Gotha Araştırma Kütüphanesi ve İslâm Eserleri Yazmaları

Gotha'nın unutulmuş İslâm harikaları kütüphanesi.
Gotha'nın unutulmuş İslâm harikaları kütüphanesi.

Almanya’nın Thüringen eyaletinde yer alan, dışarıdan bakıldığında sessiz ve küçük bir şehir izlenimi veren bir bölge Gotha şehri. Ancak bu şehir, uzun yıllar boyunca göz ardı edilen bir hazinenin saklandığı yer olarak önemli bir rol üstlenmişti. Gotha Araştırma Kütüphanesi, yüzyıllar boyunca raflarında sakladığı binlerce İslâm el yazmasıyla, hem kültürel hem de bilimsel anlamda büyük bir değerin taşıyıcısı olmuştu. Bu el yazmaları, İslâm dünyasının altın çağlarında kaleme alınmış, bilimden sanata, felsefeden tıbba kadar geniş bir yelpazede bilgi birikimini yansıtan eserlerdi. Fakat bu eserler, uzun bir süre boyunca hak ettiği ilgiyi görememiş, sessizliğe terk edilmişti.

Her şey 19. yüzyılın başlarında başlamıştı. Saxe-Gotha-Altenburg Dükalığı’nın başında bulunan Ernest II, entelektüel konulara büyük ilgi duyan bir liderdi. Doğu kültürlerine olan merakı, onu Ortadoğu’dan yazmalar toplamaya teşvik etmişti.

Bu çabanın en önemli aktörlerinden biri ise Ulrich Jasper Seetzen olmuştu.

  • Seetzen, bir Doğu bilimci olarak Osmanlı topraklarına doğru yola çıkmış; Suriye, Lübnan, Filistin, Mısır ve Arabistan gibi bölgelerde uzun süre seyahatler yapmıştı. Bu gezileri sırasında birçok el yazması toplamış, bu eserleri Gotha’daki dükalığa göndermişti. Böylece Gotha Kütüphanesi’nin İslâm el yazmaları koleksiyonu oluşmaya başlamıştı.

Toplanan el yazmaları sadece dinî içeriklerle sınırlı kalmamıştı. Tıp, astronomi, matematik, felsefe, tarih, edebiyat ve dilbilim gibi birçok farklı alanda yazılmış metinler koleksiyona dahil edilmişti. Bu eserlerin bazıları, İbn Sînâ’nın tıbbi yazmaları gibi, Batı’da da tanınan metinlerdi. Diğerleri ise daha az bilinen ama döneminin entelektüel yapısını yansıtan nadide yazmalardı. Seetzen’in topladığı eserler, sadece metinlerden ibaret değildi. Aynı zamanda bu metinlerin fiziksel özellikleri de büyük önem taşıyordu. El yazmaları, dönemin yazı tarzını, kullanılan kâğıt ve mürekkep türlerini, ciltleme tekniklerini ortaya koymuştu. Her biri bir sanat eseri niteliğindeydi.

Zamanla koleksiyon büyümüş, 3.500’ün üzerinde el yazması Gotha’daki raflara yerleştirilmişti.

Ancak bu eşsiz koleksiyon, uzun süre boyunca sessizliğe gömülmüştü.

Avrupa’nın büyük oryantalist merkezleri genellikle Paris, Londra veya Leiden gibi şehirlerde yoğunlaştığı için Gotha göz ardı edilmişti.

Ayrıca, bu metinlerin Arap alfabesiyle yazılmış olması, Batı dünyasında bu yazmaları okuyup anlayabilecek uzman sayısının sınırlı olması anlamına gelmişti. Böylece Gotha’nın raflarındaki bu kültürel hazine, kataloglarda yer bulsa da gerçek anlamda incelenmemişti.

Almanya’nın siyasî tarihi de bu ilgisizliği artırmıştı. 20. yüzyılda yaşanan iki dünya savaşı, Nazi döneminin yıkımı, Almanya’nın bölünmesi ve ardından birleşmesi, kültürel kurumları uzun süre ikincil plana itmişti. Gotha Kütüphanesi de bu süreçten etkilenmiş, koleksiyona ciddi akademik çalışmalar yapılamamıştı. Oysa içeride bekleyen eserler, yalnızca İslâm dünyasına değil, insanlık tarihine ait bilgileri taşıyordu.

Örneğin, el-Bîrûnî’nin coğrafya ve matematik üzerine yazmaları, sadece bilimsel değil, aynı zamanda kültürel veri niteliği taşıyordu. Ömer Hayyam’ın astronomik hesaplamaları, onun dönemin ötesinde bir bilim insanı olduğunu gösteriyordu.

Osmanlı dönemine ait el yazmalarında İstanbul, Bursa ve Edirne gibi şehirlerin adı geçiyor, bu şehirlerde yazılmış ya da istinsah edilmiş belgeler dikkat çekiyordu. Bazı metinlerin sonunda, "1322 senesinde İstanbul'da istinsah olundu" gibi ifadeler yer alıyordu. Bu tür ayrıntılar, eserin sadece içeriğini değil, üretim bağlamını da anlamaya olanak tanıyordu.

