Lübnan’ın ilk başbakanı: Riyâd Sulh

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı’nın zayıflayıp yıkılması coğrafyamızda yaşanacakların mukaddimesiydi adeta. Birçok dinden ve etnik unsurdan insanın bir arada yaşadığı toprakları idare etmek kolay değildi. Kuşkusuz en zor bölgelerden birisi Lübnan’dı. Mârûnî Hristiyanlarının, Dürzîlerin, Sünnîlerin ve Şiîlerin beraber yaşadığı Lübnan’da keşmekeş hiç bitmedi. Savaşlar, tartışmalar ve suikastlar ile anılan ülkede kuşkusuz en çok konuşulan ölümlerden birisi Riyâd Sulh suikastıydı.

Riyâd Sulh, 17 Ağustos 1894 yılında Lübnan’ın güzel şehirlerinden Sayda’da dünyaya gözlerini açtı. Babası Rida, Osmanlı döneminde önemli görevler icra eden bir devlet adamıydı. Annesi Nazira ise eğitime oldukça önem veren ve Riyâd’ın tarihe, şiire olan merakını aşılayan kişiydi. Küçük yaştayken babası onun için özel hocalar tutarak Arapça, tarih, coğrafya, matematik ve fen bilimleri dersleri almasını sağladı. Böylelikle çocukluğunda iyi bir eğitim almış oldu.
Babasının siyasî görevlerinden dolayı sürekli seyahat ediyor, dönemin siyasetçileriyle oturup kalkıyordu. Bu imkânlar gençliğinden itibaren siyasî bilinç kazanmasını ve politikaya vakıf olmasını sağladı. Üniversite çağına geldiğinde Paris’e giderek hukuk ve siyaset alanında eğitim aldı. Arapçanın yanı sıra Türkçe, Farsça, Latince ve Fransızca öğrendi. Aldığı eğitimler, babasının siyasî konumu ve çocukluğuna dayanan tecrübeleri, okulun ardından siyasete atılmasını sağladı.
Fikirleri ve çalışmaları
- Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’nda yaşadığı yenilginin ardından Riyâd Sulh, Arap milliyetçiliği fikrini esas alarak Suriye Kralı Faysal bin Hüseyin ile güçlerini birleştirdi ve Sayda’da Şam yönetimine bağlı ilk Arap hükümetini kurdu.
Lübnan’ın Suriye’ye bağlılığı, İngilizlerin ve Fransızların planlarına ters bir durumdu. Zira Arapların birleşik ve müstakil bir güç oluşturması, sömürge ve tahakküm hayalleri kuran bu iki devletin politikalarını sekteye uğratabilirdi. Bu durumu engellemek için İngiliz ve Fransız askerleri Sayda’ya girdi.
Askerlerin müdahalesi üzerine Lübnan Dağı İdari Konseyi’nde çeşitli fikirler öne sürüldü. Kulislerde Fransızların mandasını kabul etmek için bazı çalışmaların yapıldığı konuşuluyordu. Bu dedikoduların bir süre sonra gerçeği gösterdiği ortaya çıktı ve konseyin Mârûnî bir üyesinin öncülüğünde, Paris Barış Konferansı’na Fransız koruması altında Lübnan’ın bağımsızlığının talep edildiği bir dilekçe yazıldı. Riyâd Sulh başta olmak üzere birçok politikacı bu talebin geçersiz olduğunu ifade ederek konseyi, Kral Faysal’a ve Suriye’ye bağlı kalmaya ikna etti.
Riyâd Sulh’un bu çabası Suriye’ye duyduğu özel bir sevgiden veya elde edeceği çıkardan dolayı kaynaklanmıyordu. Arapların bölgede küçük devletlere ayrıldığı takdirde ortaya çıkacak sonucun, Batılı devletlerin çıkarlarına yarayacağının farkındaydı.

O, Lübnan’ın Fransız mandası altında kazanacağı bağımsızlığın göstermelik ve kâğıt üzerinde olacağını düşünüyordu.
Sayda’da yaşanan başarısızlığın ardından Kahire’ye giden Riyâd Sulh’un bağımsızlık hakkındaki fikirleri değişmeye başladı. Büyük bir Arap birliğinin artık hayalden öteye geçemeyeceğinin farkına varmıştı. Fransız mandasını reddeden bir bağımsızlık fikri geliştirerek Kahire’de çalışmalarını sürdürdü. Ardından Fransızlardan af talep ederek Beyrut’a döndü. Beyrut’a döndüğünde bölgede yeni gelişmeler yaşanıyordu.
Balfour Deklarasyonu ile oluşan, Yahudilere Filistin topraklarında bir devlet kurma fikri yoğun bir şekilde konuşuluyordu. Riyâd Sulh konuşulanları takip ediyor ve İngilizlerin hedeflerini anlamaya çalışıyordu. Dönemin önemli gazetecilerinden Yahudi Itamar Ben-Avi’nin de katıldığı bir toplantıda Ben-Avi’nin yaptığı “Tartışmaların Temeli Olarak Araplar ve Yahudiler Arasında Önerilen Anlaşma” başlıklı sunumu dinledi. Sunumun ardından, Siyonistlerin nüfuzunu kullanarak, Filistin’e sınırlı sayıda Yahudi göçünü kabul etmek karşılığında, Suriye ve Lübnan üzerindeki Fransız mandasını kaldırmak için Milletler Cemiyeti’ne baskı yapmak istedi fakat bu fikri başarısızlıkla sonuçlandı.

