik hâkimiyetinin kalıcı olması için Endülüs Müslümanlarını yeni sisteme entegre etmenin en doğru yol olduğunu savunmuştur.

Müslümanları Hristiyanlaştırarak entegre etme kararının alınmasında; buradaki Müslümanların ticaret, bilim, sanat ve üretim sektöründeki etkin konumları yanı sıra Kuzey Afrika Müslümanları ve Osmanlı Devleti’yle iletişime geçip bir nevi başlarına yeniden dert olma ve ülkede tekrar hâkimiyeti ele geçirme ihtimali, Papalık ve dinî kurumları endişelendirmiş ve mesele Hristiyanlar açısından beka mücadelesine dönüşmüştür.

  • XIII. yüzyıldan itibaren ülkede kalan tüm Müslüman ve Yahudileri Hristiyanlaştırma kararı alınmış, ülkenin ekonomik ve sosyal yapısı gözetilerek bu süreç kademeli olarak gerçekleştirilmiştir.

Asimilasyon ve etnik temizlik ilk önce Gırnata, sonra sırasıyla Kastilya, Valencia, Aragon ve Katolonya’da uygulanmaya başlanmış ve üç aşamada gerçekleştirilmiştir.

Önce ikna yoluna gidilmiş ve Keşiş Hernando de Talavera bu görevi üstlenmiştir. İşsizlere iş, hastalara sağlık hizmeti, muhtaçlara yardım, Hristiyanlarla evlilik yapılması durumunda vergi muafiyeti vb. imtiyazlarla Müslümanlar Hristiyanlaştırılmak istenmiş fakat ikna çalışmalarının ticari imtiyazlar ve insani yardım yöntemiyle yavaş ilerlendiğini düşünen yöneticiler, süreci hızlandırmak için zorla Hristiyanlaştırma evresini başlatmışlardır.

Endülüs’te tıp ve kimya alanında yetişmiş âlimlerden Zehrâvî’nin et-Taṣrîf adlı eserinden bir sayfa.
Endülüs’te tıp ve kimya alanında yetişmiş âlimlerden Zehrâvî’nin et-Taṣrîf adlı eserinden bir sayfa.

Asimilasyon sürecinin ikinci aşaması olan bu dönemde Toledo Piskoposu F. Jimenez görevlendirilmiştir. Piskopos Jimenez’in ilk icraatı ise 1497 yılından itibaren Müslüman halka silah taşıma yasağı ve şehir merkezlerinden kırsal bölgelere göç etme zorunluluğu getirilmesi olmuştur. Müslümanların kırsal bölgelere göç edip Hristiyan halkla bir arada yaşamasıyla entegrasyon projesinin sorunsuz şekilde tamamlanacağı düşünülmüş, fakat Moriskoların göç etmeyip bir arada yaşama direnci, bu çabayı da boşa çıkarmıştır.

F. Jimenez, Müslümanların direncini kırmak için bir yandan onlara baskı uygularken bir yandan da fakir Müslümanlara yardım yapmaya devam etmiş, âlimlere ve liderlere yöneticilik tekliflerinde bulunmuştur. Fakat bu hamleler de başarılı olmayınca Gırnata’da Müslümanlara ait Arapça dinî eserleri toplatıp yaktırmıştır. Burada dikkat çeken husus ise, bu projenin uygulandığı her dönemde sadece dinî eserlerin yakılıp felsefe ve tıp kitaplarına dokunulmamış olmasıdır.

Ardından Arapça konuşma ve eğitim yasağı getirilmiş, camiler kiliseye çevrilmiş ve Müslümanların eğitim kurumları kapatılmıştır. Farklı zaman dilimlerinde çıkartılan kararnamelerle çocukların sünnet edilmesi, cuma günü tatil yapılması, kadınların eski dinlerini andıracak şekilde giyinmesi ve süslenmesi, evlerde Arapça kitap bulundurulması yasaklanmış; hamamlar yıkılmış, altı yaşından itibaren çocukların zorunlu olarak kilise okullarına gönderilmesi kararı alınmıştır.

1524 yılında Müslümanların yeni doğan tüm çocuklarının vaftiz edilmesi yönünde bir karar çıkarılmış, buna uymayanlar da engizisyon mahkemelerinde idam ve ömür boyu kürek mahkûmiyetiyle cezalandırılmıştır.

İspanya yönetimi, Moriskoları Hristiyanlaştırmak için bir dizi yasağı devreye soktu. Bu amaçla öncelikle İslâmî usullere göre kesimlerin yapıldığı mezbahalar ve kasap dükkânları kapatıldı.
İspanya yönetimi, Moriskoları Hristiyanlaştırmak için bir dizi yasağı devreye soktu. Bu amaçla öncelikle İslâmî usullere göre kesimlerin yapıldığı mezbahalar ve kasap dükkânları kapatıldı.

