Fas notları 4: Rif Dağları’nın mavi gerdanlığı Şafşavan

Şafşavan'dan manzaralar.
Şafşavan'dan manzaralar.

Tanca’daki gezi noktalarımızı bitirdikten sonra Rif Dağları’nın eteklerine kurulmuş mavi şehir Şafşavan’ı görmek ve bir gece konaklamak için yola koyulduk. Yaklaşık iki saatlik yolculuğun ardından Şafşavan’a ulaşmıştık. Burada yaşadığımız iki hadiseye değinmekte fayda var.

  • Şehrin girişinde arabaya el kaldıran bazı kişiler görebilirsiniz. Bunlar otostopçu değil yerel halktan kişiler. Ellerindeki anahtarları göstererek “kalacak yere ihtiyacınız var mı?” şeklinde sorular soruyorlar.

Otel rezervasyonunuzun olduğunu söyleyerek yolunuza devam edebilirsiniz.

İkinci husus şehrin içinde arabaları park etme sorunu. Eğer Şafşavan’a arabayla gidecekseniz resmî otoparklar dışında bir yeri tercih etmeyin. Zira otoparkların önünde bekleyip kendisini otopark çalışanı diye tanıtan bazı kişiler sizi şehrin üst sokaklarına yönlendirerek herhangi bir yere arabanızı park etmenizi söylüyor ve bunun için sizden para istiyor. Bu iki durumla karşılaşmamak adına otel rezervasyonunu önceden halledip park işini de otel resepsiyonuyla önceden konuşmakta fayda var.

Eğer arabanız yoksa ve bu şehre gelmek istiyorsanız tren imkânı olmadığı için otobüs kullanmanız gerekiyor. Otobüs kullananlardan duyduğum ise birinci sınıf otobüsleri tercih etmenin faydalı olacağı yönünde. Şimdi kısaca Şafşavan’ın tarihinden bahsedebiliriz. 1471 yılında önce bir kale ardından yerleşim yeri olarak kurulan şehir, Fas’ın kuzeybatısında yer alıyor.

Şehrin ismi, Rif Dağları’nın dik tepeleri keçi boynuzuna benzediği için çift boynuz anlamına gelen Şafşavan olarak konulmuş.

Medina denilen eski şehirde yerleşim başladıktan sonra zamanla etrafı surlarla çevrildi. Surlar korunmuş vaziyette günümüze kadar ulaşmış durumda. Bab El Ain ve Bab El Mahrouk kapılarından şehre giriş sağlanıyor. Meşhur kalesi ve su başı anlamına gelen Ras El Maa’sı yani şelalesi en çok ziyaret edilen iki nokta. Zaten bu iki noktaya yürürken şehrin ara sokaklarına girip masmavi evleri temaşa edebiliyorsunuz. Biz otele yerleştikten sonra ilk olarak şehrin meydanını görmeye gittik. Geçimini büyük ölçüde turizmden kazanan şehrin sakinleri Şafşavan’ın meydanını küçük bir Câmiu’l-Fenâ Meydanı haline getirmiş. Bir yerde dans edenleri diğer yanda müzisyenleri görmek mümkün.

Meydandan Ras El Maa’ya doğru yürürken fotoğraflarda görünen masmavi sokakları görmeye başladık. Evlerin neden mavi olduğuna dair birkaç rivayet anlatılır. Öncelikle bunları belirtmekte fayda var.

  • İlk olarak, şehirdeki Yahudi nüfusunun yoğunluğunu göz önünde bulundurmak gerekiyor. Zira mavi renk Yahudi inancına göre gökyüzünü temsil eder dolayısıyla sıklıkla kullanılır. Evlerin mavi olmasına dair göze çarpan rivayetlerden birisi bu. İkinci olarak akreplerin mavi renginin olduğu yere tutunamadığına inanılır ve güvenlik önlemi olarak evler maviye boyanır. Üçüncü olarak ise, sokakta bir esnafa sorduğumda evlerin bu şekilde boyanmasının sebebi mavi renginin güneşi yansıtmadığını, içeriyi kışın sıcak yazın da soğuk tuttuğunu söyledi.

Rivayetlerin her birinde muhakkak doğruluk payı vardır. Asıl söylemem gerekense sokakların gerçekten masal gibi olduğu. Bir gece kaldığımız için gecesini de görmüş olduk. Otelin çatısından şehri kuşbakışı seyrettiğimde ışıklandırmalardan ötürü Şafşavan’ın gecesine de maviliğin hâkim olduğunu söyleyebilirim. Şafşavan aynı Tanca gibi birkaç saat ayrıldığı takdirde gezilebilecek bir şehir. Seyahat öncesi iyi bir araştırma ve plan yaptığımız için her iki şehri aynı günde gezebildik.

Bizim için Şafşavan’ın önemli olmasının sebebi ise masmavi evleri değil; Rif Dağları’nın eteklerine kurulu olmasıydı. Zira Rif Dağları deyince aklımıza Fas’ın kahramanı Abdulkerim Hattâbî geliyor. Hattâbî, 1882 yılında Fas’ın Rif bölgesinin Ecdîr şehrinde dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Melilla’da tamamladıktan sonra Kayrevan Üniversitesi’ne kaydını yaptırdı. Üniversite sürecinde İspanyolca ve Fransızca öğrendi. Kendisini hem İslâm ilimleri noktasında hem de Batı kültürünü tanıma hususunda çok iyi yetiştirdi. 1906 yılında Mellila’da Telegrama del Rif gazetesinde editör olarak çalışmaya başladı.

Editörlükten sonra kadılık görevine getirildi. Bu süreçte ülkesinin İspanya hâkimiyetinde olması onu çok rahatsız ediyordu. Bağımsızlığı savunduğundan ve bunun için çalışmalar yaptığından dolayı bir müddet hapiste kaldı. Babası da İspanyollar ile savaşılması gerektiğini savunuyordu. Babasının vefatının ardından mensup olduğu kabilenin başına geçen Abdulkerim, Rif bölgesinde diğer kabilelerin de desteğini alarak İspanyollara karşı cihad ilân etti. Bu ilânın sebebi bağımsız bir devlet kurmak ve Müslümanların hâkimiyetini sağlamaktı. Takvimler 22 Haziran 1921’i gösterdiğinde, Annoal’da İspanyolları yendi ve halk nazarında önemli bir şöhret kazandı ve Rif Cumhuriyeti’ni kurdu.

Devleti kurduktan sonra İslâmî kanunlara uygun bir şekilde teşkilatlandırdı. İdarî, hukukî ve malî açıdan bazı kararlar aldı. Bir meclis kurulmasına öncülük etti. Rif Cumhuriyeti’nin dünyada tanınması için çalışmalar yapsa da başarılı olamadı. Dışarıdan da destek bulamayınca 1926 yılında Fransa ve İspanya’nın saldırılarına mukavemet gösteremedi ve Rif Cumhuriyeti yıkılmış oldu. Fransa’nın Hint Okyanusu’ndaki Reunion Adası’na sürülen Abdulkerim, 1947 yılında Mısır’a kaçarak ömrünün sonuna kadar burada yaşadı. 6 Şubat 1963’te vefat ettiğinde Kahire’ye defnedildi.

Böyle bir kahramanın yaşadığı ve mücadele ettiği dağlardan geçmek bizim için heyecan vericiydi. Şafşavan’a maviliğinden çok bu gözle bakmaya çalıştık. Sıradaki rotamız ve Fas’taki en merak ettiğim şehirlerden olan Fes’e doğru yola koyulduk.

Fotoğraflar: Burak Çetik