Gazze’nin yok edilen tarihi

İsrail, Gazze Şeridi'ne uyguladığı soykırım sırasında sadece sivilleri katletmekle, evleri yapıları yıkmakla kalmadı, bölgedeki tarihî yapıyı da hedef aldı.
İsrail, Gazze Şeridi'ne uyguladığı soykırım sırasında sadece sivilleri katletmekle, evleri yapıları yıkmakla kalmadı, bölgedeki tarihî yapıyı da hedef aldı.

Gazze Şeridi, yüzyıllar boyunca Akdeniz havzasının en önemli kültürel geçiş noktalarından biri olmuştu. Filistin topraklarının bu dar kıyı bölgesi; Kenanlılardan Fenikelilere, Antik Mısırlılardan Romalılara, Bizanslılardan İslâm medeniyetine kadar birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştı. Bu nedenle bölgede yürütülen arkeolojik çalışmalar, burayı yalnızca Filistinliler için değil, tüm insanlık için paha biçilmez kılmıştı. Ancak İsrail’in Gazze işgali sırasında bu tarihî dokunun büyük kısmı yok edilmiş, onlarca müze, yüzlerce arkeolojik alan ve binlerce eser ya tahrip edilmiş ya çalınmış ya da akıbeti belirsiz hâle gelmişti.

Gazze’deki arkeolojik varlıkların hedef alınması yeni değildi.

İsrail, 1967’de Gazze’yi işgal ettiği dönemden itibaren sistematik biçimde kazılar yürütmüş, buluntuların önemli bir kısmını İsrail’e taşımıştı.

2005’te Gazze’den çekilme sürecinin ardından bu politika görünürde azalmıştı; ancak özellikle 2023 sonrası geniş çaplı saldırılar, bu kültürel mirasın neredeyse tamamen yok olmasına yol açmıştı. Uluslararası kuruluşlar, akademisyenler ve yerel araştırmacılar, Gazze’de yaşanan kültürel felâketin son yüzyılın en büyük arkeolojik yıkımlarından biri olduğunu söylemişti.

Gazze’nin kalbinde yer alan Râşid Sokağı üzerindeki Filistin Müzesi, saldırılarda tamamen tahrip olmuştu. O müze, Filistin tarihinin çok katmanlı yapısına dair en önemli koleksiyonları barındırıyordu. 4000 yılı aşkın geçmişe dair eserler; Grek, Roma ve Bizans dönemlerine ait mozaikler, İslâmî dönem paraları, Bronz Çağı’na tarihlenen çanak çömlekler ve geleneksel el sanatlarıyla ilgili nadide parçalar bu müzede sergileniyordu. Gazze’deki arkeologlar, müzenin vurulduğu günlerde birçok eserin oradan çıkarılarak İsrail’e götürüldüğünü söylemişti.

İsrail güçleri yalnızca müzeleri değil, antik kentleri ve tarihî mabetleri de hedef almıştı. Gazze’nin en eski yerleşimlerinden biri olan Tel el-Acûl, yüzyıllardır arkeologların ilgi odağıydı. Orada Fenike ve Mısır etkilerini barındıran birçok mezar yapısı ve lüks eşya bulunmuştu. Ancak bombardıman sırasında tepenin büyük kısmı yıkılmış, kalıntılar geri dönülmez biçimde zarar görmüştü. Yerel araştırmacılar, İsrail’in iş makineleriyle bölgeyi kazdığını ve bazı eserleri bölgeden çıkardığını aktarmıştı.

Bir diğer önemli arkeolojik bölge olan Tel es-Sakan, Filistin’in Bronz Çağı’na uzanan en erken kentleşme örneklerinden birini barındırıyordu. Burası, Uruk uygarlığıyla bağlantılarıyla bilinen benzersiz bir yerleşimdi. Ancak işgal döneminde bu alan da büyük oranda yok edilmişti. 2023 sonrasında Tel es-Sakan’ın izleri neredeyse tamamen silinmişti. Alanın dümdüz hâle getirildiği, çevredeki taşların bile söküldüğü fotoğraflarla belgelenmişti.

  • Arkeologlar, dünya tarihinin en eski kent örneklerinden birinin göz göre göre yok edildiğini söylemişti.

Gazze’de yaşayanlar, saldırıların yalnızca askerî yapılarla sınırlı olmadığını görmüş, tarihî camiler ve kiliseler de hedef alınmıştı. 7. yüzyıla tarihlenen ve İslâm dünyasının en eski mabedlerinden biri kabul edilen Büyük Ömer Camii büyük zarar görmüştü.

Aynı şekilde, Gazze’nin Hristiyan tarihine dair en önemli yapılardan olan Aziz Porfirios Kilisesi de saldırılar sırasında etkin biçimde tahrip edilmişti. Bu kilise, Bizans döneminden kalma freskler ve taş işçiliği barındırıyordu. O hücrelerde yüzyılların izleri saklıydı, ancak bombardıman sonrası bu izlerin birçoğu kaybolmuştu.