Ancak bütün bu hak ihlalleri Müslümanları sindirmemiş, hatta bazı bölgelerde isyan etmeye sevk etmiştir. Gırnata Müslümanları kendilerine reva görülen bu zulümlerden dolayı 1499, 1500 ve 1501 yıllarında isyan etmiş, ancak bu isyanlar kanlı bir şekilde bastırılmıştır.

İsyanların bastırılmasıyla entegrasyon projesinin üçüncü aşaması olan tehcir veya din değiştirme ve çift kimlik dönemi başlamıştır.

Bu dönemde isyanlar bahane edilerek Endülüs Müslümanlarına göç etme seçeneği sunulmuş fakat göçün sadece Biskay Körfezi’nden gemilerle ve 14 yaşından küçük çocukların İspanya’da bırakılması şartıyla yapılacağı ilan edilmiştir. Böylece Endülüs Müslümanlarına sadece din değiştirme seçeneği kalmıştır. Ancak bazıları kendi imkânları dahilinde ülkeyi terk edip Fas, Tunus ve Cezayir’e sığınmış, fakat hatırı sayılır bir kesim de topraklarını terk edememiş ve katı uygulamalara karşı görünürde din değiştirmiş gibi yapmak zorunda kalmıştır.

1502'de İspanya kralı Moriskolara ya Endülüs'ü terket ya din değiştir diyerek Müslümanlığı yasakladı.
1502'de İspanya kralı Moriskolara ya Endülüs'ü terket ya din değiştir diyerek Müslümanlığı yasakladı.

Moriskoların kimlik mücadelesi

Müslümanlar dinlerini serbestçe yaşamak için fazla vergi vermeyi teklif etmiş, lakin Hristiyan yönetim Moriskoları tamamen asimile etmeyi hedeflediği için bu teklifi kabul etmemiştir. Toplu din değiştirme işleminden sonra Moriskoların yeni dinlerine ve Hristiyan toplumuna entegre olmalarını kolaylaştırmak için Arapça İncil ve dinî ritüellerin öğretildiği eğitim kitapları hazırlanmış, çocukların eğitimine yönelik özel okullar açılmıştır.

Görünürde din değiştiren Endülüs Müslümanları, bu çıkmazdan kurtulmak için İslâm âlimlerine danışmış, âlimler çeşitli dönemlerde bu duruma binaen ilk önce hicret, hicret imkânı olmazsa takiyye yoluyla dine bağlılığın devamının mümkün olduğu yönünde fetvalar vermiştir.


Cezayirli fakih Venşerîsî, Hristiyan hâkimiyetindeki Endülüs halkından gerçekten çaresiz kalanların dışındakilere hicretin farz olduğunu, dolayısıyla takıyye yaparak yaşanamayacağını ifade etti.
Cezayirli fakih Venşerîsî, Hristiyan hâkimiyetindeki Endülüs halkından gerçekten çaresiz kalanların dışındakilere hicretin farz olduğunu, dolayısıyla takıyye yaparak yaşanamayacağını ifade etti.

Moriskolar bu fetvalara uyarak Müslüman kimliklerini korumak için çocukları doğduğunda onları önce kiliseye götürerek vaftiz ettirip Hristiyan ismi koymuş, sonrasında çocuklarını İslâmî kurallara göre isimlendirip diğer işlemleri yerine getirmiştir. Evlilik işlemleri de önce kilisede Hristiyanlık kurallarına göre, ardından evde İslâmî kurallara göre yapılmaya başlanmıştır.

İslâm öğretileri ve tüm eğitimlerin Arapça yapıldığı Endülüs’te krallık, Müslümanların İslâm dini ile olan bağının Arapçayla ilgisinin farkına varmış ve Piskopos F. Jimenez ve bütün entegrasyon görevlileri, çalışmalarını Arapçayı unutturmak üzerine yoğunlaştırmıştır.

Bu durumun farkında olan Moriskolar da gündelik hayatta Arapça konuşulması yasağına dikkat etmiş, fakat özel hayatlarında Arapça konuşmayı sürdürmüşlerdir. Ancak bir süre sonra evlerde Arapça konuşulduğu, Müslümanların eski dinleriyle olan bağlarının devam ettiği saptanmış ve evlerin kapılarının açık tutulması kararı alınarak Arapçanın kullanımı engellenmiştir.

