Tunus'ta iki Endülüs kasabası

Süleyman ve Testûr kasabaları, Tunus'a yerleştirilen Endülüs sürgünleri tarafından inşa edilmiş.
Süleyman ve Testûr kasabaları, Tunus'a yerleştirilen Endülüs sürgünleri tarafından inşa edilmiş.

Süleyman ve Testûr, Osmanlı’nın Endülüs’ün mazlum insanları için gösterdiği gayretin müşahhas bir örneğidir. Tunus’un pek çok noktasında Endülüs menşeli kişiler yaşıyor, lakin Süleyman ve Testûr’un orijinalliğini ise bu yerleşim yerlerinin bizzat Endülüslüler tarafından kurulması oluşturuyor.

Pek çok konuda haksız ithamda bulunulan Osmanlı’ya yöneltilen suçlamalardan biri de “Endülüs toprakları düşerken ve insanları katledilirken bunu önleyici bir şey yapmadığı”dır. Özellikle Kuzey Afrika coğrafyası üzerinde Osmanlı merkezî otoritesinin zayıfladığı ve sonrasında tamamen ortadan kalktığı dönemde Osmanlı aleyhine kullanılan bu propaganda, maalesef o bölgeden kimi aydınları da etkisi altına almış, gerçeği yansıtmayan garip iddiaların ortaya atılmasına yol açmıştır.

Hâlbuki Osmanlı-Endülüs ilişkilerinin başladığı İkinci Bayezid döneminde bile, Osmanlı’nın deniz kuvveti bakımından yetersizlik içinde bulunması, Cem Sultan olayı ve daha birçok iç problemlere rağmen oraya imkân nispetinde yardım edilebilmiş, bilindiği gibi o dönemde Osmanlı topraklarına Endülüs coğrafyasının Müslüman ve Yahudi insanları getirilmişti.

  • Kuzey Afrika sahillerinde hâkimiyetin sağlandığı ve “Garp Ocakları Eyâleti” adı altında ortak bir güç olarak hareket edildiği 16’ncı yüzyılda ise bu yardım bariz bir biçimde kendisini göstermiştir.

Osmanlı’nın baş etmek durumunda kaldığı bazı durumlar dolayısıyla Endülüs topraklarına doğrudan bir sefer düzenlenememiş olsa da, özellikle İkinci Bayezid döneminde başlayan ve sırasıyla Birinci Selim (Yavuz), Sultan Süleyman (Kanuni), İkinci Selim ile devam eden süreçte çok sayıda Endülüslü Kuzey Afrika topraklarına taşınmış, İspanya topraklarında düşen o koca medeniyet Kuzey Afrika coğrafyasında en azından bir neşv ü nemâ imkânı bulabilmiştir. Bu mesele üzerine gerek Kuzey Afrika’daki, gerekse de ülkemizdeki araştırmacılar tarafından yapılan çalışmalar, yukarıdaki aslı olmayan iddiayı büyük oranda çürütmeyi başarmıştır. Özellikle Tunus’ta yaşarken tanıştığım Tarihçi Abdülcelîl Temîmî’nin bu sahadaki çalışmaları çok büyük önem arz eder.

Tunuslu tarihçi Abdülcelîl Temîmî ile kendi adıyla anılan araştırma merkezindeki kütüphanesinde.
Tunuslu tarihçi Abdülcelîl Temîmî ile kendi adıyla anılan araştırma merkezindeki kütüphanesinde.

Konuyla alakalı kısaca verdiğim bilgilerden çok daha profesyonel bir şekilde yapılan bu araştırmaları tamamlayıcı olarak, Osmanlılar tarafından Kuzey Afrika’ya taşınan insanların kurduğu iki yerleşim yerinden söz edeceğim. Günümüzde Tunus toprakları içerisinde yer alan; portakal ağaçları ve ülkenin geri kalan bölgelerine benzemeyen mimari özellikleri ile burası Endülüslüler tarafından kurulan yerleşim yerleri olduğunu hâlâ ziyaretçilerine hissettiriyor. Bu konuya girmeden önce biraz daha geriden alarak yukarıdaki tarihî bilgiye devam etmek, okuyucunun zihninde konunun anlaşılması bakımından daha da faydalı olacaktır

Endülüs Müslümanlarının zorunlu sürgünlerine ilişkin alınan kararlar.
Endülüs Müslümanlarının zorunlu sürgünlerine ilişkin alınan kararlar.

