Modern eczacılığın İslâmî kökleri

Müslüman bilginlerin kaleme aldığı eserler, kurduğu kurumlar, geliştirdiği uygulamalar ve ahlakî değerler bütünü, bugünkü eczacılığın mimarisinde derin izler bırakmıştır.
Müslüman bilginlerin kaleme aldığı eserler, kurduğu kurumlar, geliştirdiği uygulamalar ve ahlakî değerler bütünü, bugünkü eczacılığın mimarisinde derin izler bırakmıştır.

Modern eczacılık biliminin temelleri Batı'da atılmış gibi görünse de, bu alanın kökleri İslâm medeniyetinin zirvede olduğu dönemlere kadar uzanmıştır. Özellikle 8. ve 13. yüzyıllar arasında, Abbâsîler döneminde Bağdat merkezli bir bilimsel uyanış yaşanmış, bu uyanış tıbbî ilimler ve eczacılık alanında büyük ilerlemelere vesile olmuştur. Müslüman bilim adamları sadece Antik Yunan'dan aktarılan bilgileri derlememiş, bunları sistematik bir şekilde geliştirmiş ve kendi özgün katkılarını da bu külliyata eklemiştir.

İslâm dünyasında eczacılık, tıptan ayrılmış müstakil bir bilim dalı olarak gelişmişti.

Antik çağlarda tıp ve eczacılık genellikle aynı kişinin sorumluluğunda yürütülürken, İslâm dünyasında eczacılık bağımsız bir meslek olarak organize edilmeye başlanmıştı.

Halife Hârûn Reşîd döneminde Bağdat'ta kurulan Beytü’l-Hikme (Bilgelik Evi) sadece bir çeviri merkezi değil, aynı zamanda bilimsel araştırmaların yapıldığı, yeni ilaçların keşfedildiği ve geliştirildiği bir kurum hâline gelmişti. Burada hem Galen ve Hipokrat gibi antik Yunan hekimlerinin eserleri Arapçaya çevrilmiş, hem de Hint ve Pers tıbbı üzerine araştırmalar yapılmıştı.

İbn Sina ve öğrencilerini, çiçek hastalığına yakalanmış bir hasta için ilaç hazırlarken gösteren bir minyatür.
İbn Sina ve öğrencilerini, çiçek hastalığına yakalanmış bir hasta için ilaç hazırlarken gösteren bir minyatür.
  • Müslüman eczacılar, "saydan" adı verilen eczaneler kurmuş, bu mekânlarda sadece ilaç satışı değil, aynı zamanda ilaç üretimi de gerçekleştirmişti.

Bu dükkânlar zamanla şehirlerin ayrılmaz bir parçası olmuş, halkın sağlıkla ilgili ihtiyaçlarına doğrudan cevap verir hâle gelmişti. Saydanlar, uzmanlık gerektiren meslek mensuplarıydı ve devrin otoriteleri tarafından denetlenmişti. Abbâsîler döneminde bu mesleği icra edenler için ruhsat sistemi getirilmiş, yalnızca yeterlilik sınavını geçenler eczane açabilmişti. Bu, modern eczacılık meslek etiği ve lisanslama süreçlerinin erken bir örneği olmuştu.

Çiçek hastalığına yakalanmış hastayı tedavi etmek için ilaçlar hazırlayan eczacı.
Çiçek hastalığına yakalanmış hastayı tedavi etmek için ilaçlar hazırlayan eczacı.
İslâm eczacıları, ilaçların dozajı, saklama koşulları ve etki süreleri hakkında son derece detaylı bilgiler geliştirmişti.
13. yüzyılda Irak'ta basılan ve şifalı bitkilere dair bir rehber olan Kitabü'd-Diryak'tan (Panzehir Kitabı) alınan bu sayfa, erken dönem İslâm eczacılığında botaniğin rolünü vurguluyor.
13. yüzyılda Irak'ta basılan ve şifalı bitkilere dair bir rehber olan Kitabü'd-Diryak'tan (Panzehir Kitabı) alınan bu sayfa, erken dönem İslâm eczacılığında botaniğin rolünü vurguluyor.