  • Yukarıda belirtilen kurallara uymayanlar için de engizisyon mahkemeleri devreye girmiştir. Engizisyon mahkemelerine namaz, oruç, yıkanma, Arapça konuşma, Arapça kitaplar bulundurma, kına yakma gibi İslâm dini ile alakalı suç kabul edilen uygulamalardan dolayı çıkarılan Moriskolar, kürek mahkûmluğu, idam, hapis ve diri diri yakılma gibi cezalara çarptırılmıştır.
 Papalık tarafından İspanya engizisyonuna gözlemci olarak gönderilen Rahip Lorenzo, 1481-1517 yılları arasında ülke genelinde 13.000 kişinin diri diri yakılma cezasına mahkûm edildiğini bildirir.
Papalık tarafından İspanya engizisyonuna gözlemci olarak gönderilen Rahip Lorenzo, 1481-1517 yılları arasında ülke genelinde 13.000 kişinin diri diri yakılma cezasına mahkûm edildiğini bildirir.

Moriskoların din farklılığı yüzünden ayrışması

Bu noktada ilginç olan bir ayrıntı ise, Moriskoların engizisyon mahkemelerinde yargılanmalarına Hristiyanlardan çok Hristiyanlığı benimseyen Moriskoların sebep olduğu gerçeğidir. Hristiyan olan Moriskolar, eski dindaşlarını mahkemeye ihbar ederek ceza almalarına neden olmuştur. Birçok masum insan engizisyon kararlarından dolayı mağdur olmuştur. Sıkı takip, engizisyon ve göçlerden dolayı bir süre sonra bölgede Arapça bilen ve konuşanların sayısı azalmış, dolayısıyla sonraki nesillerin dili İspanyolca olmuştur.

Bütün bu uygulamalar Moriskoların İslâm dininden uzaklaşmasına yol açmış olsa da Hristiyanların Moriskolara şüpheyle bakması bölgedeki Hristiyanlaştırmayı hiçbir zaman istenen düzeye getirmemiştir.

Moriskolar, her şeye rağmen Müslüman kimliğini korumaya çalıştılar.
Moriskolar, her şeye rağmen Müslüman kimliğini korumaya çalıştılar.

Hasılı toplumsal dışlanma Moriskoları her zaman İslâm dinine bağlı kılmıştır. İspanya dışındaki Morisko âlimleri, İslâm ile bağın kopmasını engellemek için İspanyolca kitaplar yazmıştır. Bu âlimlerden Ahmed İbn Kasım Al Hajari Al Andalusi, İspanyolca kitaplar yazarak Moriskoların İslâm dininden uzaklaşmasını önlemeye çalışmış, tehcirden sonra da Arapça bilmeyen Moriskolar din eğitiminde Al Andalusi ve birçok âlimin yazdığı kitaplardan faydalanmıştır.

Moriskolar hakkında sürgün kararı

Nihai olarak isyanlar ve asimilasyon çalışmalarının başarısız olması ve İspanya’nın düşmanlarıyla iş birliği yapılması, Moriskolar hakkında sürgün kararı verilmesine neden olmuştur.

İspanya Krallığı sürgün kararını vermeden önce, 1568-1570 tarihleri arasında meydana gelen Gırnata isyanından sonra, son olarak Osmanlı Devleti’yle Moriskoların bağlantılarını kesmek için yaklaşık 100 bin kişiyi ülkenin orta ve kuzey bölgelerine sürmüş, sürülenlerle Hristiyan halk arasında yaşanan problemler ise bardağı taşıran son damla olmuş ve krallık bütün Moriskoları ülkeden sürgün etme kararı almıştır.

Moriskoların sürgün edilişi 1609.
Moriskoların sürgün edilişi 1609.

Bu sürgün, 13 madde belirlenerek 1609 yılında başlayıp 1614 yılına kadar devam etmiştir. Sürgün şartları; üç gün içerisinde evlerin boşaltılması ve Moriskoları yükleme noktalarına götürecek kraliyet komisyonu memurlarının beklenmesi, bu kurallara uymayanların mahkemeye sevk edilmesi, mal varlıklarını gizleyenler veya Hristiyanlara kalmaması için yok edenlerin öldürülmesi şeklinde düzenlenmiştir. Hristiyan komşulardan yardım alınması da yasaklanmıştır.

İki yıl boyunca Hristiyanlarla yaşadıktan sonra rahiplerin onayını alarak Hristiyanlığını ispatlayanlar, tarımsal üretimi devam ettirmek ve eski Hristiyan yerleşimcilere yardımcı olmak için geçici olarak bu uygulamadan muaf tutulmuştur.

