Annemin türküleri ve bir yürüyüş hikayesi

Annemin ardına düştüğüm ilk orman yürüyüşümüzde epey küçük bir kızdım.
Annemin ardına düştüğüm ilk orman yürüyüşümüzde epey küçük bir kızdım.

Annemin, mevsimi gelse de buralarda ötse diye beklediği kuşlar da vardı. Kuko annemin baharı bekleme nedenlerinden biriydi neredeyse. Annem ötüşlerini taklit ederdi ben hiç duymadığım için. Ben o şakımanın merakına dalmışken o bir türküyle onları davet ederdi.

Annemin ardına düştüğüm ilk orman yürüyüşümüzde epey küçük bir kızdım. Annemin kızıydım; o nasıl uzayıp giden yolları bir çırpıda, yorgunluğunu zevke dönüştürerek yürüyorsa ben de yürürdüm. Latife edip, sen İstanbul'da doğdun, şehir suyu içtin o yolları yürüyemezsin, derse biri, o zaman annemin ardına daha bir şevkle düşerdim.

Annem ağaçların, ırmakların musahibiydi, meskeni dağlardı; bu ahbaplığı hayretle ve hayranlıkla izledim hep bana annemi hatırlatan o şarkı eşliğinde:
Annem ağaçların, ırmakların musahibiydi, meskeni dağlardı; bu ahbaplığı hayretle ve hayranlıkla izledim hep bana annemi hatırlatan o şarkı eşliğinde:

İlk yürüyüşümüzde yanımızda olan, annemin yanında daima bir dağ gibi duran babam bir müddet sonra dayanamayıp beni omuzlarına alınca ben yenildiğimi fark etmemiş, o dağın zirvesinde, orman denen şeyin büyüsünde kaybolmuş, annemin kızı olduğumu herkese gösterme iddiamı çoktan unutmuştum. Trabzon'un bir yaylasından köye inen, ormanlar kat eden bu yolculuk, gördüğüm yeşil bir rüya gibi gelmişti bana; hatırası da bir rüya tesiriyle zihnimdedir. Ormanla efsunlanmış olduğumdan annemin yollarla, dağlarla, ağaçlarla olan ahbaplığını o gün fark edememiştim. Annem ağaçların, ırmakların musahibiydi, meskeni dağlardı; bu ahbaplığı hayretle ve hayranlıkla izledim hep bana annemi hatırlatan o şarkı eşliğinde:

  • Başım dağ saçlarım kardır,
  • Deli rüzgarlarım vardır,
  • Ovalar bana çok dardır,
  • Benim meskenim dağlardır
  • Kalbime benzer taşları,
  • Heybetli öter kuşları,
  • Göğe yakındır başları;
  • Benim meskenim dağlardır.

Annem bir kapıdan girer gibi başlardı yola. Hâlâ da hiç o yollarda yürümemiş gibi aynı heyecanı duyarak, bir kapıdan geçtiğini, feyz alacağı bir başlangıcın önünde olduğunu hissettirerek yürür o yolları. Bunu hissederdim ve böylece annemle yola çıkmak bir ülkü gibi büyürdü gözümde. Mırıldandığı türküler eşliğinde (annem buna ezgilemek der) yol alırdık. Ormanın her ağacını kendi dikmiş gibi, bir patikadan bile mahrum bu ağaç kalabalığının içinde hiç tereddüt etmeden yolunu bulurdu. "Ben gençken burada patika bir yol vardı, kapanmış, buradan gelip giderdik" derdi. Yol kapanmıştı ama onun için orada hâlâ bir yol vardı. Ağaçlar annemi hatırlamış da, muhabbetine, vefasına karşılık verir gibi ona yol gösterirlerdi sanki. Annem yolu, ağaçları tanırdı bir dost tanışıklığı gibi; ama bana ilginç gelen bütün orman da annemi tanırdı sanki. Öyle hissederdim, o aralarından geçtiğimiz gürgenler onu mutlaka tanıyordu. Bir Karadeniz türküsünde olduğu gibi annem de onlara çok şey sormuş, çok cevap almıştı:

  • Gitti yârim ormana
  • Oy ıslandi ıslandi
  • Sorarum ağaçlara
  • Hanginize yaslandi

Annemin bir dost meclisinde, onun küçük kızı olarak bulunur onların muhabbetini dinler gibi hissederdim kendimi. Canlanırdı orman; orada her şeyin bir can taşıdığın hissederdim; yolumuzu şaşırırsak belki bir ağaç dile bile gelir de bize yolumuzu nasıl bulacağımızı anlatır diye inanırdım.

Canlanırdı orman; orada her şeyin bir can taşıdığın hissederdim
Canlanırdı orman; orada her şeyin bir can taşıdığın hissederdim

Bir ormanda korkmadan yol bulmanın, yol almanın sırrı muhabbetti demek. Annemin kalbindeki muhabbet ondan bana sirayet eder; çocuk gözüme ürkütücü gelmesi gereken bu sık orman, bu boyumu metrelerce aşan ağaçlar bana da sevgili olurdu. Şimdi hatırladığım o küçük kızın korkusuzluğu kendine ait bir cesaret değildi yoksa!

Annem, orman ve yollar selamlarlardı birbirlerini. Zaten annem böcekle, kuşla, ağaçla muhabbet de eder, nerden geldiğini nereye gittiğini anlatır, onlara methiyeler düzer, sevgisi kalbinden oralara taşar ormana karışırdı. Sonra bir türküyle, imrendiğimiz kuşların arkasından bakar ve anlardım ki gökte uçan kuşa arkadaş olunurmuş:

  • Gökte uçan kuşlara arkadaş olamadum
  • Kuş yapti yuvasini kuş kadar olamadum
  • Gökte uçan kuşlara arkadaş olunur mi
  • Can çıkti boğazuma aşağa yutulur mi

Annemin, mevsimi gelse de buralarda ötse diye beklediği kuşlar da vardı. Kuko annemin baharı bekleme nedenlerinden biriydi neredeyse. Annem ötüşlerini taklit ederdi ben hiç duymadığım için. Ben o şakımanın merakına dalmışken o bir türküyle onları davet ederdi:

  • Kuko daldan aşağa
  • Geluyi ağır ağır
  • Gel da eskisi gibi
  • Bizim kapida bağır

Olur da bir çimende yahut bir ağaç altında dinlendik mi, bizi cömertçe gölgesine alan ağaçtan, altımıza serilen yemyeşil çimenden, ayrılırken “Bir daha görmek ya nasib” der, muhakkak helallik alırdı. Bu yorgunlukla -gerçi annem yorulmazdı, yorulsa da yollar gücenir diye söylemezdi- bir ırmağa, bir akan suya denk geldik mi kevser görmüş gibi ululardı suyu. Yalnızca suya kanmaz suyun azizliğine oracıkta inanırdım bir kez daha. Suyun soğukluğu, berraklığı, tadı annemin dilinde şahlanır, yolumuza çıkan her su bizi arındıran bir bengisu olurdu. Ab-ı hayat içmiş gibi yeniden başlardı annem yola. Yol boyunca gençlik hatıralarını, geçtiğimiz yerde rastladığımız bir evin hikâyesini, o ormanların, dağların geçmişte annemle birlikte yaşadığı, şahit olduğu ne kadar hikâye varsa hepsini dinlerdim; bir hüzün dağların başını saran duman gibi anneme uğrar, bazen hatırladıklarıyla gözleri dolar, bir türkü tellendirirdi:

  • Oy dumanlar dumanlar hep dağlari sardunuz
  • Yüreğumun derduni bilsenuz ağlardunuz

Sonra ben sorardım annem anlatırdı. Dinlediğim yalnız annem değildi dağları da duyardım, ağaçları da. Dağları ve ağaçları dinlemeyi böylece öğrendim. Bu dost meclisinin mürşidi dağlardı. Annem yaşamak için İstanbul'a yerleştiğinde en çok onları anardı. Bir şarkıda türküde dağlardan bahis varsa o türküyü diğerlerinden daha çok severdi. Annemin derdine ortak türkülerden biri "Dumanlı dumanlı oy bizim eller/ Oturup ağlasam delidir derler" diyen türküydü. Memleketinin dağlarını özleyip ağlamak annem için çok tanıdıktı. Karadeniz insanı için dağı, yaylası derdine hatta hastalığına bile ilaç olacak asıl devadır çünkü:

  • Oy benum sevduceğum
  • Olur mi boyle keder
  • Of Sürmene yaylasi da
  • On beş doktora bedel

Annem şehre hiç alışmadı. Ne dağlar onu bıraktı, ne o dağları. Uzak kaldığında bir sevgiliyi anar gibi andı memleketinin dağlarını. Bir şeyi tutkuyla sevmenin, ona bağlanmanın, vefanın ne olduğunu görüyordum böylece. Topraktan kopmayı inatla reddetti annem. Tabiatla kurduğu bu bağ ulaşılmaz gelirdi bana, ben de onun gibi olmak isterdim içten içe. Annemin kızıydım, o halde ben de öyle olacağım diye avunurdum. O zaman da bugün de her yürüyüşümüzde bakışındaki o tazelik, sanki ilk kez görüyormuş gibi yaşadığı hayret, hayranlık Allah'ın sanatının idrakinde olmayı da öğretti bana. Zaten annem bir zikir gibi, ibadet eder gibi, imanı tazelenerek yürürdü, bunu anlardım.

Annemin dağlara vefası, bir kapı önünde bekleyen derviş gibiydi. Yine çok sevdiği, yaylalardan şaha giden o türküdeki gibi himmet diledi, dağlar onu şehrin elinden eteklerine aldı:

  • Karşıdan görünen ne güzel yayla
  • Bir dem süremedim giderim böyle
  • Ela gözlü pirim sen himmet eyle
  • Ben de bu yayladan şaha giderim

Eve döndü annem; uzun zamandır o eteklerde bir evde yaşıyor. Hâlâ yürüyoruz annemle ama artık yetişkin olduğum için beni gözetlemiyor, bazen kayboluyor, yolu kısa bir süre başka bir yere sapıyor sonra oradan yanıma dönüyor ve devam ediyor benimle. Artık birbirimizi kaybederek ve yeniden bularak yürüyoruz; belki de bu çıraklık evresini geçtiğimin bir işareti. Yol söz konusu olduğunda annem, hele o yol bir ormandan geçiyor, ırmaklara varıyor, ağaçlarla şenleniyor, yaylalar kat ediyor, dağlara sırtını yaslıyorsa, bir genç kız olup yaşından sıyrılıyor. Annemin ne hayreti, ne hayranlığı, ne tutkusu azaldı.

Gözlemlediğim kadarıyla yaşıtlarım ve benden daha genç nesil tabiat bilgisine biraz yabancı. Ben annem vesilesiyle bu tabiat bilgisinden mahrum kalmadım, bir ormanın zorlu yollarında zahmet çekmeden yürüyebilecek kadar ormana aşina oluşum da annemden vergi. Tabiatı yok ederek onunla savaşan insan yerine, tabiatla bir olup, orada varolan her şeyin yaratılmış bir canlı olduğunun şuuruyla dağlara, ormanlara hayatımda bir yer açmam gerektiği benim için dil ile söylenmemiş, yollar kat edilerek verilmiş bir anne öğüdüdür. Bu yaz heybemde türkülerle yine yollara düşeceğiz annemle, heybeme annemden yeni türküler de ekleyerek dağlar aşacağız Allah nasib ederse. Naçizane tavsiyemizdir; tatili bir de, ulu bir dağın eteğine yüz sürüp, kalbinize ilham ettiği nice nağmenin yoldaşlığında, tefekkür ile harmanlanmış bir yürüyüş gibi geçirmeyi tecrübe etmek gerek...