Beş varlık iklimi üzerinden İran şiirine bakış

İran edebiyat tarihinde özellikle beş şair vardır ki, İranlılar nezdinde şairaneliğin zirvesi olarak görülürler...
İran edebiyat tarihinde özellikle beş şair vardır ki, İranlılar nezdinde şairaneliğin zirvesi olarak görülürler...

İran milleti, şairlerine gösterdikleri hürmet, sadakat ve önem açısından dünyanın sayılı milletlerindendir, hatta belki de ilk sıradadır. Gerçekten de İranlılar için şairleri onların sığınağı, kurtarıcısı, rehberleridir. Aradan kaç yüz yıl geçerse geçsin, şairlerinin gözlerindeki değeri, mertebesi hiç azalmamış, hiç değişmemiştir. İranlıların hayata dair neredeyse her düşüncelerine, bakış açılarına şairlerinin şiirleri etki etmiştir.

Daryush Shayegan, Beş Varlık İklimi.
Daryush Shayegan, Beş Varlık İklimi.

Öyle ki tefeül dahi İranlılar için gündelik hayatın önem arz eden ve somut etkisine inanılan bir âdettir. Bir İranlı dara düştüğünde veya önemli bir karar aşamasında ise örneğin Hafız’ın divanından bir tefeül çeker ve karşısına çıkan dize onun kararına etki eder veya derdini dindirmede aracı işlevi görür.

İran edebiyat tarihinde özellikle beş şair vardır ki, İranlılar nezdinde şairaneliğin zirvesi olarak görülürler. Bunun birçok nedeni vardır. En belirgin özelliği de bu beş şairin her birinin sahip oldukları dehayla kendi dünya görüşlerini kendilerine has bir dil ve yöntem ile yansıtması ve büyük entelektüeller olmalarıdır. Entelektüellik işin elbette zahiri boyutudur; onların şiiri, barındırdığı derinliği şairlerinin arif olmasından kazanmaktadır.

Bu beş şair; Firdevsî, Hayyâm, Mevlânâ, Sa'dî ve Hâfız’dır. Daryush Shayegan, bu beş şairi “Beş Varlık İklimi” şeklinde adlandırmış, bu adlandırmayı isim olarak kitabına da layık görmüştür. Biz de yazımızda onun bu muazzam eserinden faydalanacağız.

Firdevsî

Firdevsî.
Firdevsî.

Destanların, yazılı eserlerin en büyük özelliği onlar var olduğu sürece, onların ulusunun da var olacağıdır. Eserler yazılarak milletlerine var olmayı teminat ederler. Bir gün Rusya tamamen yok olsa bile Dostoyevski her zaman var olacak, Dostoyevski var olduğu sürece de Rusya hiçbir zaman dünyadan silinmeyecektir.

Aynı şekilde Firdevsî’nin büyük epik manzumesi Şahname de İranlıların ulusal kimliğinin yeniden canlandırılmasında önemli bir rol almıştır. Firdevsi’nin 30 yıllık çalışmasının ürünü olan eser toplam 60.000 beyitten oluşmaktadır ve Dante’nin İlahi Komedya’sının beş katı bir hacme sahiptir.

Firdevsi eserinde İran krallarının tasvirini kusursuzca kaleme alır, metafora sığınarak kralların ve halkının kahramanca eylemlerini, başarılarını, hayatlarını anlatır ve böylece Şahname, İranlıların etnik hafızasının ulusal belgesine dönüşür. Firdevsî, şiiriyle halkının tarihini kalıcı hâle getirir.

Firdevsî eserinde sadece halkının tarihini anlatmakla kalmaz; anlatımını hikmetlerle, öğütlerle süsler. Onun eseri şiir formunda ansiklopedik bir eser değildir. Onun eseri okuyanı eğiten, ona hikmetler bahşeden, ders almasını sağlayan, içerisinde âdeta bir okul barındıran muhteşem bir ihsandır.