15’inci yüzyıla gelindiğinde siyaseten paramparça bir görüntü arz eden Endülüs toprakları, Haçlı kuvvetleri tarafından direnci kırılarak bir bir zapt edildikçe, o topraklarda yaşayan Müslümanlar karşılarında iki seçenek buluyordu: Hristiyan olmak ya da göç etmek. Tabi Hristiyan liderler tarafından ortaya konan bu uygulama Müslüman halk nezdinde ciddi bir tepki doğurmuş ve mesela 15’inci yüzyılın sonlarında daha sonra benzerleri de görülecek isyan hareketleri başlamış, fakat bunlar netice ulaşmakta yetersiz kalmışlardı.

Göç etmek durumunda kalan Müslümanların belli bir yaş altındaki çocuklarını yanlarına almalarının yasak olması, kalanlarının ise her ne kadar takiyye yapmak durumunda kalsa bile Hristiyan gibi yaşaması Endülüs’ün Müslüman halkını büyük ikilemde bırakan bir durum olmuştu. Çeşitli âlimlerin takiyye yapılmasını tavsiye ederek Endülüs topraklarının terkedilmemesi yönündeki fetvalarına karşılık, kimi âlimler de bu şartlar altında takiyye yapmanın doğru olmadığı yönünde görüş bildirmişti. Büyük çoğunluğu teşkil eden Endülüslüler bulundukları topraklarda Hristiyan gibi görünerek yaşamaya devam etmiş, kimileri ise daha o zamanlarda göç yolunu tutmuşlardı.

Önceleri isteyenin kalıp, isteyenin ayrıldığı Endülüs’te, daha sonra engizisyon mahkemelerinin yoğun takibi ile Hristiyan gibi gözükenlerin aslında içten içe Müslüman oldukları tespit edilmiş, benzer örneklerine sık sık rastlanan bu durum dolayısıyla zorunlu göç durumu gündeme gelmişti. Nihayet Endülüs Müslümanlarıyla alakalı ortaya atılan onca gaddarca önerinin ardından 1609 yılında İspanya Kralı III. Philip, Müslümanların Endülüs topraklarından zorla sürülmesine ilişkin kararı onaylamış, buna da ilk olarak Belensiye’den (günümüzde Valencia) başlanmıştı.

O dönemin şahitlerinden İtalyan Ressam Vincenzo Carducci (1576-1638) tarafından çizilen ve bugün Madrid'deki Prado Müzesi'nde yer alan bu resim, uygulanan zulmün boyutunu da tüm açıklığıyla ortaya koyuyor.
O dönemin şahitlerinden İtalyan Ressam Vincenzo Carducci (1576-1638) tarafından çizilen ve bugün Madrid'deki Prado Müzesi'nde yer alan bu resim, uygulanan zulmün boyutunu da tüm açıklığıyla ortaya koyuyor.

Sonrasında Aragon ile devam edilen zorunlu göç politikası 1609’dan 1614’e kadar devam etmiş, insanlık tarihine bu acı “Büyük Endülüs Sürgünü” olarak geçmiştir. 300 bin kişinin yerinden edildiği sürgün kimi acımasız şartları da barındırıyordu. Buna göre, kısa bir zamanda gerçekleşmesi istenen bu göç, verilen zamanın aşılması durumunda o Müslüman ahalinin katli ile neticeleniyordu. İspanya Kralı tarafından sürgün için tahsis edilen gemilerden başka; kimi Müslümanlar gerek krala güvenilememesi, gerekse de geride kalmamak amacıyla kendi imkânlarıyla yola çıkıyordu.

Zulüm altında inleyen kimi Müslümanların imdadına, işte bu zor zamanlarda Türk denizcileri yetişmişti.