  • Zaman içinde Türkiye ile de doğrudan bağlantılı eserler fark edilmişti. Özellikle Osmanlı döneminden kalma metinler, Türkiye'deki akademisyenlerin de dikkatini çekmişti. Ancak bu farkındalık ancak 2000’li yıllarda artmaya başlamıştı.

Almanya’daki üniversiteler, dijital arşivleme projelerine ağırlık vermiş, Gotha Kütüphanesi’ndeki el yazmaları dijital ortama aktarılmıştı. Erfurt ve Leipzig Üniversiteleriyle işbirlikleri kurulmuş, "Orient Digital" gibi projeler sayesinde el yazmaları dijital kataloglara dahil edilmişti.

Bu gelişmeler, Gotha’nın raflarında unutulmuş olan metinlerin tekrar gün yüzüne çıkmasını sağlamıştı. Artık araştırmacılar, dünyanın farklı yerlerinden bu koleksiyona ulaşabiliyor, eserleri dijital ortamda inceleyebiliyordu. Türkiye’den bazı akademisyenler, bu metinler üzerinde çalışmalar yürütmüş, bazılarını çevirip yayımlamıştı. Böylece Gotha’nın koleksiyonu, sadece bir Alman kütüphanesinin malı olmaktan çıkıp, evrensel bir mirasa dönüşmeye başlamıştı.

Bu süreçte özellikle dikkat çeken hususlardan biri, el yazmalarının taşıdığı bilimsel içerik olmuştu. İslâm dünyasında, özellikle 8. ila 13. yüzyıllar arasında büyük bir bilimsel faaliyet yaşanmıştı. Bu dönemde yazılmış metinlerde, evrenin yapısı, insan anatomisi, hastalıkların nedenleri, matematiksel hesaplamalar, felsefi tartışmalar gibi pek çok konu ele alınmıştı. Bu metinler, Batı Avrupa’da skolastik düşüncenin hâkim olduğu dönemlerde bile bilimsel faaliyetlerin İslâm dünyasında canlı kaldığını gösteriyordu.

Gotha’daki metinler, bu bilimsel birikimin Avrupa’ya aktarılmasında nasıl bir köprü görevi gördüğünü de ortaya koymuştu.

Ancak Gotha’nın koleksiyonu sadece bilimsel metinlerden ibaret değildi. Aynı zamanda edebî eserler, şiirler, hikâyeler ve tasavvufî metinler de bu arşivde yer alıyordu. Bu tür eserler, İslâm kültürünün sadece akıl temelli değil, aynı zamanda duygu temelli yönünü de yansıtıyordu. Özellikle Farsça yazılmış divanlar, Osmanlıca mesneviler ve Arapça tasavvuf metinleri, dönemin edebî zevkini ve estetik anlayışını ortaya koyuyordu.

Zamanla bu metinlerin daha fazla kişi tarafından okunabilmesi için çeviri ve açıklama çalışmaları da başlamıştı. Bu çabalar, metinlerin yalnızca uzman akademisyenlerin değil, daha geniş bir kitlenin anlayabileceği şekle getirilmesini sağlamıştı. Gotha’da yapılan sergiler, düzenlenen sempozyumlar ve yayımlanan kitaplar sayesinde bu koleksiyonun önemi daha fazla insan tarafından anlaşılmıştı.

Kütüphane yetkilileri, bu kültürel mirası sadece korumakla kalmamış, aynı zamanda paylaşmak için de önemli adımlar atmıştı. Dijital arşivleme sayesinde metinlerin zarar görmeden korunması sağlanmış, aynı zamanda araştırmacıların fiziksel olarak kütüphaneye gitmelerine gerek kalmadan içeriklere ulaşabilmeleri mümkün olmuştu. Bu sayede Gotha’daki İslâm el yazmaları, sadece Almanya’da değil, tüm dünyada erişilebilir hale gelmişti.

Gotha’daki bu koleksiyon, sadece bir kütüphane rafında unutulmuş metinler değil, aynı zamanda geçmişle bugün arasında bir köprüydü. Bu eserler, bir zamanlar Bağdat’ta, Şam’da, Kahire’de, İstanbul’da üretilmiş, ilim meclislerinde okunmuş, tartışılmış, yorumlanmıştı. Şimdi ise Gotha’da sessizce bekledikten sonra tekrar konuşmaya başlamıştı. Bu konuşma, sadece geçmişin hikâyesi değil, geleceğin de ilham kaynağı olma potansiyelini taşıyordu.

Sonuçta Gotha'nın unutulmuş eserleri, geçmişin karanlık raflarından çıkmış, dijital ekranlara taşınmış, akademik çalışmalara konu olmuş ve kültürel belleğin yeniden inşasına katkı sunmuştu. Bu koleksiyon, hem Doğu’nun bilimsel ve kültürel mirasını Batı’ya taşımış, hem de insanlık tarihinin müşterek hafızasına önemli bir katkı yapmıştı. Artık bu metinler sadece Gotik binalarda, taş duvarlar ardında değil; dünyanın dört bir yanındaki araştırmacıların bilgisayar ekranlarında, kütüphanelerinde, zihinlerinde ve kitaplarında yaşamaya başlamıştı.