Bir işgalin kurgulanan bahanesi

Irak’ta kitle imha silahları yalanı, Batı dünyasında istihbaratın siyasallaşmasının en çarpıcı örneği olarak tarihe geçti.
Irak’ta kitle imha silahları yalanı, Batı dünyasında istihbaratın siyasallaşmasının en çarpıcı örneği olarak tarihe geçti.

2003 yılında gerçekleşen Irak işgali, modern dönemin en tartışmalı askerî müdahalelerinden biri olmuştu. Bu işgalin gerekçesi olarak Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık hükümetleri, Saddam Hüseyin rejiminin kitle imha silahlarına — özellikle kimyasal ve biyolojik silahlara — sahip olduğunu iddia etmişti. Washington ve Londra, bu silahların hem bölgesel istikrarı hem de küresel güvenliği tehdit ettiğini öne sürerek, Birleşmiş Milletler kararlarını ve uluslararası toplumun güvenliğini gerekçe göstermişti. Ancak işgalden sonra yapılan araştırmalar, denetimler ve soruşturmalar, bu iddiaların temelsiz olduğunu, istihbarat raporlarının manipüle edildiğini ve savaşın gerekçesinin büyük ölçüde siyasî saiklerle oluşturulduğunu ortaya çıkarmıştı.

Irak meselesi, 1991 Körfez Savaşı sonrasında Saddam Hüseyin rejiminin ağır bir yenilgi alması ve ardından ülkenin Birleşmiş Milletler denetimi altına girmesiyle yeni bir döneme girmişti. 687 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararıyla Irak’a kitle imha silahlarını imha etme yükümlülüğü getirilmiş, ayrıca BM Silah Denetleme Komisyonu (UNSCOM) ülkeye yerleştirilmişti. 1990’ların başından itibaren bu denetim süreci, Irak ile Batı arasında sürekli bir gerilim kaynağı haline gelmişti.

  • Saddam Hüseyin yönetimi, zaman zaman denetçilerin erişimini engellemiş, bazen de bilgi saklamaya çalışmıştı. Bu davranışlar, Batı’da özellikle de ABD’de Saddam’ın gizlice silah programını sürdürdüğü kanaatini güçlendirmişti.
  • Ancak bu dönemde yapılan incelemelerde, 1991 savaşı sonrasında Irak’ın kimyasal ve biyolojik silah kapasitesinin büyük ölçüde ortadan kalktığı görülmüştü. Buna rağmen Amerikan ve İngiliz istihbaratı, Irak’ın “aktif” silah programlarını sürdürdüğünü iddia etmeye devam etmişti.

2001 yılının Eylül ayında gerçekleşen 11 Eylül saldırıları, ABD’nin dış politika doktrininde köklü bir dönüşüm yaratmıştı. Başkan George W. Bush yönetimi, “terörle küresel savaş” konsepti çerçevesinde, sadece terör örgütlerini değil, onlara destek verdiği düşünülen devletleri de hedef alma politikası benimsemişti. Bu çerçevede Saddam Hüseyin rejimi, hem El Kaide ile bağlantılı olduğu hem de elinde kitle imha silahları bulundurduğu gerekçesiyle Washington’un hedef tahtasına oturtulmuştu. 2002 yılı boyunca Amerikan yönetimi, uluslararası kamuoyunu Irak’ın kimyasal, biyolojik ve hatta nükleer silahlara sahip olduğuna ikna etmeye çalışmıştı.

11 Eylül saldırılarının ardından “terörle küresel savaş” ilân eden ABD Başkanı George Bush yönetimi, Saddam Hüseyin rejimini Washington’un hedef tahtasına oturttu.
11 Eylül saldırılarının ardından “terörle küresel savaş” ilân eden ABD Başkanı George Bush yönetimi, Saddam Hüseyin rejimini Washington’un hedef tahtasına oturttu.

Başkan Bush, 29 Ocak 2002 tarihinde yaptığı “Birliğin Durumu” konuşmasında, Irak’ı İran ve Kuzey Kore ile birlikte “şer ekseni” olarak tanımlamış ve bu ülkelerin terörizme destek vererek dünya barışını tehdit ettiğini ileri sürmüştü. Bu tanımlama, ABD’nin artık önleyici savaş stratejisini benimsediğinin açık göstergesi olmuştu. Aynı yılın sonlarında Beyaz Saray ve İngiliz hükümeti, Irak’ın “yeni silahlanma çabalarına” dair raporlar yayımlamıştı. İngiltere Başbakanı Tony Blair’in hükümeti tarafından Eylül 2002’de yayımlanan ünlü “Downing Street Dosyası” (daha sonra “dodgy dossier” olarak anılacaktı), Saddam’ın 45 dakika içinde kimyasal silah kullanabilecek kapasitede olduğunu iddia etmişti. Bu belge, İngiliz kamuoyunda büyük yankı uyandırmış, ancak daha sonra temelsiz istihbarata dayandığı anlaşılmıştı.