Başbakanlık süreci ve ölümüne giden yol
1943 yılında Lübnan’ın başbakanı seçilen Riyâd Sulh, Fransızların sömürge amaçları için oluşturduğu anayasa maddelerinin değiştirilmesi için Cumhurbaşkanı Bişara el-Hûrî’ye önerilerde bulundu. Cumhurbaşkanı bu önerileri kabul ederek anayasa değişikliği ve Millî Pakt’ın kurulması için Riyâd Sulh’u görevlendirdi. Millî Pakt, Lübnan’ın etnik, dinî ve mezhebî yapısını esas alarak hazırlandı.
- Pakta göre; Cumhurbaşkanı Mârûnî, başbakan Sünnî, Meclis başkanı Şiî, Meclis Başkan Yardımcısı Rum Ortodoks Hristiyan, silahlı kuvvetler başkanı Dürzî, müftü Sünnî olacaktı. Bu durumda Fransızlara hiçbir şekilde yönetimde söz hakkı tanınmayacaktı.
Cumhurbaşkanı Bişara’nın paktı ve değiştirilen anayasa maddelerini kabul etmesinin ardından Fransızlar, cumhurbaşkanını ve bakanları tutuklayarak yönetime müdahale etti. Lübnan halkı yönetime yapılan bu darbeyi kabul etmeyince şehirlerin meydanlarında protesto gösterileri başladı. Yer yer bu protestolar çatışmalara döndü ve nihayet Fransızlar Lübnan’dan çekilmek zorunda kaldı.
22 Kasım 1943 günü Lübnan bağımsızlığını ilân etti.

Lübnan’ın Fransa mandasından kurtulması ülkede büyük bir sevinç ortamı oluştursa da Sosyalistler, müstakil bir devletin kurulmasından memnun değildi. Zira 1932’de Antun Saade öncülüğünde kurulan Suriye Sosyal Milliyetçi Partisi, içerisinde Suriye’yi, Lübnan’ı ve Filistin’i barındıran Büyük Suriye’yi kurmayı hayal ediyordu. Bunun yanı sıra Filistin topraklarında İsrail’in kurulması, Arapların yaşadığı başarısızlıklar Saade’nin muhalefetini iyice büyütüyordu. Lübnan’ın bağımsızlığının ardından ülkeye dönen Antun Saade’nin öncülüğünde başlatılan devrim hareketine, Lübnan hükümetinin tepkisi sert oldu. Mârûnîlerin ve Lübnan milliyetçilerinin de tepkisini çeken Antun Saade, Suriye’de o dönemlerde askerî darbe yapan Hüsnü Zaim’le görüşmek için Suriye’ye gitti. Ancak Zaim tarafından Lübnan hükümetine teslim edildi. Askeri mahkeme tarafından 1949 yılında yargılandı ve idam edildi.

Sosyalistler tarafından bu kararın faturası Riyâd Sulh’a kesildi. Sosyalistler Sulh’u düşman bellerken halkın önemli kısmı kahraman olduğunu düşünüyordu. Bu durum her anlamda popülerliğini artırdı. 1950 yılında Beyrut’ta bir kişinin kendisine üç el ateş açması sonucu suikasta maruz kaldı ancak bu girişim başarısızlıkla sonuçlandı. Başarısız suikastın ardından halk Riyâd Sulh’un etrafından iyice kenetlendi. Söylentiye göre bu durum Cumhurbaşkanı Bişara’nın hoşuna gitmiyordu. Zira otorite ortak kabul etmek istemezdi. Bundan dolayı Sulh’u başbakanlık görevinden azletti.
Hem Sosyalistlerin hem de Bişara’nın hoşnutsuzluğunu kazanınca kendisini koruyabilmek için bir dizi girişimlerde bulundu. Her ne kadar Ürdün Kralı Abdullah’ı sevmese de Ürdün’e giderek kendisiyle İsrail’in bölgedeki nüfuzunun artması için, Lübnan’la yapmayı düşündüğü barış görüşmelerini istişare etti. Bu görüşmelerin imzalanması için Sulh’un tekrardan başbakan olması gerekiyordu. O da zaten bunun için Ürdün’e gitmişti. Yapılan görüşmelerin ardından Amman’daki Marka Havaalanı’na doğru giderken başka bir araçtan açılan ateş sonucu hayatını kaybetti. Olayın ardından yapılan soruşturmada, ateş açan kişilerin Suriye Sosyal Milliyetçi Partisi’nin üyeleri olduğu anlaşıldı. Böylelikle liderleri Antun Saade’nin intikamını almışlardı.

Düzenlenen cenaze töreninin ardından İmam Evzai Camii’nin avlusuna defnedilen Riyâd Sulh ardında çelişkili bir hayat hikâyesi ve oluşturduğu pakt sayesinde karmakarışık bir Lübnan bıraktı.