Bir başka kültürel felâket de Antik Roma dönemine tarihlenen Hırbet el-Blah bölgesinde yaşanmıştı. Bu alan, Filistin’in Roma etkisi altındaki en önemli mezarlık alanlarından biriydi. Hem mimari yapısıyla hem de içindeki mozaiklerle dikkat çekiyordu. 2023 saldırıları sırasında bu alanın da büyük kısmı yok edilmişti. Bazı mozaiklerin parçalanarak taşındığına dair iddialar dile getirilmişti. Yüzyıllık taşların üzerine düşen bombalar yalnızca Gazze’nin değil, tüm insanlığın ortak hafızasına büyük bir darbe vurmuştu.

İsrail ordusu, Gazze’de kontrol ettiği bölgelerde evleri, okulları ve yerleşim alanlarını tararken birçok evdeki kültürel eseri de toplamıştı. Bu eserler arasında Osmanlı dönemine tarihlenen hat levhaları, el yazması Kur’ân nüshaları, geleneksel takılar ve seramikler bulunuyordu. Bu tür parçalar hem maddi hem manevi açıdan büyük bir değer taşıyordu. Filistin’in en önemli koleksiyonerlerinden bazıları, evlerinin bombalanmasının ardından İsrail askerlerinin sağlam kalan eşyalardan koleksiyon parçalarını aldığını anlatmıştı.

Gazze’deki kültürel yıkım yalnızca maddi eserlerin yok edilmesiyle sınırlı kalmamıştı. Bir toplumun hafızası, kimliği ve aidiyeti de hedef alınmıştı. Gazze’nin gençleri, çocukları ve araştırmacıları, kendi topraklarındaki geçmişi öğrenme imkânından mahrum bırakılmıştı. Müzelerin yok olması, üniversitelerin vurulması, akademik arşivlerin tahrip edilmesi, Filistin kültürel birikiminin geleceğe aktarılmasını neredeyse imkânsız hâle getirmişti.

Birçok uluslararası kuruluş, UNESCO da dâhil olmak üzere, Gazze’deki yıkımın insanlık mirasına yönelik bir suç teşkil ettiğini söylemişti. Ancak bu uyarılar sahada bir değişiklik yaratmamıştı. İsrail saldırıları devam ettikçe kültürel kayıplar da artmıştı. Birleşmiş Milletler uzmanları, Gazze’deki arkeolojik alanların en az üçte ikisinin tamamen yok olduğunu söylemişti. Kayıt altına alınmamış ancak yerel halk tarafından bilinen birçok alanın da haritalardan silindiği belirtilmişti.

Özellikle Gazze’nin kuzey bölgelerinde bulunan Filistin İslâm Üniversitesi'nin arkeoloji bölümü külliyen yok olmuştu. Bu üniversite, Filistin’deki en önemli arkeolojik araştırma merkezlerinden biriydi. Burada, yerel arkeologlar bölgenin tarihî varlıklarını kayıt altına alıyor, kazılar yürütüyor, restore ediyordu. Ancak saldırılar sırasında üniversitenin kütüphanesi ve arşivleri tamamen kül olmuştu. Binlerce belge, araştırma makalesi ve fotoğraf kaybedilmişti.

Çalınan eserler yalnızca İsrail’deki müzelere değil, özel koleksiyonlara da taşınmıştı. İsrail’deki bazı galerilerde Filistin’den getirilen mozaiklerin ve seramiklerin sergilendiğine dair haberler çıkmıştı. Bu durum, işgalin ekonomik boyutunun da olduğunu göstermişti. Kültürel eserler karaborsada satılıyor, koleksiyonerlerin eline geçiyordu. Böylece Filistin’in tarihî mirası hem fiziksel hem de sembolik olarak gasp edilmişti.

Gazze’deki kültürel yıkıma dair en çarpıcı örneklerden biri, Roma dönemine ait ünlü mozaiklerin bulunduğu bir evin yok edilmesiydi. Bu ev, dünya basınında büyük ilgi görmüş, mozaiklerin renk ve sembol zenginliği nedeniyle birçok arkeolog bölgeye gelmişti. Ancak saldırılar sırasında bu ev yerle bir olmuştu. Fotoğraflarda, mozaiklerin üzerinde tank izleri görülmüştü. O görüntüler, işgalin yalnızca insanları değil, geçmişi de yok ettiğinin en açık göstergesi olmuştu.

Gazze Şeridi bu yıkımı yaşarken uluslararası toplumdan anlamlı bir tepki gelmemişti. Mısır ve Ürdün gibi komşu ülkeler sözlü olarak karşı çıkmış; ancak somut adım atılmamıştı. Avrupa’daki birçok arkeolog ve akademisyen, Gazze’deki kültürel yok oluşa dair makaleler yayımlamış, konferanslar düzenlemişti; fakat bu çabalar sahadaki yıkımı durduramamıştı. Bölge, yıl yıl değil, gün gün hafızasını kaybetmişti.

