Güneydoğu Asya’da bir başka Kudüs

Endonezya'nın Mescid el Aksa'sı.
Endonezya'nın Mescid el Aksa'sı.

Batısından doğusuna 17 binden fazla adanın üzerinde bulunan Endonezya, dünyanın en kalabalık Müslüman nüfusuna ev sahipliği yapan bir Güneydoğu Asya ülkesidir. Yerel kültür ile İslâmî unsurların en güzel şekilde bir araya geldiği bu renkli ülke, Cava Adası’nda bulunan Kudüs şehriyle bu etkileşimi bir kez daha gözler önüne seriyor. Diğer yerleşim birimlerinin aksine ismi yerel dillere dayanmayan nadir şehirlerden Kudüs’ün merkezinde “Mescid el Aksa” adında bir de cami bulunuyor.

Endonezya’nın batısındaki liman şehirlerine ilk yüzyıllarda ulaşan İslâm’ın Cava gibi iç kesimlerdeki adalara gelmesi biraz zaman almıştı. Bugün ülkedeki nüfusun büyük bir kısmını barındıran Cava Adası’ndaki toplu ihtida hareketleri ise ancak 15. yüzyıldan itibaren görülebilmiş. Bu sürece en büyük katkı ise yerel dilde “Wali Sanga” diye anılan dokuz veli tarafından sunulmuştu. Dokuzu da bu adada ve birbirine yakın zamanlarda çalıştıkları için hep birlikte anılan davetçilerin bazılarının arasında akrabalık veya talebelik ilişkisi de bulunuyordu. Bir veya birkaç nesil önce Endonezya’ya göç ettiği bilinen davetçilerin kökenleri Fas, Yemen, Mısır, Filistin, İran ve Özbekistan gibi ülkelere dayandırılıyordu. Adanın kuzeyinde yer alan Kudüs şehrindeki çalışmalarıyla günümüzde bile kentin toplumsal hafızasındaki yerini koruyan Sunan Kudüs de bu isimlerden biriydi.

Bir Budist tapınağı mimarisiyle inşa edilmiş Mescid el Aksa'nın girişi.
Bir Budist tapınağı mimarisiyle inşa edilmiş Mescid el Aksa'nın girişi.

Filistin’den Endonezya’ya uzanan bir hikâye

16. yüzyılın başında Filistin’de dünyaya gelen Sunan Kudüs’ün asıl adı Cafer Sadık Azmethan idi. Sunan, yerel dilde “mürşit” anlamına gelirken, Kudüs ise doğduğu şehre ithâfen kendisine verilmiş bir isimdi. Soyu Hz. Hüseyin’e dayanan Sunan Kudüs, “seyit” lakabıyla da anılacaktı. Babası Sunan Undung’un -bazı kaynaklarda Nugudung olarak zikrediliyor- diğer ismi Osman’dı. Memlûkler döneminde Filistin’de yöneticilik görevinde bulunduğu bilinen bir aileye mensup olan Sunan Kudüs, dedesi Fazıl Ali Murtaza’nın Cava’ya göç etmesiyle buraya gelecek ve ömrünü Endonezya takımadalarında devam ettirecekti.

Mescidin haziresinde Sunan Kudüs, ailesi ve Wali Sanga'dan biri kabul edilen yeğeni Sunan Muria medfûn.
Mescidin haziresinde Sunan Kudüs, ailesi ve Wali Sanga'dan biri kabul edilen yeğeni Sunan Muria medfûn.

Eğitimine babasının yanında başlayan Sunan Kudüs, ilme düşkün bir mizaca sahipti. Bu özelliği halk tarafından da takdir edilecek ve kendisine “veliyü’l-ilm” unvanı verilecekti. İlk eğitimini babasının yanında almaya başladıktan sonra Cava’da, diğer dedesi Sunan Ampel’in tedrisinden de geçen Sunan Kudüs, tefsir, hadis ve fıkıh ilimlerinde derinleşiyordu.

Bir yandan da devlet yönetimi ve askerî organizasyonlar konusunda ustalık kazanan Sunan Kudüs, 16. yüzyılın ilk yarısında bölgede hâkimiyet kazanan İslâmî esaslarla yönetilen ilk devlet olan Demak Sultanlığı’nda komutanlık vazifesine getirilecekti.
Mescitte namaz kılan cemaat.
Mescitte namaz kılan cemaat.

Kendisinden önce babası Sunan Undung da bu görevi üstlenmiş ve takımadaların tamamını kontrolü altında tutan Macapahitlere karşı savaşırken vefat etmişti.

Şehirde siyasî bir itibar kazanan Sunan Kudüs, çoğunluğu Hindu ve Budist olan yerlilere ulaşabilmek için çeşitli yollar deniyor, onların tepkisini çekebilecek radikal değişikliklere başvurmadan Cava kültürünü İslâm ahkâmına uygun olacak şekilde güncellemeye çalışıyordu.

  • Sunan Kudüs, şehir halkına inek yerine manda vesair büyükbaş hayvanların kesilmesini salık vermiş, bu sayede ineklere kutsiyet atfeden Hinduların sempatisini kazanmayı amaçlamıştı. Müslümanlar arasında hâlâ tatbik edilen bu uygulama, şehirde inek eti tüketimini neredeyse sıfıra indirecekti. Hatta anlatıldığına göre Hindistan’dan cins bir inek getirerek evinin bahçesine bağlamış, onunla adeta bir evcil hayvan gibi ilgilenmişti.