Buna göre her yüz Moriskodan altısı ve Hristiyanlarla evli olan Morisko kadınları sürgünden istisna tutulmuştur. Ancak karısı Hristiyan olan Morisko erkekleri sürgün edilmiştir. Sürgün sürecinde yarım milyon civarında Morisko İspanya’yı terk etmek zorunda kalmış; göç eden kafileler, yeterli güvenlik önlemi alınmadığı için eşkıyalar ve fırsatçılar tarafından soyulmuş, çocuklar ve kadınlar kaçırılmış, insanlar yollarda açlık, susuzluk ve hastalıklardan dolayı ölmüştür.

Sürgün sürecinde yarım milyon civarında Morisko, İspanya’yı terk etmek zorunda kaldı.
Sürgün sürecinde yarım milyon civarında Morisko, İspanya’yı terk etmek zorunda kaldı.

Gemi kaptanları yolculardan fahiş ücretler talep etmiş, istenilen ücreti ödeyemeyenler ya denize atılmış ya da köle olarak satılmış, bazı görevliler keyfî olarak insanları öldürmüş, bazı çocuklar ve kadınlar köleleştirilmiştir. Ancak bütün bu zorluklara rağmen Moriskolar Kuzey Afrika, Fransa, İngiltere, İtalya ve Osmanlı topraklarına ulaşmıştır.

Morisko dramının İslâm dünyasına yansımaları

Memlûkler

Endülüs Müslümanları, Gırnata kuşatması ve sonrasında dönemin en güçlü İslâm devletleri olan Memlûkler ve Osmanlı’dan yardım istemek için heyetler göndermiştir.

Memlûk Hükümdarı Kayıtbay, Kudüs Fransisken Manastırı Başpiskoposu Antoine Milan ve beraberinde bir heyeti Papa VIII. Innocent ve İspanya Kralı’na göndermiş,

  • “Kudüs ve Şam’da Hristiyanların kendi himayelerinde refah içinde yaşadıklarını, eğer Gırnata kuşatması kaldırılmazsa Şam ve Kudüs’e Hristiyan ziyaretçi kabul edilmeyeceğini, toprakları içindeki bütün Hristiyan ibadethanelerinin de kapatılacağını” bildirmiştir.

Sultan Kayıtbay’dan sonra Memlûklerin idaresini ele alan Kansuh Gavri döneminde Moriskolar, Memlûklerden tekrar yardım talep etmiştir. Uzun bir mektupla yaşanan tüm sıkıntılar Sultan’a ifade edilmiştir. Bunun üzerine Sultan Kansuh Gavri İspanya Kralı’na bir elçi göndermiş, Gırnata’nın teslim edilme sürecinde Müslümanların haklarıyla ilgili yapılan antlaşmayı hatırlatmış ve şartların yerine getirilmesi karşılığında Kudüs’te yaşayan Hristiyanlara dokunulmayacağı iletilmiştir.

İspanya Kralı, Gırnata Başpiskoposu Pedro Martin de Angelia’yı elçi olarak Sultan’a göndermiştir. Bir rivayete göre Başpiskopos Pedro, Sultan Kansuh Gavri’yi Müslümanların İspanya’da eman içinde yaşadıklarına ikna etmiştir. Böylece Memlûklerden gelecek olan yardım kapısı kapanmıştır.

Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim 1516-1517 yıllarında gerçekleştirdiği Mısır seferiyle Memlûk Devleti’ne son verince Moriskoların İslâm dünyasındaki tek dayanağı olarak Osmanlı Devleti kalmıştır.

Memlûkler, Osmanlı’yla yaşadıkları çekişmeden dolayı Moriskolara yeterince yardımcı olamamıştır. Ancak tarihî kaynaklarda bazı istisnalardan da bahsedilmektedir: Müslümanların İspanya’dan çıkarılması esnasında Endülüs ulemasının Osmanlı padişahına yardım istemek için gönderdiği Arapça kasideyi “Bir Vesika-i Müellim” adıyla Türkçeye çeviren Efdaleddin Bey, Muhtasar İslâm Tarihi adlı eserinde “Osmanlı ve Memlûk çatışmaları esnasında merkezi Tunus olan Beni Hafs Devleti Emiri Abdel Mu’min’in iki devlet arasındaki çatışmalara son vermek ve Endülüs Müslümanlarına yardım ulaştırmak için arabuluculuk yaptığı, bunun üzerine iki devletin aralarındaki çatışmalara son verdiği, Osmanlı’nın o dönemde İspanya’nın kontrolünde olan Sicilya’ya donanma ile sefer düzenleme, Memlûklerin de Kuzey Afrika üstünden Gırnata’ya askerî destek sağlama kararı aldığı” yazmaktadır. Ancak Endülüs Müslümanları için hedeflenen destek ve askerî müdahaleler yapılamamıştır.