İngiltere Başbakanı Tony Blair’in hükümeti tarafından hazırlanan Downing Street Dosyası’nda, Saddam’ın 45 dakika içinde kimyasal silah kullanabilecek kapasitede olduğunu iddia edilmişti.
İngiltere Başbakanı Tony Blair’in hükümeti tarafından hazırlanan Downing Street Dosyası’nda, Saddam’ın 45 dakika içinde kimyasal silah kullanabilecek kapasitede olduğunu iddia edilmişti.

ABD’de ise CIA ve Savunma Bakanlığı’na bağlı istihbarat birimleri, Irak’ın “mobil biyolojik laboratuvarlar” geliştirdiğini, uranyum satın almak için Afrika’daki Nijer ile temas kurduğunu ve Scud füzeleriyle bu silahları taşıyabilecek kapasiteye sahip olduğunu iddia etmişti. Bu raporların çoğu daha sonra yalanlanmış olsa da, o dönemde Amerikan medyası tarafından sorgulanmadan yayımlanmış ve kamuoyu savaş için hazırlanmıştı. Özellikle Colin Powell’ın 5 Şubat 2003 tarihinde BM Güvenlik Konseyi’nde yaptığı meşhur sunum, işgalin meşruiyet zemini açısından dönüm noktası olmuştu. Powell, Irak’ın kimyasal ve biyolojik silah programlarını kanıtlamak için çeşitli uydu görüntüleri, ses kayıtları ve istihbarat verileri sunmuştu. Ancak yıllar sonra Powell, bu bilgilerin büyük bölümünün güvenilir olmadığını itiraf etmiş ve “hayatımın en büyük hatası” olarak nitelendirmişti.

ABD'nin Irak'ı işgal etmeye hazırlandığı sırada, Dışişleri Bakanı Colin Powell, BMGK’de Saddam Hüseyin'in kitle imha silahları geliştirdiğini söyleyerek biyolojik silah şarbonunun insansız hava araçlarıyla Irak'ın komşularına veya ABD'ye gönderilebileceğini iddia etti ve kanıt olarak da küçük bir cam şişeyi gösterdi.
ABD'nin Irak'ı işgal etmeye hazırlandığı sırada, Dışişleri Bakanı Colin Powell, BMGK’de Saddam Hüseyin'in kitle imha silahları geliştirdiğini söyleyerek biyolojik silah şarbonunun insansız hava araçlarıyla Irak'ın komşularına veya ABD'ye gönderilebileceğini iddia etti ve kanıt olarak da küçük bir cam şişeyi gösterdi.

Bu süreçte, BM Silah Denetleme Komisyonu (UNMOVIC) ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA), Irak’ta yoğun bir denetim faaliyeti yürütmüştü. Hans Blix ve Muhammed el-Baradei’nin başında bulunduğu denetim ekipleri, 2002’nin sonu ile 2003’ün başı arasında yüzlerce tesisi denetlemiş, hiçbir somut delile ulaşamamıştı. Buna rağmen Washington yönetimi, Saddam’ın bu silahları gizlediğini iddia ederek sabrının tükendiğini açıklamıştı.

2002 yılında Irak'taki bir makine fabrikasında, kitle imha silahları denetimleri sırasında bir Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı silah müfettişi sürüntü örnekleri alıyor.
2002 yılında Irak'taki bir makine fabrikasında, kitle imha silahları denetimleri sırasında bir Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı silah müfettişi sürüntü örnekleri alıyor.
  • 20 Mart 2003 tarihinde ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri Irak’ı işgale başlamış, “Irak Özgürlük Operasyonu” adı verilen bu savaş, kısa sürede Saddam rejiminin çökmesiyle sonuçlanmıştı. Ancak savaş sonrası Irak’ta hiçbir kimyasal, biyolojik ya da nükleer silah bulunamamıştı.
17 Mart 2003’te Saddam’dan ve oğlundan ülkeyi terk etmesini isteyen Bush, BM’nin izni olmadan 20 Mart’ta Saddam rejimini ortadan kaldırmak için İngiltere'nin desteği ile birlikte savaşı başlattı.
17 Mart 2003’te Saddam’dan ve oğlundan ülkeyi terk etmesini isteyen Bush, BM’nin izni olmadan 20 Mart’ta Saddam rejimini ortadan kaldırmak için İngiltere'nin desteği ile birlikte savaşı başlattı.

İşgali izleyen yıllarda hem ABD’de hem de İngiltere’de büyük bir siyasî ve etik hesaplaşma yaşanmıştı. ABD’de 2004 yılında yayımlanan “Iraq Survey Group” raporu, Irak’ın 1991 sonrası dönemde hiçbir aktif kitle imha silahı programına sahip olmadığını, Saddam rejiminin bu silahları çok önceden imha ettiğini belirtmişti. Aynı şekilde, İngiltere’de 2016 yılında yayımlanan “Chilcot Raporu”, Tony Blair hükümetinin istihbarat bilgilerini çarpıttığını, alternatif diplomatik yolların tüketilmeden savaş kararı alındığını ve işgalin uluslararası hukuka aykırı olduğunu tespit etmişti.