Yine halk arasında dolaşan bir başka anlatıda Sunan Kudüs’ün çocukken ormanda kaybolduğu ve açlıktan ölmek üzereyken bir inek tarafından kurtarıldığı söylenecekti. Sunan Kudüs’ün Filistin’de doğduğu ve çocukluk yıllarını burada geçirdiği düşünüldüğünde gerçeklikle bir ilgisi olmadığı rahatlıkla anlaşılan bu anlatı, Hindulara yaklaşım tarzının insanlarda bıraktığı etkiyi göstermesi bakımından dikkate değer bir ayrıtıydı.

Mescidin orta yerinde bulunan ve hiçbir yeri birbirine bağlamayan kapının, Budizm öğretilerinden esinlenilerek yapıldığı aktarılıyor.
Mescidin orta yerinde bulunan ve hiçbir yeri birbirine bağlamayan kapının, Budizm öğretilerinden esinlenilerek yapıldığı aktarılıyor.

“Mescid el Aksa” veya “Mescid Minare Kudüs”

Sunan Kudüs, İslâmlaşmasının akabinde kendisinden yola çıkılarak yeniden isimlendirilen Kudüs şehrinin merkezine bir mescit inşa ettirmek istiyordu. Bölgedeki davet ve irşat çalışmalarının merkezi olacak bu mescit, Cavalıların daha rahat benimseyebilmesi için yerel mimariyle uyumlu olmalıydı.

Kuruluşundan itibaren “Mescid el Aksa” olarak anılan mabedin yanı başında bulunan kuleden yola çıkılarak “Mescid Minare Kudüs” diye isimlendirildiği de oluyordu.

Müslümanların Şam, Endülüs ve hatta Anadolu topraklarında karşılaştıkları Hristiyan mimariyi İslâmî yapılarda yeniden yorumlayarak tatbik ettikleri olmuştu. Kudüs’te inşa edilen Mescid el-Aksa’da da benzer bir durum görülecekti. Mescidin bulunduğu yerde daha önce bir Hindu tapınağının olduğu, 18 metre uzunluğundaki kuleden anlaşılıyordu. İnzivaya çekilmek için kullanılan bu kule, Kudüs mescidinin inşasının ardından minare olarak kullanılacak ve üzerinde beş vakit ezan okunacaktı. İhtidâ edenlerin İslâmî yaşantıya alışmasında yardımcı rol üstlenen bu detay, Sunan Kudüs’ün tebliğ faaliyetlerinde attığı stratejik adımlardan biriydi.

Budizm’deki sekiz dilimli yol öğretisi ile paralel tasarlanan sekiz çeşmeli şadırvan.
Budizm’deki sekiz dilimli yol öğretisi ile paralel tasarlanan sekiz çeşmeli şadırvan.

Mescidin minaresi dışında kendisi de Hindu-Budist kültürünün izlerini taşıyordu. Yapının içinde, herhangi iki kısmı birbirine bağlamayan kapının Budizm öğretilerinden esinlenerek yapıldığı yerel tarihçilerin aktardıkları bilgiler arasında yer alıyordu. Şadırvanın sekiz çeşmeli tasarlanışının da Budizm’deki sekiz dilimli yol öğretisi ile denk düştüğü söyleniyordu. Bu sayede Hindu ve Budist toplumunun sempatisini kazanan Sunan Kudüs, insanların mescide gelirken kendilerini rahat hissetmelerini sağlamış, böylece toplumun geniş bir kesimine İslâm’ı anlatarak ihtidâ etmelerine vesile olmuştu.

  • Mescidin dikkat çeken bir diğer ayrıntısı ise mihrabın üzerine yerleştirilen Arapça levhaydı. Yerel inanışa göre Filistin’deki Mescid-i Aksa’dan getirildiği söylenen bu kitabede caminin hicrî 956, miladî 1549 yılında ibadete açıldığı, Sunan Kudüs adıyla bilinen Cafer Sadık tarafından inşa edildiği ve isminin Mescid el-Aksa olduğu yazıyordu.

Epigrafik metotlarla ilk defa 1980 yılında okunan kitabe, şehrin o günden bu yana Kudüs ismiyle anıldığını ve caminin Sunan Kudüs tarafından inşa ettirildiğini göstermesi bakımından önemli bir işaretti. Yapıda kitabenin yanı sıra süslemelerde kullanılan Arabesk motifler de mescidi inşa edenlerin Arap mimarisinden etkilendiğini gösteriyordu.

Mihrabın üstünde yer alan ve Kudüs'ten geldiğine inanılan Arapça kitabe.
Mihrabın üstünde yer alan ve Kudüs'ten geldiğine inanılan Arapça kitabe.
Şehirdeki tebliğ sürecini yerel kültürle uyum içinde sürdürmeye çalışan Sunan Kudüs, gelenekleri yasaklamak yerine barındırdığı inanç unsurlarını İslâm’a uygun olacak şekilde değiştiriyordu.

Öğretmenlerinden Sunan Kalijaga’nın da uyguladığı bilinen bu metot, Sunan Kudüs’ün ince hitabetiyle birleşince insanlarda olumlu yönde iz bırakıyordu.

Mescidin inşa edildiği yıldan yalnızca bir sene sonra, 1550 yılında, sabah namazını kıldırırken vefat eden Sunan Kudüs, geriye Hindu ve Budist inancını terk ederek topyekûn İslâm’ı kabul eden bir şehir bırakmıştı. Ölümünün ardından "Mescid Minare’nin haziresine defnedilen Sunan Kudüs’ün türbesi", günümüzde hâlâ ziyaret edilen önemli dinî noktalardan birisidir. Kendisi hakkında anlatılanların birçoğu tarihî kaynaklara dayanmayan halk efsanesi olsa da kurduğu şehirde yaşanan İslâm kültürü, hizmetlerini ve bıraktığı izleri apaçık gözler önüne seriyor.