Gelişim Kitabevi

Gelişim Kitabevi​
Gelişim Kitabevi​

Hayatımda kitapların yer tutmaya başladığı yıllardı. Ortaokuldaydım. Gecem gündüzüm kitaptı. Okul kütüphanesinden ben sorumluydum. Elimden yüzlerce kitap geçiyordu. Kitap vermek, almak, kitaplar arasında bulunmak benim için bütün oyunlardan daha keyifliydi

Sene 1988. Yarıyıl tatilinde öğretmenimiz bir kitap okuyup özetini getirin deyince hemen atılıp, “İstediğimiz kitabı okuyabilir miyiz?” diye sordum. Öğretmenimiz tahtaya geçti ve kitap-yazar isimlerini yazmaya başladı. “Bu kitaplardan istediğinizi alıp okuduktan sonra özetini de yazıp tatilden sonra getireceksiniz” dedi.

Tahtada yazılı isimlere, kitaplara baktım. Daha önce Memleket Hikâyeleri’ni okuduğum Refik Halid Karay’ın Sürgün adlı romanını defterime not ettim. Kitabı mutlaka almamız gerektiği için kütüphaneye hiç bakmadan kitapçılarda kitabı aramaya başladım.

Tahtada yazılı isimlere, kitaplara baktım. Daha önce Memleket Hikâyeleri’ni okuduğum Refik Halid Karay’ın Sürgün adlı romanını defterime not ettim. Kitabı mutlaka almamız gerektiği için kütüphaneye hiç bakmadan kitapçılarda kitabı aramaya başladım.
Tahtada yazılı isimlere, kitaplara baktım. Daha önce Memleket Hikâyeleri’ni okuduğum Refik Halid Karay’ın Sürgün adlı romanını defterime not ettim. Kitabı mutlaka almamız gerektiği için kütüphaneye hiç bakmadan kitapçılarda kitabı aramaya başladım.

Çark Caddesi’nden başlayıp önüme çıkan her kitapçıya sordum ama kitap hiçbirinde de yoktu. Umudum bitti bitecekti. Sene 1988’di ve Adapazarı’nda çok da kitapçı yoktu o yıllarda. Postaneye kadar geldiğimi fark ettiğimde pasaj içlerinde kitapçılar olduğunu hatırlayıp oralara da girdim çıktım ama kitabı yine bulamadım.

Yıldız Sineması’na gidip geldikçe pasajın içinde zemin katta bir kitapçı olduğunu görürdüm ama oraya hiç gitmemiştim. Şimdi bir umut deyip oraya da gittim. Ürkek adımlarla kapıdan süzüldüm. Kitapların arasında sert görünümlü, uzun boylu, saçları yer yer beyaz olan kitapçı beni görünce, “Ne alacaksın çocuk?” dedi.

Ben hiçbir şey diyemeden elimdeki kâğıdı uzattım. Önce kâğıda sonra bana baktı. “Neden bu kitap?” dedi. Daha önceden bu yazarın kitabını okuduğumu, kitabı çok beğendiğimi, bu yüzden bunu tercih ettiğimi söyledim.

Hangi kitabını okuduğumu sordu. Memleket Hikâyeleri dedim. “Gurbet Hikâyeleri kitabı da var” dedi. Okul kütüphanesinden onu da alıp okuyacağımı söyledim. Arkasını döndü, raflara baktı, üst raftan bir kitap çekti. Evet, kitabı bulmuştum.

“Ne yapacaksın şimdi bu kitabı?” dedi. Okuyup özetini çıkarıp öğretmenime götüreceğimi söyledim. “Kitabı okuduktan sonra bana da gelip kitabı anlatır mısın?” dedi. Bu teklif bana oldukça garip gelse de “Olur” dedim, kitabı alıp çıktım kitapçıdan. Neden bir kitapçı böyle bir şey isterdi ki... Demek ki benim nasıl bir okuyucu olduğumu görmek istemişti.

Bir solukta bitti kitap. Karay, yine billur gibi Türkçesi ile bir şaheser koymuştu ortaya. Olaylar, yaşananlar, dönemin şartları, İstanbul’dan Beyrut’a uzanan bir yolculuk ve yoksulluk, sürgün bir hayatın zorlukları, Hilmi Efendi’nin yaşadıkları Refik Halid’in hayatından izler taşıyarak anlatılıyordu romanda. Refik Halid de hayatının birçok zamanında hem Anadolu’da hem de yurt dışında sürgünlükler yaşamış bir yazardı.

Sait Faik’in Son Kuşlar kitabıydı bu. “Çok güzel anlattın kitabı. Bu sana benden hediye” dedi. Teşekkür edip ayrıldım kitapçıdan.
Sait Faik’in Son Kuşlar kitabıydı bu. “Çok güzel anlattın kitabı. Bu sana benden hediye” dedi. Teşekkür edip ayrıldım kitapçıdan.

Kitabın özetini de yazdım. Daha sonra kitabı aldığım kitapçıya gitmem gerektiği aklıma geldi. Çünkü söz vermiştim. Gittim kitapçıya. Romanın özetini anlattım. Çok beğendi. Arkasındaki raftan bir kitap çıkardı.

Sait Faik’in Son Kuşlar kitabıydı bu. “Çok güzel anlattın kitabı. Bu sana benden hediye” dedi. Teşekkür edip ayrıldım kitapçıdan.

Eve gelir gelmez babamın tahtalardan yaptığı kitaplığıma özenle yerleştirdim Son Kuşlar’ı. Refik Halid’den sonra şimdi Sait Faik’le de tanışmış oldum. İçimde çırpınıp duran öykü yazma isteği Sait Faik’le şimdi denizlere açılmaya hazırdı.

Daha sonra birçok kez kitap aldım Gelişim Kitabevi’nden. Aradan yıllar geçti. İlk hediye kitabımı aldığım, Sürgün’ü bulduğum Gelişim Kitabevi’ndeki kitapçının Necati Mert olduğunu öğrendim. Adapazarı’na yolum düştükçe soluğu Gelişim Kitabevi’nde aldım.

Sürgün’ü bulduğum Gelişim Kitabevi’ndeki kitapçının Necati Mert olduğunu öğrendim. Adapazarı’na yolum düştükçe soluğu Gelişim Kitabevi’nde aldım.
Sürgün’ü bulduğum Gelişim Kitabevi’ndeki kitapçının Necati Mert olduğunu öğrendim. Adapazarı’na yolum düştükçe soluğu Gelişim Kitabevi’nde aldım.

Necati Mert Hocam ile kitaplar, öyküler, Ömer Seyfettin, Sait Faik, Çark, eski Adapazarı üzerine bol bol sohbet ettik. O kitabevi benim için bir yazı evi gibiydi.

Yıllar sonra Necati Mert’in Gelişim Kitabevi’ni kapatacağını öğrenince içimdeki siyah beyaz fotoğraflar bir anda uçup gitti. Dipsiz bir sürgüne gidiyormuşum gibi hissettim kendimi.

Şimdi Necati Mert’in yazdıklarını okudukça, bir şehrin karış karış içime dizdiği kaldırım taşlarını sayarak geçiyor vaktim. Adı dostluk olan ve hiç bitmeyecek...