Çocuk roman kahramanları

Çocuklar, büyükler tarafından terbiye edilip hizaya sokulacak boş ruhlar mıdır, yoksa boşa kürek çeken büyükleri yola getirecek sorgu melekleri mi?
Çocuklar, büyükler tarafından terbiye edilip hizaya sokulacak boş ruhlar mıdır, yoksa boşa kürek çeken büyükleri yola getirecek sorgu melekleri mi?

Gökten bir meleğin yahut (Peter Pan veya Küçük Prens misali) komşu gezegenlerin birinden bir çocuğun dünyamıza geldiğini düşünün. Olan bitenlere akıl erdirmede çok zorlanacak ve şöyle diyecektir: Şu insanlar ne tuhaf! Kömür ocaklarında dağ gibi kömür stokları var ama evlerde çocukları soğuktan donuyor!

Çocuklar, büyükler tarafından terbiye edilip hizaya sokulacak boş ruhlar mıdır, yoksa boşa kürek çeken büyükleri yola getirecek sorgu melekleri mi? Buna “bilimsel” cevap verebilecek bir hazırlığım yok. Fakat çocuk roman kahramanlarının, kapitalist çağın en güvenilir rehberleri olduklarını hissediyorum. Sadece sorularıyla bile, “beşerleşen insana” neyi yitirmiş olduğunu hatırlatmaları dünyaya değer. Çocuk romanlarını okudukça anlıyorum ki, terbiye edilmesi gereken onların “ilahî nefha” ile değerlenmiş ruhları değil, büyüklerin “tarihî sayha” ile lekelenmiş zihinleridir.

Küçük Prens
Küçük Prens

Modernliğin anlamlı tanımlarından biri şudur: Toplumun ekonomiye değil, ekonominin topluma hâkim olduğu çetrefil durum. Eskiden, toplum ekonomiyi önceliyordu. Karl Polanyi’nin ifadesiyle, “ekonomi, topluma gömülüydü.” Modernlik, toplumu kapitalist ekonomiye gömdü. Övülüp göklere çıkarılan modern birey, karmaşık ve soyut ekonomik/finansal ağların dört yandan kuşattığı âciz bir köleden öte bir şey değildir.1 Suyun mahiyetine akıl erdiremeyen balıklar gibi, içinde yaşadığımız sosyo-ekonomik sistemin sadece mikro süreçlerini algılıyor ve otomatik biçimde meşrulaştırıyoruz. Makro (ir)rasyonalitesini ise ne idrâk edebiliyor ne de sorgulayabiliyoruz. Sosyal medyada başıboş dolaşan öğretici bir misal vereyim:

Dondurucu bir kış gecesi, incecik yorganına sarılı beş yaşındaki çocuk donmak üzeredir. Annesiyle arasında geçen konuşmaya kulak misafiri oluyoruz:

  • - Anne niçin sobayı yakmıyoruz, donacağım?
  • - Kömürümüz yok, yavrucuğum.
  • - Anne niçin kömür almadık?
  • - Paramız yok, çocuğum.
  • - Anne niçin paramız yok?
  • - Babanı işten çıkardılar.
  • - Babamı niçin işten çıkardılar anne? (Baba kömür ocağında işçidir!)
  • - Yeterince kömür satılamamış, stoklar birikince işçilerin bir kısmını işten çıkarmak zorunda kalmışlar.
  • - Kömür satılmayınca neden işçi çıkarıyorlar anne?
  • - Patron zarar ederse, şirket kapanır, o zaman bütün işçiler ortada kalır.

İktisat tahsil etmiş olsun yahut olmasın iş hayatına birazcık aşina olanlar için bu son satırlar üzücü de olsa gayet mantıklıdır. Sistemin mikro rasyonalitesi (akla uygunluğu) kaya gibi sağlamdır. Gerçekten de şirket, düşük satış şartlarında yüksek emek gideri yüzünden zarar etmeye devam ederse iflas eder ve herkes işini kaybeder. Fakat gökten bir meleğin yahut (Peter Pan veya Küçük Prens misali) komşu gezegenlerin birinden bir çocuğun dünyamıza geldiğini düşünün. Olan bitenlere akıl erdirmede çok zorlanacak ve şöyle diyecektir: Şu insanlar ne tuhaf! Kömür ocaklarında dağ gibi kömür stokları var ama evlerde çocukları soğuktan donuyor!

Nitekim, Fransız pilot Antoine Saint-Exupery tarafından yazılan Küçük Prens romanında, mini kahramanımız minicik gezegeninden ayrılıp da bir iş adamının gezegenine vardığında, girişimcimizi kendinden geçmiş bir halde rakamlarla uğraşırken bulmuş, onun bu rakamlar sayesinde milyonlarca yıldıza sahip olmaya çalıştığını anlamıştı. Bunu niçin yapmaya çalıştığını ise havsalasına sığdıramıyordu:

- Yıldızlara sahip olmak neyine yarıyor?

- Zengin olmama.

- Zengin olmak neyine yarıyor?

- Diğer yıldızları satın almaya. (İş adamı hırçınlaşır:) Kimin onlar?

- Bilmem. Hiç kimsenin.

- Öyleyse onlar bana ait, çünkü bunu ilk akıl eden benim.

- Bu yeterli mi?

- Elbette. Kimseye ait olmayan bir elmas bulduğunda, o senin olur. Kimsenin olmayan bir ada bulduğunda senin olur. Bir fikri ilk sen bulduğunda, onu tescil ettirirsin, böylece o fikir sana ait olur. Ben de yıldızların sahibiyim, çünkü benden önce hiç kimse onlara sahip olmayı düşünemedi.

- Peki, ne yapıyorsun onları?

- Düzenliyorum. Sayıyor, tekrar sayıyorum. Zor iş. Ben ciddi bir adamım.

- Benim bir atkım olsa, onu boynuma dolayıp dolaşabilirim. Bir çiçeğim olsa, koparıp yakamda taşıyabilirim. Ama sen yıldızları koparamazsın ki!

- Evet ama onları bankaya yatırabilirim.

- O da ne demek?

- Bir kâğıdın üstüne yıldızlarımın sayısını yazar, sonra o kâğıdı bir çekmeceye koyup kilitlerim.

- Eğlenceli bir iş! Üstelik de şiir gibi! Fakat ciddi olmayan yararsız bir iş. Benimse her gün suladığım bir çiçeğim, her hafta bacalarını temizlediğim üç volkanım var. Sönmüş olanın bile bacasını temizlerim. Ne olur ne olmaz. Bu yaptıklarım, sahip olduğum volkanlarımın yararınadır, çiçeğimin de… Ama sen yıldızlara yarar bir iş yapmıyorsun…

İş adamı ağzını açtı fakat söyleyecek söz bulamadı, Küçük Prens de aldı başını gitti. Seyahati boyunca aklından hep “Şu büyükler gerçekten de pek tuhaf insanlar” diye geçirdi durdu.2

İnsandan beşere tuhaf alçalış

Bu yılki Anadolu Platformu buluşmasında (“İnsanı Yeniden Düşünmek,” Kızılcahamam, 12 Ağustos 2020) konuşan Diyanet İşleri eski başkanı Prof. Mehmet Görmez, Kur’an-ı Kerim’in kavram çerçevesiyle beşerden âdeme ve insana yükseliş sürecini özetledi:

Beşer bedendir, cesettir, su ve topraktır, çamurdur; üreme, çoğalma ve mübaşerettir. Soy, sop ve kan bağıdır.

Müşrikler insanı âdemiyet ve insaniyet çerçevesinde algılayamadıkları için, kendilerine ne zaman bir peygamber gönderilse, “Nasıl olur! Siz de ancak bizler gibi beşersiniz” diye itiraz ettiler. … Müşrik kadınlar Yusuf’u (as) gördüklerinde, “Hâşâ Rabbimiz! Bu bir beşer değil, bu ancak değerli bir melektir” dediler. Müşrik muhayyile âdemiyet ve insaniyeti algılayamadığından, beşerin karşıtının melek olduğunu düşünüyor. Halbuki Allah, melekleri âdeme/insana secde ettirerek, insanın yüceliğine vurgu yapıyor.

Peter Pan
Peter Pan

İlginçtir, beşer ve âdem kelimeleri Kur’an’da 26’şar defa geçiyor. Âdem, insanın iç dünyasına işaret eder ve beşerin âdemiyete yükselişi üç şey ile gerçekleşir:

1. İlahî nefha. “Ona tam şeklini verip ruhumdan üflediğim vakit hemen onun için secdeye kapanın!” (Hicr 29, Secde 9, Sâd 72) Meleklerin secde ettiği varlık beşer değil, âdemdir. Meleklerin secdesi âdemin şahsına değil, âdemiyetedir; beşeri âdem kılan değerlere, o değerleri bahşeden Rabbedir.

2. İlahî değer. “Andolsun biz insanoğlunu mükerrem kıldık, ona değer verdik, onur bahşettik.” (İsrâ 70.) Bu ayet insanın beşeriyetten âdemiyete yükselmesi için yüklenmesi gereken değerler olduğunu ifade eder. Yüce Rabbimiz “âdeme bütün isimleri öğretir” (Bakara 31). Esmânın öğretilmesi ve bu esmâ (isimler) ile Allah’ın ayetlerini müşahede etmesi onu âdem kılar.

3. Hilafet. Âdem halifedir. Rabbin meleklere “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” (Bakara 30) ayetiyle işaret ettiği hilafet, Allah’ın yeryüzünde iradesini tahakkuk ettirmektir.

İnsan ise, beşeriyet ile âdemiyetin dengesini kurarak emaneti üstlenen varlıktır: “Göklerin, yerkürenin ve dağların yüklenmek istemediği emaneti insan yüklendi.” (Ahzâb 72) İnsaniyet, âdemiyetin bütün icaplarını yerine getirmektir. İnsan, ahsen-i takvim üzere yaratılmıştır (Tîn 4). Ahsen-i takvim suret güzelliği değil, en güzel ahlak, en mütekâmil değerlerdir.3

  • Anadolu Platformu’nun iki yıl önce Sandıklı’daki “İslam Dünyasının Geleceği” başlıklı buluşmasında ise konuşmacılar çoğunlukla insandan beşere alçalışın yarattığı vicdan azabını seslendirmişlerdi. Ramazan Kayan, “Öyle bir zaman olur ki, insanların duaya yüzleri kalmaz,” demişti. İnsandan beşere alçalışın özetiydi bu cümle. “Ruhumuz yaralı, bilincimiz parçalı. Haksız ve haram kazanç, ruhu vurdu.”

Bu cümleler, insanın kendine yüklenen değerleri üzerinden attığını, gün geçtikçe değersizleştiğini dillendiriyordu. “İslam bizim ruhumuz mu, maskemiz mi? İslam’la neyi maskeliyoruz?”4 Bu sorular da insanın, hilafet görevini ifâ etmekten uzaklaştığını; ahsen-i takvimi “en güzel ahlak, en mütekâmil değerler” yerine, sureti makyajlamak zannettiğine işaretti.

Pollyanna’nın tuhaf fikirleri

Bir süredir çocuk romanlarına dalmış olduğumdan, bana bu yılki buluşmada verilen görev “Müslüman Çocuğu Yeniden Düşünmek” oldu. İslam’da çocuk eğitimi ve terbiyesine dair bir düzine kitabı hemen edinip okumakla işe başladım. Bir kısmı gelişigüzel yazılmış olsa da çoğunun akademik içeriği son derece zengindi. Bir yandan fıkıh, siyer, tefsir, hadis gibi İslamî ilimler; diğer yandan Freud, Jung, Adler gibi modern psikoloji bilginleri. Fakat hiçbirinde herhangi bir edebî esere, hele benim son zamanlardaki göz bebeklerim olan çocuk romanlarına atıf görmedim. Oysa, tezlerine dayanak yapmaya çalıştıkları psikologların edebî eserlere ne kadar borçlu olduklarına dikkat etseler, David Copperfield’den Tom Sawyer’a, Pollyanna’dan Peter Pan’a, Küçük Prens’ten Momo’ya kadar çocuk roman kahramanlarını bu ölçüde es geçmezlerdi.

Pollyanna
Pollyanna

Aliya İzzetbegoviç’in bir sözünü hatırlıyorum: “Çocuk, hakiki insandır. Büyüdükçe, insandan uzaklaşır.” Çocuk roman kahramanları, bu gerçeğin modern çağda yol açtığı sıkıntı ve çelişkileri sergiliyor. Eğitimsiz, yabanî Pollyanna’yı uygarlaştırmayı vazife edinen Polly Teyzesi, ona “çağdaş” bir çalışma düzeni empoze etmeye çalışıyor:

- Her sabah saat dokuzda bana yarım saat kitap okuyacaksın. Daha önce odanı toplayacaksın. Çarşamba ve Cumartesileri dokuz buçuktan sonra, öğlene kadar mutfakta Nancy’den yemek yapmayı öğreneceksin. Diğer sabahlarda benimle birlikte dikiş dikeceksin. Böylece öğleden sonraları müzikle ilgilenmene vakit kalır.

- Şey, ama Polly Teyze, bana yaşamak için zaman bırakmadınız ki!

- Yaşamak için mi dedin, çocuğum! Nasıl yani? Zaten hep yaşıyorsun ya!

- Şey, bütün o şeyleri yaparken tabii ki nefes alıyor olurum Polly Teyze, ama yaşıyor olmam ki. Uyurken de sürekli nefes alırsınız, ama yaşamazsınız. Ben yaşamaktan bahsediyorum, canınızın istediğini yapmaktan. Dışarıda oynamaktan, (kendi kendime) kitap okumaktan, bahçede yaşlı Tom ve Nancy ile konuşmaktan, sokaklar, insanlar ve her şey hakkında her şeyi öğrenmekten bahsediyorum. Yaşamak sırf nefes almak değildir ki!

- Pollyanna, sen çok tuhaf bir çocuksun!5

Bu tuhaf çocukların fikirleri, alçaldığımız beşeriyetten âdemiyet ve insaniyete yeniden yükselmemizde bir kaldıraç olabilir. Çağdaş müfessirler bu tuhaflıklara daha fazla bigâne kalmamalı.

1. Maurice E. Stucke ve Ariel Ezrachi: Competition Overdose: How Free Market Mythology Transformed Us from Citizen Kings to Market Servants, New York: HarperCollins, 2020.

2. Antoine Saint-Exupery: Küçük Prens, İstanbul: Türk Edebiyatı Vakfı, 2016, s. 57-9.

3. Prof. Dr. Mehmet Görmez: “Beşeriyet, Âdemiyet ve İnsaniyet,” Anadolu Platformu 14. Buluşma: İnsanı Yeniden Düşünmek, Kızılcahamam, 12 Ağustos 2020.

4. Bkz. Mustafa Özel: Romanperver İktisatçı, İstanbul: Küre, 2019, s. 256.

5. Eleanor H. Porter: Pollyanna, İstanbul: Kabalcı, 2009, s. 57-8.