Bir çöl geleneği : Seyyah Hafızlar

​Bir çöl geleneği :  Seyyah Hafızlar
​Bir çöl geleneği : Seyyah Hafızlar

Onlara “muhacir” deniyor, çünkü sürekli yoldalar. Çad’daki herhangi bir köyün onları sürekli besleyecek gücü yok. Bu nedenle göç e dip yiyecek bir şeyler arıyorlar. “Allah için verin” diyorlar ve ellerinde tabaklarla ülkenin dört bir yanına yürüyorlar. Topladıkları her şey akşam aralarında pay ediliyor ve böylece aç kalmadan hafız olmaya çalışıyorlar. Defter ve kalemleri yok, kömürle luh denilen tahtalara yazarak Kur’an-ı Kerim’i öğreniyorlar. Hocaları da onlarla göç ediyor. Bir çocuk için bu yolculuk yaklaşık 4 yıl sürüyor. Sonunda ya hafız olup köyüne dönüyor y a da aynı yolculuğa hoca olarak devam ediyor.

Yanımıza yaklaşıp “Allah için verin” diyorlar. Sonra Kur’an okumaya başlıyorlar. Çad’daki beşinci günümüzde köylere yaptığımız yolculukların birinde yine elinde tabaklarla bir grup çocuk görünce mihmandarımız Ahmet’e bunun nedenini soruyoruz. Ülkenin birkaç yerel dilinin yanında Fransızca, Arapça ve Türkçe de bilen rehberimiz, olayın detaylarını Türkçe anlatmayı tercih ediyor.

Konuşurken, çocukların elinden aldığı yemek kabını bize göstermeyi de ihmal etmiyor:

Çad halkının büyük kısmı göçebe, geri kalanların çoğunluğuysa köylerde yaşıyor. Köyde yabani ottan gayrısı bitmez. İnsanların kamıştan yapma, tek göz evleri var. Kadın erkek neredeyse hiçbiri köyün dışına çıkmaz. Birçoğu ömründe kitap, defter görmemiş. Ne gazeteleri ne de televizyonları var. Dünyaya dair olup biteni yılda bir iki kez denk geldikleri göçebelerden öğrenirler. Biri hastalandı mı ahali etrafına toplanıp dua eder. Sonra hastanın yakınları bir koyun keser ve halka dağıtır. Çünkü duanın gücünden başka sığınakları yoktur. Ne onlar devletin kapısına gider ne de devlet köye gelir.

Suyun, elektriğin, yolun, okulun, hastanenin olmadığı yerde devlet de hayalete dönüşüyor demek ki! Bizim yol boyunca köylerde gördüğümüz çocuklar da böyle bir dünyanın parçası. Rehberimiz anlatmaya devam ettikçe kafamda dönüp duran birçok soru da cevabını buluyor:

Onlara ‘muhacir’ diyoruz, çünkü sürekli yoldalar. Bir köyün onları sürekli besleyecek gücü yok. Bu nedenle göç edip yiyecek bir şeyler arıyorlar. ‘Allah için verin’ diyorlar ve ellerinde tabaklarla ülkenin dört bir yanına yürüyorlar. Topladıkları her şey akşam aralarında pay ediliyor ve böylece aç kalmadan hafız olmaya çalışıyorlar. Onlarla hemen her yerde karşılaşabilirsiniz. Defter ve kalemleri yok, kömürle luh denilen tahtalara yazarak Kur’an-ı Kerim’i öğreniyorlar. Hocaları da onlarla göç ediyor. Bir çocuk için bu yolculuk yaklaşık 4 yıl sürüyor. Sonunda ya hafız olup köyüne dönüyor ya da aynı yolculuğa hoca olarak devam ediyor.”

Ahmet bunları anlatırken elindeki tabağı burnundan uzak tutmaya çalışıyor. Tabakta 7 muhacir çocuğun topladığı var. , Çad’ın en bilinen yemeği. Akdarıdan yapılan lapa hâlindeki bir hamurdan ibaret. Arapça “ayiş” sözcüğünden gelen eş, yaşam demek. Çocuklar, birazdan yaşamla özdeşleşmiş hamuru mescide götürecek, kurulacak sofrada hep birlikte yiyecekler.