Irak işgali, sadece bölgesel dengeleri altüst etmemiş, aynı zamanda küresel ölçekte Amerikan dış politikasına duyulan güveni de sarsmıştı.

Irak’ın işgali, İslâm dünyasının son dönemde yaşadığı en büyük travmalardan biriydi. Resmî olmayan rakamlara göre savaşta hayatını kaybeden sivil sayısının 500 bine yakın olduğu tahmin ediliyor.
Irak’ın işgali, İslâm dünyasının son dönemde yaşadığı en büyük travmalardan biriydi. Resmî olmayan rakamlara göre savaşta hayatını kaybeden sivil sayısının 500 bine yakın olduğu tahmin ediliyor.
  • Ortadoğu’da oluşan güç boşluğu, mezhep temelli çatışmaları derinleştirmiş, El Kaide’nin Irak kolu zamanla IŞİD’e dönüşerek yeni bir terör dalgası yaratmıştı. Irak’ta yaşanan insanî felâket, yüz binlerce sivilin hayatını kaybetmesine, milyonlarca insanın yerinden olmasına yol açmıştı. ABD’nin “demokrasi getirme” iddiasıyla başlattığı işgal, ülkeyi istikrarsızlığın ve iç savaşın kucağına itmişti.

Saddam Hüseyin heykelinin yıkılışı.

Saddam Hüseyin’in 2006 yılında idam edilmesi, ABD açısından sembolik bir “zafer” gibi sunulmuştu ancak Irak halkı açısından bu, devlet otoritesinin tamamen çöktüğü, yolsuzluk ve etnik nefretin yükseldiği bir dönemin başlangıcı olmuştu. Washington yönetimi, savaş sonrası yeniden inşa sürecinde yaptığı hatalarla, özellikle orduyu lağvetme ve Baas Partisi mensuplarını sistemden dışlama kararıyla, Irak’ta radikalleşme sürecini hızlandırmıştı. Bu kararlar, ülkeyi Sünnî-Şiî çatışmasına sürüklemişti.

Irak’ta kitle imha silahları yalanı, Batı dünyasında istihbaratın siyasallaşmasının en çarpıcı örneği olarak tarihe geçmişti.

CIA, MI6 ve diğer kurumlar, hükümetlerin politik hedefleri doğrultusunda veri üretmiş, var olmayan tehditleri “kanıtlarla” desteklemişti.

2003 sonrasında yürütülen bağımsız soruşturmalar, bu belgelerin büyük kısmının şüpheli kaynaklardan, özellikle de Iraklı muhalif gruplardan geldiğini ortaya koymuştu. Ahmed Chalabi liderliğindeki Irak Ulusal Kongresi gibi örgütler, ABD’yi Saddam’ı devirmeye teşvik etmek için sahte bilgi üretmişti.

Nisan 2003’te iktidarı bırakmak zorunda kalan Saddam Hüseyin, Tikrit’e kaçtı ve 8 ay burada saklandı. Tek kurşun atılmadan yakalanan Saddam’ın ağzından dökülen ilk sözleri “Ateş etmeyin! Ateş etmeyin! Ben Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin!” oldu.
Nisan 2003’te iktidarı bırakmak zorunda kalan Saddam Hüseyin, Tikrit’e kaçtı ve 8 ay burada saklandı. Tek kurşun atılmadan yakalanan Saddam’ın ağzından dökülen ilk sözleri “Ateş etmeyin! Ateş etmeyin! Ben Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin!” oldu.
  • Savaşın gerçek nedenleri üzerine yapılan analizler, petrol kaynakları, jeopolitik kontrol ve İsrail’in güvenliği gibi etkenlerin de bu sürecin perde arkasında yer aldığını göstermişti. ABD’nin Irak’ta askerî varlığını kalıcı hale getirmesi, Basra Körfezi’ndeki enerji hatlarını kontrol altına alması ve İran’ı çevreleme stratejisi, savaşın stratejik hedefleri arasında yer almıştı.

Bu bağlamda “kitle imha silahları” söylemi, hem Amerikan kamuoyunu hem de müttefiklerini ikna etmek için kullanılan bir araç haline gelmişti.

Sonuçta, 2003 Irak işgali, 21. yüzyılın ilk on yılında uluslararası hukukun, istihbarat etiğinin ve medya sorumluluğunun ne kadar kolay manipüle edilebileceğini göstermişti. ABD ve İngiltere, kitle imha silahı bahanesiyle başlattıkları savaşla, hem Irak halkına hem de uluslararası sisteme onarılamaz zararlar vermişti. Gerçekte var olmayan bir tehdit üzerine inşa edilen bu müdahale, yalnızca Ortadoğu’yu değil, küresel düzeni de istikrarsızlaştırmıştı. Bugün hâlâ Irak’ın siyasî yapısında, güvenlik sorunlarında ve toplumsal yapısında o dönemin izleri sürmekteydi. Kitle imha silahlarının bulunamaması, sadece bir istihbarat hatası değil, bilerek kurgulanmış bir siyasî yalandı ve bu yalan, modern tarihin en büyük trajedilerinden birine zemin hazırlamıştı.