Osmanlı Devleti’nin Morisko politikası

Moriskoların maruz kaldığı baskı ve tahakküm yıllarında İstanbul’u fethedip yeni bir çağın başlamasına öncülük eden Osmanlı Devleti,dünyanın süper gücü olmuştur. Bundan dolayı Endülüs Müslümanları bölgedeki Müslüman kimliğinin korunmasında Osmanlı’ya her zaman kurtarıcı gözüyle bakmıştır.

Osmanlı Devleti’nin bu en güçlü dönemindeki rakibi ise İspanya Krallığı ve Avusturya-Macaristan’ın oluşumuyla kurulan Habsburg İmparatorluğu’dur. Morisko meselesi de doğal olarak Habsburg İmparatorluğu’yla yaşanan çatışma ve rekabetin bir parçası, devlet politikasını ilgilendiren konulardan biri olmuştur.

Birtakım kaynaklarda Moriskoların zaman zaman Osmanlı Devleti’ne güvenerek isyan ettiği yazmaktadır. Moriskoların Osmanlı Devleti’yle ilk defa Fatih Sultan Mehmet döneminde irtibat kurup yardım talep ettikleri yönünde de ifadeler bulunmaktadır. Ancak ne yazı ki Osmanlı arşivleri ve dönemin kaynaklarına hâkimiyetimiz yeterli seviyede olmadığından bu tezin doğruluk derecesi henüz bilinmemektedir.

Kaynakların genelinde Morisko-Osmanlı ilişkilerinin II. Bayezid döneminde başladığı yazılıdır ve bugün için bu tez daha gerçekçi görünmektedir; çünkü Gırnata kuşatması II. Bayezid dönemine denk gelmektedir. Bu da Moriskoların Osmanlı’dan yardım taleplerinin Fatih Sultan Mehmet döneminde olduğu görüşüyle çelişmektedir.

Osmanlı Padişahı II. Bayezid.
Osmanlı Padişahı II. Bayezid.

Gırnata Devleti’nin son emiri Ebu Abdullah, 1486 yılında Sultan II. Bayezid’e elçi gönderip yardım istemiş, lakin II. Bayezid’in kardeşi Şehzade Cem ile olan taht mücadelesi, kendilerine yeterli yardımın yapılmasına engel olmuştur.

Taht mücadelesinde II. Bayezid’e yenilen Şehzade Cem’in önce Memlûk Devleti, Rodos Şövalyeleri, Fransa ve nihayetinde Papalığa sığınması, bu durumun da Osmanlı Devleti’ne karşı koz olarak kullanılması, belli başlı meselelerde devleti müşkül durumda bırakmıştır.

  • Bu meselelerden biri de Moriskoların yardım talebi meselesidir. II. Bayezid, Moriskolara yapılan zulümleri durdurmak adına Papa’ya ve Katolik krallara elçiler gönderip “Eğer İspanya Kralı Gırnata kuşatması ve Müslümanlara zulme devam ederse, Osmanlı Sultanı olarak tebaası olan Hristiyanlara misliyle aynı mukabelede bulunacağını” bildirmiştir.

Moriskolar, 1499-1502 yılları arasında Bayazin ve Alpujjaras bölgelerinde ayaklanmış, ayaklanma esnasında da Endülüs’te yaşadıkları dramı 105 beyitten oluşan bir kasideyle II. Bayezid’e anlatmışlardır. Sultan, Şehzade Cem’in vefatından sonra Hristiyan dünyasına karşı tam manasıyla mücadeleye girişmiş ve Moriskoların yardım taleplerine karşılık vermiştir.

1505 senesinde ünlü denizci Kemal Reis’i bir donanmayla Moriskolara yardıma göndermiş, donanma İspanya sahillerini topa tutmuş ve Moriskolardan bir kısmını Kuzey Afrika ve İstanbul’a taşımıştır. Ancak yardımlar bununla sınırlı kalmıştır.

Tarihçiler, İspanya’ya kara yoluyla yardım göndermek imkânı olmadığından bu dönemde bölgeye yeterli yardımın yapılmamasını Osmanlı deniz gücünün zayıflığına bağlamaktadır.

Yavuz Sultan Selim döneminde de Safeviler ve Memlûklerle yaşanan savaşlardan dolayı Moriskolara yardım yapılamamıştır. Ancak Sultan, Endülüs Müslümanlarının sorunlarına tamamen kayıtsız kalmamış, o dönemde resmî olarak devlete bağlı olmayan ancak Cezayir hâkimi olarak Akdeniz’de Hristiyanlara karşı gerçekleştirilen gaza faaliyetlerine liderlik eden Oruç ve Hızır reislere askerî destek verilmiştir.