Örneğin Şahname savaşçısı İsfendiyar, eserin başından itibaren savaşma kararlılığıyla dörtnala savaş meydanında at koştururken ölümle karşı karşıya olduğunun bilincindedir. Ölümü kabullenmesi, ölümle yüzleşmesi ise kaderi kabul etmesi anlamındadır. Kader, insan hayatına en baştan hükmeder, zamanı, doğumu ve ölümü aynı anda taşıyan kaderdir.

Rüstem’le yaptığı savaşın neticesinde ölümün eşiğinde olan İsfendiyar, ölümüne sebep olan babası Geştasb’a bir mesaj gönderir. Mesaj, kaderin kaçınılmazlığı, devrin vefasızlığı ve tahtın geçiciliği hakkındadır:

“Ama deneyimli bir yaşlı Dehkan/ Ölümün oktan kaçamaz demişti/ Bu nedenle güvenme sen/ Hazinelerine, tahtına ve tacına/ Ruhum senin gelişini bekleyecek/ Sen gelince çıkacağız hâkimin huzuruna/ Konuşacağız, hükmünü dinleyeceğiz.”

Eser elbette maneviyatı önceler. Savaşçının dahi asıl amacı bu dünyadan cennete geçerek sonsuz saflığa, temizliğe ulaşmaktadır.

Hayyâm

Ömer Hayyâm.
Ömer Hayyâm.

Hayyâm her ne kadar rubaileriyle tanınsa da aslında devrinin meşhur bir şairi değildir. O bilim adamı kimliğiyle tanınmış, öne çıkmıştır. Seçkin bir matematikçi, güneş takvimini yeniden düzenleyen ünlü bir astronom ve ilim sahasında devrinin önde gelen üstatlarından biridir.

Ömer Hayyâm yaşadığı çağın ilmi bakımdan keskinliğine karşı mıdır bilinmez şiirlerini yayımlama konusunda ihtiyatlı davranmış, kendine saklamıştır. Bağnazlıklardan ve taşlaşmış fikirlerden hoşlanmamış, bunu da sesli bir şekilde dile getirmemiş, rubailerinde ele almıştır. Hayyâm bu özel yönünü gösteren şiirlerini başkalarından saklamaya çalışsa da uzun zaman sonra takipçileri şiirleri gün yüzüne çıkarmıştır.

Hayyâm’ın şiirleri görünüşte basittir ama bu basitlik aldatıcıdır, derinlemesine inildikçe yüzeyde görülenler aşınır ve altından nice manalar çıkar.. Hayyâm’a göre dünyanın ne başlangıcı vardır ne de sonu, olsa da insan için önemsizdir. Çünkü her şey geçicidir. Ölüm her an pusudadır, saklandığı yerden acımasızca çıkar ve orada olduğunu hatırlatır, her şeyin yok olmaya mahkûm olduğunu her zaman söyler. Ve her şey gerçekten de yok olur. Hayyâm’a göre çömleğin boynundaki bu kulp, eskiden güzel yüzlülerin boynunu okşayan bir eldir.

Şüpheyle kesinlik arasında sadece bir nefes vardır, gelip geçen bir nefes. Bu nefes, vakit bitmeden önce alınmalı, kadeh kırılmadan içilmelidir. Ecel rüzgârı varlığın narin giysilerini alıp götürmeden önce aşkın tadı çıkarılmalıdır. Dünya bizden önce nasıl var idiyse, bizden sonra da varlığını sürdürecektir. O zaman dünyaya aldanmak, dünya dertleriyle ömrü geçirmek beyhudedir.

“Ey gafiller! Bu şekillenmiş beden hiçtir hiç/ Bu dokuz kat dizilmiş gök de hiçtir hiç/ Bu kevn ü fesad yurdunda hoş tut kendini/ Tek bir nefese bağlıyız o da hiçtir hiç”

“Bir kukla sahnesindeyiz esasında/ Gerçek değil, mecaz ortamda/ Sırayla çıkıyoruz oyunumuza/ Bitince de rolümüz, giriyoruz tekrar sandığa”

  • “Bir kukla sahnesindeyiz esasında/ Gerçek değil, mecaz ortamda/ Sırayla çıkıyoruz oyunumuza/ Bitince de rolümüz, giriyoruz tekrar sandığa” anlarına inanır.