Tabi Endülüs Müslümanlarına uygulanan katliam dolayısıyla daha önce yapılan göç faaliyetleri bilinen bir gerçek. Asıl ismi Hızır olan Barbaros Hayreddin Paşa, büyük sürgünün yaşandığı tarihten çok daha önce Kuzey Afrika sahillerine Müslümanları kaçırmayı başarmıştı. Gerek önceki, gerekse sonraki nakillerle taşınılan Endülüslülerin İslâm topraklarına geçişi, büyük bir kısmı bölgeyle yakından ilgilenen Osmanlı denizcileri sayesinde gerçekleşmiş oldu.

Endülüs sürgününün gerçekleştiği dönemde yaşayan ve bunu resmine konu alan ressam Vicente Mostre'nin, Dâniye (Denia)'den sürgün edilen Müslümanları gösterdiği çizim.
Endülüs sürgününün gerçekleştiği dönemde yaşayan ve bunu resmine konu alan ressam Vicente Mostre'nin, Dâniye (Denia)'den sürgün edilen Müslümanları gösterdiği çizim.

Gittikleri yerler arasında Osmanlı coğrafyasının yanı sıra İngiltere, Fransa, İtalya gibi Avrupa ülkelerinin de bulunduğu Endülüs sürgünleri; Fas, Cezayir ve Tunus’a da yerleştiler. Bilhassa Tunus ve Cezayir’deki iskân, Barbaros Hayreddin Paşa ve onu izleyen denizcilerin eliyle gerçekleştirilmiştir.

Tunus’ta Endülüslü Müslümanların yerleştirildiği yerlerden özellikle ikisi, hem tarihi dokuları hem de hikâyeleriyle dikkat çeker: Süleyman ve Testûr.


Endülüs Müslümanları tarafından kurulan Süleyman ve Testûr kasabaları, mimari açıdan da Endülüs izlerini taşıyor. (Fotoğraf: Yusuf Sami Kamadan)
Endülüs Müslümanları tarafından kurulan Süleyman ve Testûr kasabaları, mimari açıdan da Endülüs izlerini taşıyor. (Fotoğraf: Yusuf Sami Kamadan)

Süleyman isminin nereden geldiği konusunda farklı iddialar var. Bunlardan birine göre, kasabanın ismi, yakınlardaki Ebu Süleyman Kalesi’nden alınma. Ancak, ismin Kanuni Sultan Süleyman’dan dolayı verildiği iddiası da tümden ihtimal dışı değil. Zira Dayı (Osmanlı idaresindeki Tunus, Trablusgarp ve Cezayir’de idarî unvan) Osman zamanında kurulduğu bilinen Süleyman’ın, dönemin padişahına nispetle bu adı alması, yeni kurulan beldeye yeni isim verme kuralına da uygun düşmektedir.

Süleyman ve Testûr mezarlıklarında, Osmanlı kabirlerine rastlamak mümkün. (Fotoğraf: Yusuf Sami Kamadan)
Süleyman ve Testûr mezarlıklarında, Osmanlı kabirlerine rastlamak mümkün. (Fotoğraf: Yusuf Sami Kamadan)

Başkent Tunus’a yaklaşık 40 km’lik bir mesafede bulunan Süleyman, aslen Endülüslü bir aileye mensup olan Dayı Usta Murad tarafından inşasına başlanan, ancak onun 1640 yılındaki ölümünün ardından tamamlanabilen güzel de bir ulu camiye sahip. Bahçesinde portakal ağaçlarının olduğu bu camide bir vakit namazımı eda etmiş, bölgede yüzyıllar öncesini, bu beldenin kurulduğu o ilk zamanlardaki sâfiyetini çağrıştıracak detaylar aramaya koyulmuş, bulabildiğim kadarıyla da fotoğraflamıştım.