Bu dönemde Kemal Reis’in açtığı denizcilik faaliyetleri yolunda ilerleyen Oruç ve Hızır kardeşlerle onlara bağlı diğer denizciler, Moriskoları İspanya sahillerinden alıp Kuzey Afrika topraklarına ulaştırmış, İspanya’nın zulmüne karşın İspanyol bandıralı gemileri zapt etmiş ve İspanya’ya münferit seferler düzenlemişlerdir.

Ayrıca bireysel imkânlarla Kuzey Afrika topraklarına sığınan bazı Endülüs Müslümanları da Endülüs’ten çıkamayan dindaşlarına yardım etmek için Türk denizcilerinin emri altına girmiş ya da kendi imkânlarıyla Akdeniz’de korsanlık yaparak İspanya’ya karşı sabotaj faaliyetlerinde bulunmuşlardır.

Kanuni Sultan Süleyman’ın hükümdarlık dönemi Osmanlı’nın en kudretli zamanları olmuş, bu dönemde Akdeniz’de İspanya Krallığı’yla mücadele edilmiş ve Moriskolar doğal olarak bu mücadelenin bir parçası olmuştur.

Osmanlı donanması, Moriskolara yardım etmek için İspanya sahillerini vurmuş, Cezayir ve Tunus beyleri Moriskoların sevk ve iskânı ile görevlendirilmiştir. Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa İspanya’ya yedi sefer düzenlemiş, yaklaşık 70 bin Morisko’yu Osmanlı topraklarına taşımıştır. Aynı zamanda bu dönemde İspanyollar arasında Osmanlı Devleti’nin Moriskoları kurtarmak için İspanya’ya müdahale edeceğine dair bir korku yayılmış, bu sebeple de Moriskolara uygulanan baskılar azaltılmıştır.

Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra devletin başına geçen II. Selim zamanında da Akdeniz, İspanya ile yaşanan çatışmaların sahası olmaya devam etmiştir.

İspanya dışına çıkamayan Moriskoların mağduriyeti o dönemde de sürmüş ve yaşadıkları sıkıntıları ifade etmek için Padişah II. Selim’e bir mektup göndermişlerdir. Padişah da Morisko sorunuyla alakadar olmuş ve gereken desteğin sağlanacağı sözünü vermiştir.

Alpujjaras isyanı

Moriskolar, 1568-1570 yılları arasında Osmanlı Devleti’nden destek alarak Muhammed Bin Ümeyye liderliğinde Alpujjaras isyanını gerçekleştirmiş ve bu isyan kısa sürede birçok bölgeye yayılmıştır. Bu dönemde Venediklilerin elinde olan Kıbrıs Adası,Osmanlı Devleti’nin Akdeniz’i kontrol etmesinin önündeki en büyük engel olmuştur.

Morisko isyanı.
Morisko isyanı.

Kıbrıs’ı fethedip Morisko sorunuyla ilgilenmek niyetinde olan II. Selim, Kıbrıs kuşatmasının 1573 yılına kadar sürmesi ve devletin tamamen Kıbrıs meselesine odaklanması sebebiyle bölgeyle ilgilenememiş, bu da Morisko isyanının erken bitmesine neden olmuştur. Ayrıca İnebahtı deniz savaşı yenilgisi de Moriskolara yardım gönderilmesini etkilemiştir.

Cezayir Beylerbeyi Kılıç Ali Paşa aracılığıyla isyana silah, erzak ve asker yardımı yapılmış, yardımlar isyanın bir süre daha etkili olmasını sağlamış lakin İspanyollar Moriskalara yeterli yardımın ulaşmamasını fırsata çevirerek isyanı bastırmıştır. Ayrıca Moriskolar arasında yaşanan ihtilaflar, Cezayir’den gelen askerlerle isyan liderleri arasındaki koordinasyon sorunu ve Kral’ın af ilanı da isyanın başarılı olmamasında etkili olmuştur.

İspanya, aynı dönemde Hollanda’da Protestan isyanıyla da mücadele ettiğinden belki de Endülüs Müslümanları için dönüm noktası olacak olan bu süreç, yardım ve koordinasyon eksikliği sebebiyle değerlendirilememiştir.

İsyan, Moriskolar açısından hüsranla sonuçlanmış olsa da etkisi İspanya ve Katolik dünyasında bir hayli hissedilmiştir. Papalık ve İspanya güçleri isyanı bastırmakla meşgul olduğu için Osmanlı Devleti Kıbrıs ve Tunus’u rahatlıkla fethetmiştir. Nitekim İspanya, bu fetihlerden sonra Morisko sorununu sürgün yoluyla çözme kararı almış ve dünya tarihindeki en hazin tehcir hadiselerinden biri gerçekleşmiştir.