Mevlânâ

Mevlânâ.
Mevlânâ.

Mevlânâ tüm zamanların en büyük ariflerindendir. Onun büyük eseri Mesnevî, tüm tarih boyunca Müslümanların hürmet gösterdiği, istifade ettiği ve değer atfettiği eserlerin başında gelir.

Mesnevî, kamışın kamışlıktan ayrılış hikâyesiyle başlar. Neyin şikâyeti meşhurdur. Ayrılıktan parça parça oluş, kendi kökeninden uzak olmanın acısı ve memleket arayışı hikâyenin özetidir. Bu aslında Mevlânâ’nın tüm yolculuğunun özetidir. Mevlânâ da bir âşık olarak asıl vatandan kopup dünya denen zindanda kalmanın acısını yaşamış ve dillendirmiş, aslına rücu edeceği yani Hakk’a kavuşacağı günün özlemiyle yanıp tutuşmuştur. O bu özlemle ve aşkla vecde gelmiş, sema etmiş, kendinden geçmiştir. Bu hâl de onu en büyük aşıklardan kılmıştır.

Bütün hisler, dünyaya ait bütün olgular, durumlar, mefhumlar geçicidir. Aşk yolunda geçici olan tüm bağlardan kurtulan salik, maşuka kavuşur. Yaratılışın zirvesi insandır, amacı aşktır. Aşk hazinesinin sahibi insandır. Aşkı olmayan insanın hayatı boşa geçmiştir.

Mevlânâ ise aşkın en zirve hâllerini yaşamış ariflerden biridir. Onun eserleri o nedenle coşku, vecd barındırır. Mevlânâ’yı onun gibi olmayan biri anlayamaz. Onun özellikle Divan-ı Şems’i sadece aşıkların, süluk ehlinin hatta belli mesafeleri aşmış olanların anlayabileceği şiirlerden oluşur.

“Şarap bizden sarhoş oldu, biz ondan değil…/ Beden bizden var oldu, biz ondan değil!/ Biz arı gibiyiz, bedenlerse mum gibi/ Allah bedenleri göz göz ev ev yapmış balmumu gibi”

“Ben O’nun kahrına da lütfuna da hesapsızca aşığım/ Pek acip bir hâldir ki ben her iki zıddın aşığıyım”

Şüpheyle kesinlik arasında sadece bir nefes vardır, gelip geçen bir nefes.
Şüpheyle kesinlik arasında sadece bir nefes vardır, gelip geçen bir nefes.

Sa’dî

Sa’dî diğer şairlerin aksine münzevi hayatı tercih etmemiş, sosyal hayat sürmüş, acısıyla tatlısıyla hayata karışmış bir şairdir. Sa’dî hem nesirde hem şiirde söz ustasıdır. Onun eserleri benzersiz bir lirizm ve hikmetli öğütler ile ahlaki nasihatler içerir. Gülistan ve Bostan hem şiir yönüyle eşsiz bir başyapıttır hem de içerdiği ahlaki mesajlar ile muadili olmayan bir eserdir.

Sa’dî sosyal hayata karışmasının da etkisiyle insana dair her olayı, durumu eserilerine almış, boşluk bırakmamıştır. Bu durumu kendisi de “Sa’dî’nin üzerine söz söylemediği/ Bir şeye değinememiştir söz erleri” diyerek dile getirmiştir.

Öyle ki Sa’dî’nin eserlerinde yer alan bazı sözler İranlılar için kulağa küpe olmuş, atasözü olarak yayılmış ve asırlardır kullanılagelmiştir.

“Bir gün dostunla düşman olduğunda, ona seni mağlup edebilecek imkân tanıma.”

“Tüm gece hastanın başında bekleyip ağlayan kişi sabah öldü, hastaysa yaşamaya devam etti.”

“Afiyetin kadrini musibete düşmüşler bilir.”

