Tahta Bacak Operasyonu: İsrail’in, sınırını aşan bir saldırısı

1985 yılında İsrail tarafından gerçekleştirilen “Operation Wooden Leg” adı verilen saldırı, dönemin uluslararası dengelerinde büyük tartışmalara yol açmış, İsrail’in bölgedeki askerî yayılmacı stratejisinin bir yansıması olarak hafızalara kazınmıştı.
İsrail savaş uçaklarının Tunus’un başkenti yakınlarındaki Hammam Şat bölgesinde bulunan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) karargâhına düzenlediği Operation Wooden Leg saldırısı, hem uluslararası hukukun açık bir ihlali olmuştu hem de İsrail’in sınır tanımayan güvenlik anlayışının bir kez daha ifşa edilmesini sağlamıştı. Resmî gerekçe olarak FKÖ’nün İsrail’e karşı saldırılar düzenlemesi öne sürülmüş, ancak saldırının gerçekleştirilme biçimi, hedef alınan coğrafyanın İsrail topraklarından yüzlerce kilometre uzakta olması ve sivillerin de can vermesi, bu operasyonun esas amacının bölgesel caydırıcılık ve İsrail’in askerî kabiliyetlerini sergileme isteği olduğunu ortaya koymuştu.
- İsrail Hava Kuvvetleri, 2 bin kilometreyi aşan bir menzilde operasyon yapabilmek için ABD’den aldığı F-15 ve F-16 savaş uçaklarını kullanmış, havada yakıt ikmaliyle uçuş menzilini artırmıştı. Bu yönüyle saldırı sadece bir askerî operasyon değil, aynı zamanda İsrail’in yeni nesil savaş teknolojilerini sahada test ettiği bir gösteriye dönüşmüştü.

Tunus gibi İsrail’e doğrudan askerî tehdit oluşturmayan bir ülkenin başkentinde, uluslararası anlaşmalara aykırı şekilde yapılan bu saldırı, bölge devletleri nezdinde derin bir öfkeye yol açmıştı. Hammam Şat’taki FKÖ tesislerinin vurulması sırasında örgütün önde gelen kadroları hedef alınmış, ancak aynı zamanda birçok sivil de hayatını kaybetmişti. Bu da İsrail’in, sözde terörle mücadele adı altında aslında toplu cezalandırma anlayışını devreye soktuğunu ortaya koymuştu.
Saldırının uluslararası yankıları oldukça büyük olmuştu. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi olağanüstü toplandı ve saldırıyı kınayan karar tasarıları gündeme geldi. Ancak her zamanki gibi ABD’nin İsrail’i koruyan politikası devreye girdi ve İsrail aleyhine güçlü bir yaptırım kararı alınmasının önü kesildi. Avrupa ülkeleri ise saldırıyı uluslararası hukukun ihlali olarak değerlendirdi ve İsrail’in bölgesel barışı tehlikeye atan tutumunu eleştirdi.

Tunus Devlet Başkanı Habib Burgiba saldırıyı ülkesinin egemenliğine yapılmış bir saldırı olarak tanımladı ve İsrail’i devlet terörü uygulamakla suçladı.
Bu noktada İsrail’in operasyonu, sadece Filistin meselesiyle ilgili değil, aynı zamanda Arap dünyasının tamamına verilmiş bir gözdağı olarak da yorumlandı.

İsrail iç siyasetinde ise operasyon büyük bir başarı olarak sunuldu. Başbakan Şimon Peres, saldırıyı İsrail’in güvenlik anlayışının bir gereği olarak savundu. Ancak bu açıklamalar, İsrail’in aslında uluslararası hukuku tanımadığını ve bölgesel güvenliği kendi tek taraflı çıkarlarına göre tanımladığını gözler önüne serdi. Operasyonda onlarca insan hayatını kaybetmiş, yüzlerce kişi yaralanmıştı. Buna rağmen İsrail, bu kayıpları görmezden gelmiş ve kendi halkına operasyonu büyük bir zafer olarak sunmuştu. Bu, İsrail’in propaganda stratejisinin de bir parçasıydı.
- Uzmanlara göre saldırının asıl amacı, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün uluslararası arenada artan meşruiyetini zedelemekti.