Sürgün edilen Moriskoların büyük çoğunluğu dönemin Osmanlı Padişahı I. Ahmed’in fermanıyla Kuzey Afrika, Selanik, İstanbul, Belgrad, İzmir, Adana ve Şam vilayetlerinde iskân edilmiştir.

Tarihî kaynaklarda ticaretle meşgul olan birçok Morisko’nun İstanbul’da Galata semtinde iskân edildiği yazılıdır. Ayrıca Osmanlı topraklarına ulaşamayıp Fransa, İngiltere ve İtalya’da kalanlar için Sultan I. Ahmed İngiliz, Fransız ve İtalyan krallarına mektuplar yollayarak Moriskoların güvenli bir şekilde Osmanlı topraklarına ulaştırılmasını istemiştir. Bu dönemde Moriskolardan bir kısmı Osmanlı topraklarına ulaşmıştır.

Moriskolar, devlet kademelerinde tercüme, askerlik ve istihbarat alanlarında istihdam edilmiş, ticaret sektörü ve eğitim faaliyetlerinde de hizmet etmiştir.

Sultan I. Ahmed, Cezayir ve Tunus beylerbeylerine Moriskoların iskânı ve ihtiyaçlarının karşılanması için ferman göndermiştir. Hicri 1022 tarihli Mühimme Defteri kayıtlarında, Moriskoların Osmanlı topraklarına yerleşimi, istihdamı ve vergi durumlarıyla ilgili bir ferman yer almaktadır. Fermanda dikkat çeken ibare, Moriskolardan beş yıl süreyle vergi alınmayıp, beşinci yıldan sonra vergi toplanması ve Moriskoların o tarihlerde inşaatı devam eden Sultan Ahmet Camii’nin evkafına dahil edilmesidir.

Moriskoların Osmanlı topraklarına yerleşimi, istihdamı ve vergi durumlarıyla ilgili ferman

“Tunus Beylerbeğine ve Tunus kadısına hüküm ki, gayret-i diniyye ve İslâmiyye muktezasınca İspanya vilayetinden memalik-i mahruseme sığınan müdeccir (Müdeccen-Moriskolar Osmanlı kaynaklarında müdeccir kelimesiyle ifade edilmektedir.) taifesi südde-i saadetime gelip mekan-ı mukayyedleri olmamağla ekseri ehlü ıyaldan dur oldukları ecildem cümlesi bir yere gelip birbirine imdad ve ianet ile tedarik-i maişet ve ziraat ve haraset etmekliğe sebep olmağıçün memalik-i mahrusemde Adana ve Uzeyr ve Sis ve Trablus (Trablusşam) ve Kars (Zülkadiriye-Dulkadiroğulları Beyliğinin toprakları) sancaklarında bazı mahaller kendülere yurt tayin olunup beylerbeği ve sancakbeği voyvodaları ve adamları ve ümera ve ummal taifesi ve gayriler min-ba’d dahl etmeyip ve beş seneye değin bilkülliye muaf olup hasıl eyledikleri meyve ve terekeden öşür ve resim talep olunmayıp inşaalahü teala beş seneden sonra aşar-i şer’iyyeleri halen İstanbul’da bina olunan cami-i şerifim (Sultan Ahmed Camii) evkafına ilhak olunmak ve zabt ü rabtı içün taife-i mezbureden dergah-ı muallam müteferrikalarından olan kıdvetü’l-emasil ve’l-akran Ali zide mecduhu sancakbeği tayin olunmak rica eylediklerinden mezid-i merhametimden veçh-i meşru üzere nihayet olunup ellerine nişan-ı hümayunun verilmiştir…”

Endülüs Müslümanları

711 yılında Tarık Bin Ziyad’ın komutasında İber Yarımadası’na ayak basan Müslümanlar, yaklaşık 800 yıl boyunca sergiledikleri idareyle farklı din mensupları ve toplulukların bir arada yaşamasını sağlamışlardır. Adaletli yönetim, refah ve zenginlik sadece Müslümanlara yönelik olmamış, Vizigotlar döneminde baskı altında olan Yahudiler ve Hristiyanlar için de aynı yönetim uygulanmış, özellikle Yahudi toplumu İber Yarımadası’nda bir daha asla ulaşamayacağı zenginlik ve özgürlük ortamına kavuşmuştur. Hoşgörü ortamı, İber Yarımadası’nın yerli halkı arasında İslâm dinine geçenlerin sayısını arttırmış, bu durumun bir sonucu olarak da Endülüs’e has Müslüman bir millet ortaya çıkmıştır.

Müslümanların yönetiminde bilimsel ve kültürel faaliyetlere önem verilip bu çalışmalar için uygun ortam sağlanmış, Endülüs medeniyeti ve bilginleri, modern tıp ve birçok bilimsel çalışmaya ilham kaynağı olup öncülük etmiştir.