Bu süreçte Filistinlilerin kültürel mirası korumak için gösterdiği çaba da takdire şayandı. Gazze’deki bazı aileler, ellerindeki tarihî eşyaları saklamak için büyük fedakârlıklar yapmıştı. Kimi aileler, bombalanma riskine rağmen kuyulara eser saklamış, kimileri bodrumlarına gizlemişti. Ancak uzun süren bombardıman ve işgal bu çabaların önemli bir kısmını boşa çıkarmıştı. Bombaların isabet ettiği evlerin enkazı altında yok olan tarihî parçalar bir daha gün yüzüne çıkmamıştı.

Gazze’nin kültürel mirası yalnızca Filistinlilerin geçmişini değil, geleceğini de temsil ediyordu. Çünkü bu topraklarda yaşayan insanlar, kendilerini bu topraklara bağlayan kökleriyle gurur duyuyordu. O kökler yok olduğunda, gelecek nesillerin geçmişi tanıma imkânı da yok oluyordu. İşgal, bir milletin yalnızca bugününü değil, yarınını da çalmıştı.

Tüm bu yaşananlar, Filistin’deki kültürel mirasın sistematik biçimde hedef alındığını göstermişti. Müze, kilise, cami, antik kent, yerleşim alanı fark etmeksizin bombardımanlar birçok alanı yok etmişti. Bu yok oluş, rastlantısal değil, bilinçli bir politikayı işaret etmişti. Filistin’in tarihî kimliğini silmek, Filistinlilerin toprak üzerindeki varlık iddiasını zayıflatmak hedeflenmişti. Kültürel mirasın yok edilmesi, bir halkı tarihsiz bırakmanın en etkili yollarından biriydi.

Bugün Gazze’nin arkeolojik alanlarının çoğu artık yalnızca eski fotoğraflarda varlığını sürdürüyordu. Müzeler planlarda kaldığı gibi durmuyor, kitaplarda anlatılan eserler bir zamanlar var olan ama artık kaybolmuş parçalar hâline geliyordu. Bu kayıp, yalnızca Filistinlilerin değil, tüm insanlığın kaybıydı. Çünkü Gazze’nin tarihî zenginliği, insanlık tarihinin bir parçasıydı. O parçalar yok olduğunda, insanlığın bütünündeki bir katman da eksilmişti.

Filistinlilerin kültürel mirasını korumaya yönelik çabaları bugün hâlâ devam ediyor. Diasporadaki Filistinliler müze ve arşiv çalışmaları yürütüyor, geçmişe dair belgeleri toplamaya çalışıyor. Ancak Gazze’nin içinde durum büyük ölçüde umutsuz görünüyordu. İşgalin izleri yalnızca binalarda değil, hafızalarda da derin yaralar açmıştı.

İsrail işgali boyunca yaşanan kültürel yıkım, tarihe en büyük yağmalardan biri olarak geçmişti. Binlerce yıllık eserler çalınmış, yüzlerce arkeolojik alan yok edilmiş, müzeler yerle bir edilmişti. Toprakların hafızası silinmiş, Filistin halkının kimliği hedef alınmıştı. Bu süreç, işgalin yalnızca toprakla ilgili olmadığını, aynı zamanda bir halkın köklerinin yok edilmesiyle ilgili olduğunu göstermişti.

Gazze’nin tarihî mirası büyük oranda yok olsa da hafızası hâlâ yaşayanların zihinlerinde varlığını koruyordu. Geriye kalan belgeler, fotoğraflar ve anlatılar, bu mirasın bir gün yeniden canlandırılabileceğinin umudunu taşıyordu. Bugün Gazze’de yıkılmış bir müzenin enkazı altında kalan bir parça çanak çömlek, yalnızca fiziksel bir nesne değil; aynı zamanda yok edilmiş bir tarihin, susturulmuş bir hikâyenin sembolü hâline gelmişti.

Filistin’in tarihî varlıklarının yok edilmesi, uluslararası hukuka göre savaş suçuydu; ancak bu suçlar hâlâ cezasız kalmıştı. İnsanlık mirasının korunması, yalnızca Filistinlilerin değil, tüm dünyanın sorumluluğuydu. Gazze’nin tarihî alanları bir gün yeniden ayağa kalkarsa, bu yalnızca bir arkeolojik kurtuluş değil; aynı zamanda bir halkın hafızasının ve kimliğinin yeniden inşası olacaktı. Ancak bu yeniden doğuşun gerçekleşmesi için önce dünyayı bu yıkıma karşı harekete geçirecek kolektif bir çabaya ihtiyaç vardı. Gazze’nin tarihinin yeniden yazılması, enkaz altındaki hafızanın yeniden gün yüzüne çıkarılmasıyla mümkün olacaktı.