Bitkisel ilaçlar dışında hayvansal ve madenî kaynaklardan da ilaç üretmişlerdi. O dönemde hazırlanan eczacılık kitapları, formülleri ve tarifleriyle bir ansiklopedi hüviyetindeydi. Câhiz, el-Kindî, Râzî ve İbn Sînâ gibi âlimler, hem teorik tıp bilgileri hem de ilaçların hazırlanışı konusunda eşsiz eserler kaleme almıştı. Râzî’nin “el-Hâvî” adlı eseri, tıp ve eczacılığı bütüncül bir bakışla ele almış, İbn Sînâ’nın “el-Kânûn fi’t-Tıbb”adlı kitabı ise yüzyıllarca hem Doğu'da hem de Batı'da başvuru kaynağı olarak okutulmuştu.

Bu eserlerde, her bir bitkinin yahut maddenin tabiatı, mizacı, etkileri ve yan etkileri ayrıntılarıyla anlatılmıştı. Bu ayrıntılar sayesinde hem teşhis hem de tedavi süreci sistematik bir hâle gelmişti. Örneğin, İbn Baytâr’ın yazdığı “el-Câmi li-Müfradât el-Edviyye ve’l-Ağziye” isimli eser, 1400'den fazla bitki, ilaç ve yiyecek maddesini içermiş, bunların özelliklerini detaylı biçimde sıralamıştı. Bu tür çalışmalar sadece teorik bilgiyle sınırlı kalmamış, bizzat hastane ve eczanelerde uygulamaya konulmuştu.

  • İslâm dünyasında hastanelerin (bîmâristan) içinde ayrı birer eczane bölümü bulunmuştu. Bu bölümlerde hekim reçeteye göre ilaç yazmış, eczacı ise bu ilacı formüle edip hastaya sunmuştu.
10. yüzyıl Endülüslü cerrah Ebu'l-Kasım El-Zehravî, bîmâristanda bir hastayı tedavi ediyor.
10. yüzyıl Endülüslü cerrah Ebu'l-Kasım El-Zehravî, bîmâristanda bir hastayı tedavi ediyor.

Bu ayrım, modern tıpta doktor-eczacı görev tanımlarının habercisi olmuştu. Eczanelerde çalışacak olanlar belirli bir eğitime tabi tutulmuş, çıraklık sistemiyle usta eczacıların yanında yetiştirilmişti. Böylece bilgi, tecrübe ve etik değerler kuşaktan kuşağa aktarılmıştı.

Bu dönemde kullanılan birçok tıbbî terim Arapça üzerinden Latinceye geçmişti.

“Eliksir”, “alkol”, “sirap” (şurup), “tiryak” (panzehir) gibi kelimeler Arapçadan Avrupa dillerine geçmiş ve günümüzdeki kullanımlarını kazanmıştı.
8. yüzyılın başlarında doğan ve Batı'da Geber olarak bilinen Câbir bin Hayyân, klasik Yunan metinleri ve kendi döneminin simyası üzerinde çalışarak "daha önce kimsenin açmadığı bir kapıyı" açmış, bilimsel simyaya ve oradan da kontrollü, tekrarlanabilir deneylere dayanan modern rasyonel kimyanın temellerine giden yolu açmıştır.
8. yüzyılın başlarında doğan ve Batı'da Geber olarak bilinen Câbir bin Hayyân, klasik Yunan metinleri ve kendi döneminin simyası üzerinde çalışarak "daha önce kimsenin açmadığı bir kapıyı" açmış, bilimsel simyaya ve oradan da kontrollü, tekrarlanabilir deneylere dayanan modern rasyonel kimyanın temellerine giden yolu açmıştır.

Ayrıca damıtma, süzme, mayalama gibi kimyasal işlemler de Müslüman eczacıların laboratuvarlarında geliştirilmişti. Câbir bin Hayyân, bu bağlamda ilk laboratuvar temelli kimyager ve eczacı olarak tanınmıştı. Onun geliştirdiği damıtma cihazları sayesinde ilaçlarda saflaştırma işlemleri yapılmış, etken maddeler daha verimli hâle getirilmişti.

İslâm medeniyetinde eczacılığın yükselişi sadece bilimsel bir mesele olmamış, aynı zamanda dinî ve ahlakî bir sorumluluk olarak da değerlendirilmişti. Eczacılar, insanların sağlığına hizmet etmeyi ibadet gibi görmüş, ticarî kazançtan ziyade hayra odaklanmıştı. Haksız fiyat artışları, sahte ilaç üretimi ve eksik tartım gibi uygulamalara karşı ciddi tedbirler alınmıştı. Zamanın kadıları ve muhtesipleri, eczaneleri teftiş etmiş, halkı aldatanlara ceza uygulamıştı. Bu anlayış, halkın eczacılara olan güvenini artırmış ve mesleğin saygınlığını pekiştirmişti.

Müslüman eczacıların geliştirdiği ilaçlar arasında ağrı kesiciler, müshiller, uyku vericiler, antiseptikler, yara iyileştiriciler ve afrodizyaklar yer almıştı. Koku, tat ve kullanım kolaylığı gibi faktörler göz önünde bulundurularak şuruplar, merhemler, fitiller ve toz ilaçlar üretilmişti. Ayrıca eczacılar reçetelerde geçen miktarları hassas tartılarla ölçmüş, bu doğruluk anlayışı zamanla Batı'daki eczacılığa da sirayet etmişti. Bu titizlik, hastaların güvenliği ve tedavinin etkinliği açısından hayati öneme sahip olmuştu.

İlaç hazırlayan bir hekim.
İlaç hazırlayan bir hekim.
  • Haçlı Seferleri döneminde Batılılar İslâm dünyasının tıbbî birikimini yakından gözlemlemişti. Özellikle Endülüs, Sicilya ve Haçlıların ele geçirdiği Doğu Akdeniz şehirleri aracılığıyla bu bilgiler Avrupa’ya taşınmıştı. Salerno, Montpellier ve Padova gibi tıp okulları İslâm tıbbından etkilenmiş, orada yetişen eczacılar Müslüman bilim adamlarının eserlerini kaynak olarak kullanmıştı. 12. yüzyılda Gerard de Cremona, İbn Sînâ’nın eserlerini Latinceye çevirmiş, bu çeviriler Avrupa’da üniversitelerde okutulmuştu. Böylece İslâm eczacılığı, modern Batı tıbbının doğuşunda önemli bir rol oynamıştı.

Yine bu etkileşim sayesinde Avrupa’da ilk eczaneler açılmış, 1240 yılında Sicilya Kralı II. Frederick, İslâm dünyasındaki modeli örnek alarak eczacıların lisans almasını zorunlu kılmıştı. Bu gelişmeler gösterdi ki, Müslümanların yüzyıllar süren emeği Batı'da yankı bulmuş, modern eczacılığın filizlenmesine katkı sağlamıştı. Ancak ne yazık ki zamanla İslâm dünyasında bilimsel gerileme yaşanmış, eczacılık da bu duraklamadan etkilenmişti. Buna rağmen geçmişin o görkemli mirası hâlen modern eczacılığın temel taşlarını oluşturmaya devam etmişti.

Netice olarak, modern eczacılık yalnızca Rönesans sonrası Batı’da gelişen bir bilim dalı olarak görülmemeliydi. İslâm medeniyetinin Orta Çağ’daki ilmî uyanışı, bu alanda ciddi katkılar sunmuştu. Müslüman bilginlerin kaleme aldığı eserler, kurduğu kurumlar, geliştirdiği uygulamalar ve ahlakî değerler bütünü, bugünkü eczacılığın mimarisinde derin izler bırakmıştı. Bu tarihî gerçeklik, hem medeniyetler arası etkileşimin zenginliğini göstermiş, hem de geçmişin ışığında bugünü daha iyi anlamamıza vesile olmuştu.