1980’lerin ortalarında FKÖ, birçok ülkeyle diplomatik ilişkiler geliştirmeye başlamış ve Filistin halkının meşru temsilcisi olarak görülüyordu. Tunus’un ev sahipliğinde faaliyetlerini sürdüren örgüt, askerî açıdan büyük bir tehdit oluşturmaktan çok, siyasî açıdan güç kazanıyordu. İsrail’in saldırısı da bu yükselişi kırmayı, örgütü sindirmeyi ve Arap dünyasına “Filistinlilere destek verirseniz bedelini ödersiniz” mesajı göndermeyi amaçlıyordu.
Tunus saldırısının sonuçları bölgesel dinamikleri de derinden etkiledi. Birçok Arap ülkesi İsrail’le diplomatik ilişkilerini dondurdu ya da gerilim dozunu artırdı. Kuzey Afrika ülkelerinde İsrail karşıtlığı yeniden yükselişe geçti. Libya, Cezayir ve Fas gibi ülkelerde geniş kitleler sokaklara çıkarak Filistin’le dayanışma gösterileri düzenledi. İsrail’in saldırısı, Arap halklarının bilincinde, İsrail’in sadece bir devlet değil, aynı zamanda bir sömürgeci güç olduğu algısını pekiştirdi.


Bununla birlikte saldırı, İsrail’in uluslararası sistemdeki cezasızlık zırhını da bir kez daha gözler önüne serdi.
ABD’nin İsrail’e verdiği koşulsuz destek sayesinde İsrail hiçbir ciddi yaptırımla karşılaşmadı.
Bu durum, İsrail’in ilerleyen yıllarda daha da pervasızlaşmasına yol açtı. Lübnan’a, Suriye’ye ve Filistin topraklarına yönelik saldırılar aynı zihniyetin devamı olarak sahneye kondu. Yani Operation Wooden Leg, İsrail’in cezasızlığının simgelerinden biri haline geldi.
Saldırının insanî boyutu da unutulmamalıydı. Hammam Şat’taki kampta sivillerin yaşadığı evler de ağır hasar aldı. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar hayatını kaybetti ya da yaralandı. İsrail bu ölümleri “yan etki” olarak tanımladı, ancak gerçekte bu ölümler saldırının ayrılmaz bir parçasıydı. Çünkü İsrail’in stratejisi, Filistinlileri hem askerî hem de psikolojik olarak sindirmek üzerine kuruluydu. Sivillerin hedef alınması, Filistin halkına “hiçbir yerde güvende değilsiniz” mesajını vermeyi amaçlıyordu.

Bu saldırı aynı zamanda İsrail’in Ortadoğu’daki askerî üstünlüğünü vurgulama çabasının da bir parçasıydı. 1982’de Lübnan’a yönelik işgal operasyonuyla büyük eleştiriler alan İsrail, 1985’te Tunus saldırısıyla bölgeye “hâlâ güçlü ve dokunulmaz” mesajı verdi. Ancak bu güç gösterisi, Arap halklarının İsrail’e olan öfkesini daha da büyüttü ve Filistin direnişinin moral kaynağına dönüştü. Çünkü her baskı ve saldırı, Filistin davasına olan uluslararası ilgiyi artırıyor, İsrail’in saldırgan kimliğini daha görünür hale getiriyordu.
Bugünden bakıldığında Operation Wooden Leg, İsrail’in saldırgan güvenlik anlayışının bir kilometre taşı olarak değerlendirilebilir.
Uluslararası hukuka aykırı bir şekilde bir başka devletin başkentine uçaklar gönderip onlarca insanı öldürmek, açık bir devlet teröründen başka bir şey değildi.
İsrail, bu operasyonla aslında sadece FKÖ’ye değil, uluslararası sisteme de meydan okumuştu. “Kendi güvenliğim için istediğim yerde istediğim kişiyi vurabilirim” mesajı, İsrail’in sonraki yıllarda da sürdürdüğü politikanın özeti oldu.

Bu saldırıdan çıkarılacak derslerden biri, İsrail’in cezasızlıkla beslendiği gerçeğiydi. Eğer o dönem uluslararası toplum, özellikle de Batı dünyası İsrail’e ciddi yaptırımlar uygulayabilseydi, belki de İsrail sonraki yıllarda bu kadar kolay savaş suçları işleyemezdi. Ancak sessizlik ve pasif tepkiler, İsrail’in işgalci ve saldırgan politikalarını daha da teşvik etti.
Netice olarak Operation Wooden Leg, İsrail’in saldırganlığının ve uluslararası hukuku hiçe saymasının somut örneklerinden biriydi. Tunus’ta yüzlerce kilometre uzaktan düzenlenen bu saldırı, Filistin halkının mücadelesini durduramadı, aksine daha da meşrulaştırdı. İsrail ise kısa vadede askerî bir başarı elde etmiş gibi görünse de uzun vadede bölgedeki düşmanlığını derinleştirdi ve kendisini daha da yalnızlaştırdı. Bugün hâlâ Filistin topraklarında yaşanan her saldırıda, Tunus’ta 1985’te işlenen bu suçun gölgesi hissediliyor.