İber Yarımadası’nda Müslümanlardan sonra yönetimi devralan İspanya ve Portekiz krallıkları Endülüs’ün bu bilimsel mirasından faydalanarak denizcilik alanında kaydettikleri ilerleme ile denizaşırı seferler düzenleyerek yeni kıtalar keşfetmişler, kolonizasyon ve sömürge düzeninin temellerini bu sayede atmışlardır. Ayrıca Endülüs Müslümanları aksine, sergiledikleri yönetim anlayışıyla da bir arada yaşamanın mümkün olamayacağı bir düzen kurmuşlardır.

Asimilasyon politikası

Müslümanlar önce; dinî, politik ve sosyoekonomik olmak üzere üç nedene bağlı olarak asimile edilmek istenmiştir. Bu operasyonun gerçekleştiği tarihlerde dünyada İspanya’nın da bağlı olduğu Habsburg İmparatorluğu ve Osmanlı Devleti arasında mücadele yaşanmakta olup, Osmanlı Devleti’nin Moriskolarla dindaş olması, İspanya Krallığı’nı sürekli tedirgin etmiş ve bu duruma bağlı olarak da Morisko sorunu dinî bir sorun olarak ortaya çıkmıştır.

Osmanlılarla ilişkilerini kesmek için 84 bin Morisko sürgüne gönderildi.
Osmanlılarla ilişkilerini kesmek için 84 bin Morisko sürgüne gönderildi.

Osmanlı Devleti’nin yardım etme ihtimali ve çeşitli zaman dilimlerinde Moriskolara ulaştırdığı yardımlar, İspanya’nın ulusal birliği açısından Moriskoların Hristiyanlaştırılmasının hayati derecede önemli olduğunun kabul edilmesinde etkili olmuştur.

Moriskoların üretim ve ticaret sektörlerine hâkim olması, asimilasyon operasyonun sosyoekonomik nedeni olmuştur. Morisko sorununun yaşandığı dönemde yeni dünyanın keşfine bağlı olarak Avrupa’da ekonomik gelişmeler meydana gelmiş, Avrupa’nın ekonomisini tekellerinde tutan dinî kurumlara ve derebeyliklere paralel burjuva olarak bilinen sermaye sahibi yeni bir sınıf ortaya çıkmıştır.

Burjuva sınıfının Moriskolarla yaşadığı ticari rekabet, sorunun sosyoekonomik boyutunun gerekçesi olmuştur. Bu duruma ek olarak Hristiyan zanaatkâr, çiftçi ve hayvancıların da Moriskolarla rekabet halinde olması, etnik operasyonun nihai seyrini belirlemiştir.

  • Böylece Müslümanlar için sonu sürgünle biten karanlık bir döneme imza atılmış, tarihte eşine az rastlanır cinsten etnik bir temizlik operasyonu “zorla-şeklen Hristiyanlaştırılmış ama Müslüman kalmaya devam etmiş çift kimlikli müdeccen-Morisko” topluluğunu ortaya çıkarmıştır.

Moriskolar, Hristiyan komşuları, din adamları ve devlet görevlileri hatta bazı dindaşları tarafından bile sıkı şekilde takip edilmiş; tüm faaliyetleri, eski dinlerine dair alışkanlıkları ve yaşamları dinî-siyasî otoritelere raporlanmıştır.

Moriskolara her zaman şüpheyle bakıldığı için hedeflenen entegrasyon projesi gerçekleştirilememiş ve iki toplum arasındaki ayrılık daha da artmıştır. 1567 yılında, eski dinlerine dair alışkanlıklarını ve şüpheli hareketlerini engellemek için; evlerin kapılarını açık tutma, şehir hamamlarını yıkma, bir arada bulunma ve benzeri bir dizi karar alınarak uygulanmış fakat bütün bunlara duruma rağmen entegrasyon gerçekleştirilememiştir.

Moriskolar yaklaşık 100 yıl boyunca din temelli oluşan kimliklerini kaybetmemek için silahlı mücadele, İslâm dini kurallarını ve geleneklerini gizlilikle sürdürme gibi çeşitli yollara başvurmuşlardır.

Dönemin şartlarından dolayı hem İspanya Krallığı hem de Moriskoların ortaya koyduğu mücadele, iki taraf için de istenildiği gibi olmayınca süreç Moriskoların sürgünüyle sona ermiştir. Bu bağlamda ülkemizde İspanya’dan sürülen Yahudilerin göçü kadar bilinmeyen Endülüs Müslümanlarının tehciri, insanlık tarihinin tecrübe ettiği en trajik göç hadiselerinden biridir.