Hepsinin ayağında birkaç yıllık olduğu anlaşılan büyük terlikler; üstlerinde Avrupa’dan gelen ikinci el, sökük kıyafetler var. Ahmet bir ayet okumalarını isteyince içlerinden en cevval olanı atılıyor. Daha önce defalarca sınanmış gibi kendinden emin bir edayla peş peşe sureler okuyor. Diğerleri ise meraklı gözlerle bizi izliyor. Böyle durumlarda insan giydiği ayakkabıdan, kolundaki saate kadar sahip olduğu her şeyden utanıyor. Bu utancı ilk defa Arakan sınırındaki kamplarda yaşamıştım. Ve şimdi Afrika’da, bir çöl ülkesinin ortasında aynı duyguyla baş başayım.

Çad halkı dinine bağlı... Camileri az fakat vakit gelince buldukları ilk su birikintisinden abdest alıp temiz bir toprak üstünde hep birlikte namaza duruyorlar. Bilhassa akşam serinliğinde, yol kenarlarında toplu bir kıyam başlıyor.

Bu hassasiyeti Kur’an konusunda da gösteriyorlar, tüm zorluklara rağmen hafız olmak için uğraşıyorlar. Özellikle Abeşe onlar için bir “Kur’an Şehri”. Her yıl dünyanın farklı yerlerinden binlerce hafız gelir ve şehirde üç gün, üç gece hatimler indirilir. Elektriğin olmadığı bu diyarda akşam vakti dev bir ateş yakılır, hafızlar etrafında halkalar kurar. Böyle gecelerde yalımlardan yükselen kıvılcımlar gökteki yıldızlara uzanır, hafızların yüksek sesle kâinata fısıldadığı Allah’ın kelamı da onlara eşlik eder.

Ahmet, Çad’da yüz binlerce muhacirin olduğunu söylüyor. Ülkede hemen her Müslüman çocuğu, zamanı gelince bu yolculuğa çıkıyor. İki farklı âlemdeki bu yolculuğun zahirî yönünde muhacirler, hocalarıyla birlikte hareket ediyor, hemen her hafta ayrı bir mescitte kalıyorlar. Yatsıdan sonra bir hasır bulunursa üzerinde uyunuyor. Her muhacir seher vakti ezberindeki ayetleri aklının bir ucuna iliştirip yola çıkıyor, akşama kadar yiyecek bir şeyler arıyor. Köyler, onlara erzakları kadar kapılarını açıyor ve bu gelenek yüzlerce yıldır böylece devam ediyor.

Muhacirlere sonraki günlerde de rastladım. Her durduğumuzda yanı başımızda belirip ellerindeki tasları uzattılar ve “Allah için verin” dediler. Sonra da dillerinde Kur’an ayetleri yürüyüp gittiler.

  • Afrika’nın ölü kalbi!
  • Hiçbir tarafı denize açılmayan ülkeye böyle deniyor. Çad, yıllardır en yoksul ülkeler listesinin zirvesinde. Ülke insanının hayatında elektrik, su, okul, hastane, doktor, öğretmen gibi kelimeler yer almıyor. Yalnızca askerler ve siyasiler var. 1 milyon 300 bin kilometrekare yüzölçümüyle dünyanın en geniş topraklarına sahip ülkelerden biri. Nüfusu 13 milyon olan ülkede resmî dil Fransızca. Çad resmî olarak bağımsızlığını kazanmış gibi görünse de hâlâ Fransa’nın sömürgesi. Ülkede çıkan petrolden elde edilen gelir Batı’ya gidiyor. Üstelik Fransız askerlerinin bölgedeki masraflarını da yoksul Çad halkı karşılıyor. Buna mukabil Çad halkına silah dağıtılıyor. Çad, yiyecek ekmeği olmayanların kolaylıkla silah bulabileceği bir diyar. Adını bile duymadıkları petrol ve dolar için ölen insanların ülkesi.