“Ok atmayı benden öğrenip de sonunda bana nişan almayan görmedim.”

“Ey doyumsuz mide! Bir ekmeğe kanaat et de/ İki büklüm hizmet etme başkalarının önünde.”

Edward Browne, Sa’dî’nin eserlerinin en hassasından en acısına kadar her ruh haline hitap eden içerikler barındırdığını söyler ve şöyle diyerek olayı özetler:

  • “Sa’dî’nin, eserleriyle kurduğu dünya, Doğu’yu tanımamızı sağlar. Doğu’nun yüceliğini de kusurunu da benzersiz bir şekilde yansıtarak tam altı buçuk asırdır, Farsça öğrenenlere verilen ilk kitapların onun eseri olması da sebepsiz değildir.”

Hâfız

Abdülhüseyin Zerrînkûb.
Abdülhüseyin Zerrînkûb.

Abdülhüseyin Zerrînkûb, Hâfız’ın rind yönünün altını çizerken Shayegan arif yönüne dikkat çeker.

Shayegan’a göre Hâfız, Fars edebiyatının mucizesidir. O bugüne kadar yaşamış en lirik ve mistik şairlerden biri olduğu için İran geleneğinde ona “Lisanü’l-gayb” ve “Tercümanü’l-esrar” denilmiştir.

“Ezelin seherinden ebedin gecesine/ Dostlukla sevgi, bir ahit ve bir kavildi/ Yârin gölgesi maşukun üstüne düştüyse ne/ Biz ona muhtaçtık o da müştaktı bize”

Aslında sadece bu dörtlük bile bize Hâfız’ın zihni dünyasını anlamamız için yeterli olacaktır. Ahit, elest bezmini temsil eder. Muhtaçlık kulun Allah’a her an muhtaç olmasını anlatır.

Müştaklık durumu ise Zat-ı İlahi’nin bilinme arzusuna işaret eder. Bir kudsi hadiste Cenab-ı Hak “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim ve mahlukatı yarattım.” buyurmuştur. Hâfız dörtlüğünde bu kudsi hadisi anlatmıştır esasında. Kesintisiz ilahi tecellilerin olduğu bir kâinatta ezel ile ebed arasında geçen zamanın bir önemi yoktur. Anda kalmak ve o anda da ilahi aşka temas edebilmek, o sırra erebilmek önemlidir.

“Aşkının hazinesini koyan sendin virane gönlüme/ Devlet gölgesini sen düşürdün bu harabe köşeye”

“Aşkının hazinesini koyan sendin” demesi, Allah’ın mutlak kudret ve irade sahibi olduğunu belirttiğini gösterir. Gönlün virane ve köşenin harabe olması da Hâfız’ın rind olmasına işarettir. Rindlik, esasında nasıl açıklanırsa açıklansın tam manası anlatılamayan Hâfız’a ve İran’a özgü bir kavramdır. Rind hem ariftir hem eğitimsiz hem duyarlıdır hem umursamaz hem savruktur hem derli. O aslında muhaliftir. Bağnazlığa, sisteme, gösterişe karşıdır. O kendi köşesinde kavrulup gider, derdi aşktır, doğruluğundan ödün vermez. Rind avaredir ama onu avare kılan Allah’a duyduğu aşktır. Aşkı onu düşkün kılmıştır. O cemalin büyüsünde aklını kaybetmiştir.

“Aşığım, rindim, nazarbâzım, ifşacıyım/ Göresin nice hünerlerle donatılmışım”

Nazarbâz, Allah’ın vechini hep göz önünde bulunduran, ondan bir an ayrı kalmayan rinddir.

  • Bu beş şair Shayegan’ın müthiş tabiriyle beş ayrı iklimdir. Herkesin o iklimleri tatması, yaşaması, onlardan faydalanması elzemdir. Onların şiirleri irfanidir. Onları anlatmakta söz yetersiz kalmaya mahkumdur. Sözün buradaki işlevi, tabela vazifesi görmek, beş varlık iklimini işaret etmekten ibarettir.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım