Eşyanın hikayesi: Terazi

İnsanoğlu belki adalet duygusundan olacak, sadece ellerini kullanarak bile bazı şeyleri hep ölçme ihtiyacı duymuştu.
İnsanoğlu belki adalet duygusundan olacak, sadece ellerini kullanarak bile bazı şeyleri hep ölçme ihtiyacı duymuştu.

Şimdi, ne zaman bir manavda Topane marka çift kefeli bir terazi yahut bir eczanede mekanik basküllerin bir örneğini görsem tuhaf bir duyguya kapılıyorum. Öyle ki, bir dostuma terazileri çok özledim dediğimde, yüzümüzde bir tebessüm oluşuyor.

Terazilerle bir zaman oldukça haşır neşirdim. İşim dolayısıyla geçmişi Eski Mısır’a kadar uzanan eşit kollu terazilerden sikke tartmaya yarayan rocker tarzı cep terazilerine, kantarlardan sarkaçlı terazilere birçok örneğini görme şansım oldu. Demirden yapılmış, üzerinde Small-Medium-Large-Extra Large ( Küçük-Orta-Büyük-Çok Büyük) yazılı yumurtaların ağırlıklarının hesaplanmasında kullanılan sarkaçlı yumurta terazisini, bir dairenin çeyreği şeklinde tasarlandığı için adına Rubu terazi dediğimiz iplik çilelerindeki malzeme miktarını ölçmeye yarayan tekstil terazilerini, geçmişi Roma Dönemi’ne kadar uzanan rocker tarzı sikkelerin orijinalliğini tespit etmeye yarayan sarraf terazilerini ilk kez gördüm. Eskiden mektupların tartıldığı ahşap kaideli, üzerindeki yivlere çeşitli ağırlıkların konduğu, kiriş üzeri kefeli oldukça şık terazilerin postaneleri süslediğini ilk kez öğrendim.

Terazilerle bir zaman oldukça haşır neşirdim.
Terazilerle bir zaman oldukça haşır neşirdim.

İnsanoğlu belki adalet duygusundan olacak, sadece ellerini kullanarak bile bazı şeyleri hep ölçme ihtiyacı duymuştu. İlk teraziler, bir çubuğun iki ucuna bağlanmış birer sepetten ibaretti. Ticaret geliştikçe, daha hassas tartan teraziler icat olundu. Örneğin eşit kollu terazilerin tarihi 3000-4000 yıl öncesine dayanır. Denge unsurunun gözetildiği bu terazilerde kefelerden birine tartılacak malzeme, diğerine belirli ağırlıklar konur ve tartma işlemi terazi kolunun tam olarak yatay bir şekilde durmasıyla yapılırdı. Bu teraziler, değerli madenleri ölçmede sarraflara, sikkelerin denetlenmesinde tüccarlara ve ilaç dozlarını ayarlamada eczacılara oldukça yardımcı olmuştur. Şair Seyyid Vehbî’nin Surnâme-i Vehbî’sindeki Levnî minyatürlerine bir bakın; bu mensur eserde, Osmanlı padişahı III. Ahmed’in dört oğlunun 1720’de gerçekleşen ve 15 gün süren sünnet şenlikleri anlatılmaktadır. Şenlikler sırasındaki esnaf alaylarında hem unutulmaya yüz tutmuş bazı meslekleri hem de bugün antika sayılabilecek eşit kollu bir terazi görürsünüz.

  • Çağlar boyu farklı inanışlardan, çeşitli kültürlere adalet ve doğruluğun birer simgesidir eşit kollu teraziler. Yunan Tanrısı Themis’i düşünün, elinde bir terazi tutmaktadır, ya da Roma İmparatorluk dönemi Phrygia bölgesindeki sikkelerde, Dikaiosyne’nin bir elinde buğday başakları, diğer elinde terazi ile resmedildiğini. (Oğuz Tekin, Kantarın Topuzu, Teraziler, Ağırlıklar, Ölçü Aletleri sergi kataloğu içinde) Terazi betimlemeleri, ister zeytin dalıyla, ister bereket boynuzuyla bir arada kullanılmış olsun, hep doğrulukla ilişkilendirilmiştir.

Doğruluğuna yürekten inanmak istediğimiz diğer terazilerse, bir zamanların, tren istasyonlarından vapur iskelelerine şehri süsleyen otomat terazileriydi. Döküm gövdeli, kadranlı, âdeta bir saati andıran bu terazilerin kadranında çoğu kez, "Lütfen rahat durunuz. Sonra on kuruş atınız. Tartı makinası sizindir. Koruyunuz" yazılıydı. Ama benim çocukluğumdan anımsadığım, daha çok eczanelerde karşımıza çıkan, boy ölçmeye de yarayan basküllerdir. İzmir’in ünlü eczacısı Kemal Kâmil Aktaş, eczanesinin tanıtımı için kaleme aldığı kitabında, uzun uzun bir baskülün dilinden konuşur. Sahi bir terazi dile gelirse, neler söyler:

Eczanemizdeki baskülün dedikleri

Muhterem İzmirliler,

Ben baskülüm; başka yerlerde tartılıp da bana gelenlere doğru baskülleri haber verecek kadar hassasiyetim de vardır.
Ben baskülüm; başka yerlerde tartılıp da bana gelenlere doğru baskülleri haber verecek kadar hassasiyetim de vardır.

Beni tanırsınız değil mi? Ben Hilâl Eczanesi’nin mütevazı baskülüyüm, çok tahmin ederim ki hassasiyetimi bildiğiniz için beni ziyaret etmeyen, gelip benim ile tartılmayan, İzmirli kalmamıştır. Ben senelerden beri sizi tartarım, bana kemal-i tehalükle (can atarak) koşarsınız, kantarımın topuzu tırtıllı dişler üzerinde yürürken dikkat kesilirsiniz, kaç kilo iseniz onu söyledikleri vakit sevinenler çoktur, fakat mahzun olanlar da oluyor. Bakınız ben bunları nasıl hissediyorum. Benim üstüme çıkıp tartılanları tetkik ettim. Yüzde altmışı hanımdır. Bilmem neden hanımlar erkeklerden daha çok tartılıyorlar…

Ben baskülüm; başka yerlerde tartılıp da bana gelenlere doğru baskülleri haber verecek kadar hassasiyetim de vardır.

İzmirliler, beni ziyarete gelince "çekileceğim" derler. İstanbullular çekilmek kelimesini "tartmak" ile ifade ederler. Ben çekilmek ile tartmak kelimeleriyle müşterilerimizin İstanbullu mu İzmirli mi olduğunu derhal anlarım. Her gün yüzlerce insan tartarım, mütevazı kantarımın topuzu daima doğru çeker, hep hep sizi bekler, sizleri görmek isterim… (Mert Sandalcı, aynı katalog içindeki yazısı)

Şimdi, ne zaman bir manavda Topane marka çift kefeli bir terazi yahut bir eczanede mekanik basküllerin bir örneğini görsem tuhaf bir duyguya kapılıyorum. Öyle ki, bir dostuma terazileri çok özledim dediğimde, yüzümüzde bir tebessüm oluşuyor. Ne yani, insan terazileri de sevebilir.

İnsan oluşumuzun bir veçhesi de kalp değil mi? Shabaka dikilitaşının sunduğu kozmogoni kalbi, yaratıcı düşüncenin yani imgelemin yeri kabul eder. İnanışa göre kalp aynı zamanda, öbür dünyada bizi ele verecek olan belleğimizdir ve kozmik düzen kavramı anlamına gelen, dengede tutmak zorunda olduğu Ma’ât ile boy ölçüşecektir. Ma’ât, terazi ve ölçünün efendisi Thoth’un karısıdır; doğruluk ve adaleti temsil eder. Tepesinde deve kuşu tüyü olan bir başlıkla tasvir edilmiştir. Bazen kanatları vardır, bazen de elinde bir terazi taşımaktadır. Ölüler Kitabı’nın yazdığına göre terazinin bir kefesine ölünün yüreği, diğer kefesine Ma’ât’ın deve kuşu tüyü konur. Hikâyenin gerisini tahmin edersiniz. Tüyden hafif yahut dengede bir yürek hem vicdanı temsil eder hem de ölüyü Duat denen öbür dünyaya taşır. (Yves Bonnefoy, Antik Dünya ve Geleneksel Toplumlarda Dinler ve Mitolojiler Sözlüğü) Ölümsüzlüğün anahtarı terazidedir.

Aklın da bir terazisi vardır. İbn Haldun, nasıl ki dağları kuyumcu terazisinde tartamazsak, Allah’a ve ahirete ait meseleleri de aklın terazisinde tartmanın boş bir uğraş olduğunu yazar. "Terazinin sağlamlığına bir şey denilemez ama, onun gücünün bir sınırı vardır."

Kuyumcu terazisinde bir dağı ölçemesek de, terazimiz gülden olursa tarttığımız da gül olur. Ümmi Sinan’ın söylediği gibi:

  • Gülden terâzi tutarlar
  • Gülü gül ile tartarlar
  • Gül alırlar gül satarlar
  • Çarşı pazarı güldür gül