Testûr Hanefi Camii, Tunus'ta Osmanlı etkisinin hissedildiği örneklerden biri. (Fotoğraf: Yusuf Sami Kamadan)
Testûr Hanefi Camii, Tunus'ta Osmanlı etkisinin hissedildiği örneklerden biri. (Fotoğraf: Yusuf Sami Kamadan)

Başkent Tunus’un 80 km. kadar güneybatısında yer alan ve yine buraya getirilen Endülüslüler tarafından kurulan Testûr ise Süleyman’a nazaran çok daha orijinal bir hüviyete sahip. Endülüs üslûbuyla mecz olan mimari anlayışın izlerini buradaki özellikle kadim yapılarda görmek mümkün. Mesela 1630 yılında yaptırılan Testûr Ulu Camii ile ulu caminin çok da uzağında bulunmayan Hanefî Camii bunlardan iki örnek. Ayrıca hem Testûr Ulu Camii’nin hem de yukarıda bahsettiğim Süleyman Ulu Camii’nin avlusunda güneş saatlerinin bulunması ayrı birer ilginç detay.

Testûr Ulu Camii'nin iç avlusu. (Fotoğraf: Yusuf Sami Kamadan)
Testûr Ulu Camii'nin iç avlusu. (Fotoğraf: Yusuf Sami Kamadan)

Tunus’ta iken gitme imkânı bulduğum ve şirin sokaklarında uzunca zaman geçirdiğim Testûr, portakal ve hurma ağaçları arasında ilk defa karşıma çıkan ulu camii ile hâlâ zihnimde tazeliğini muhafaza ediyor. Estetik mimarisi ile bu cami; kocaman, şirin bir kasaba olarak tavsif edebileceğim Testûr’un da merkezinde yer alıyor.

  • Bilindiği gibi Tunus Kartacalıları yıkan Roma’nın da Kuzey Afrika’daki önemli merkezlerinden biri olmuş. Tunus’ta kurulan çok sayıda antik kentten getirilen devşirme taşların buranın mimarisinde kullanılmış olması, mimarinin karakterinde bariz bir biçimde kendisini gösteriyor.

Süleyman Ulu Camii’nin gerek inşasında kullanılan, gerekse de avlusunda duran devşirme taşlardan başka, özellikle Hanefî Camii’nin ön duvarında kullanılan ve üzerinde Latince harfler yazan taşlar bu durumu tüm açıklığıyla gösteriyor.

Süleyman Ulu Camii. (Fotoğraf: Yusuf Sami Kamadan)
Süleyman Ulu Camii. (Fotoğraf: Yusuf Sami Kamadan)

Süleyman ve Testûr, Osmanlı’nın Endülüs’ün mazlum insanları için gösterdiği gayretin müşahhas bir örneğidir. Burada Süleyman ve Testûr örneklerini yazıma konu edinmekle birlikte, Tunus’ta Endülüslüler tarafından yerleşim yeri olarak seçilen bölgelerin sadece buralarla sınırlı olmadığını da eklemek gerekiyor.

  • Müslümanlar Endülüs topraklarına daha önce fethedilen Kuzey Afrika topraklarından geçmiş, dolayısıyla buranın ve hatta İslâm dünyasının çeşitli yerlerinden gelen insanlar Endülüs’ün ilk halkını oluşturmuştu.

Dolayısıyla asırlar sonra tekrar ana yurtlarına dönen insanlar çok da büyük zorluk yaşamadan Kuzey Afrika halkı içerisinde yer edinebilmişti. Bu bağlamda rahatlıkla Tunus’un pek çok noktasında Endülüs menşeli kişilerin varlığından söz etmek mümkün. Süleyman ve Testûr’un orijinalliğini ise bu yerleşim yerlerinin bizzat Endülüslüler tarafından kurulması oluşturuyor. Yüzyıllar boyunca Endülüs topraklarında büyük bir İslâm medeniyeti kuran Endülüs halkının kimi karakteristik ve kültürel özellikleri de bulunuyordu tabi. Mimari anlayış bunların başında gelirken, Tunus yerel lehçesinde örnekleri bulunan kimi kelimeler, ayrıca rastlanılan kimi yer ve şahıs isimleri bunun örneklerini oluşturuyor.