Hadi gençler, vaazdan sonra kopuyoruz!

Gelgelelim, ülkemizde, “dindar”ın “yerli seküler”den kopyaladığı her ne varsa, esasında, yerli seküler de onu, daha önceleri, batılı sekülerden dublajlayarak ithal etmiş idi zaten.
Gelgelelim, ülkemizde, “dindar”ın “yerli seküler”den kopyaladığı her ne varsa, esasında, yerli seküler de onu, daha önceleri, batılı sekülerden dublajlayarak ithal etmiş idi zaten.

Gazetede büyücek bir ilân. Kendi sektöründe gayet köklü ve iddialı bir şirket, ‘muhafazakâr cruise turu’ düzenliyor. Her şey dînî hassasiyet sahibi kimselere göre dizayn edilmiş. Bütün etler, bütün gıdalar helal sertifikalı. O malum hayvanın etine ve alkollü içeceklere katiyen yer yok. Geminin barında, restoranlarında ve sair sahalarda sadece ‘soft drink’ler bulunuyor. Ayrı kadın erkek havuzlarından, spor salonlarından, gemi mescidinden bahsetmek ise zâid. Çünkü bu tip aktivite alanları zaten standart.

On beş sene kadar önce KKTC’ye ilk ziyaretim Mevlid Kandili’ne denk düşmüştü ve o günün resmî tatil olduğunu öğrenip şaşırmıştım. Öyle ya, dinî hayatın pek de umursanmadığı yavru vatanda, bir kandil gününün resmî tatil olmasına anlam vermek biraz zor. Aradan geçen seneler içinde defalarca Ada’ya yolum düşse de, ya sormak aklıma gelmedi ya da mevzuun detaylarını bilen birine rastlayamadım.

On beş sene kadar önce KKTC’ye ilk ziyaretim Mevlid Kandili’ne denk düşmüştü ve o günün resmî tatil olduğunu öğrenip şaşırmıştım.
On beş sene kadar önce KKTC’ye ilk ziyaretim Mevlid Kandili’ne denk düşmüştü ve o günün resmî tatil olduğunu öğrenip şaşırmıştım.

Geçen yıl, Girne’deyiz, Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde Yeni Türk Edebiyatı dersleri veren arkadaşım Dr. Ertuğrul Aydın’la laflıyoruz. Mevzu döndü dolaştı Mevlid Kandili’nin tatil olmasına geldi. Ben de işin aslını o vesileyle öğrenmiş oldum. Ertuğrul’un anlattığına göre, vaktiyle, Türk-Rum federasyonu için anayasa müzakereleri esnasında, Noel tatili gündeme gelmiş. Bizimkiler de demiş ki, madem sizin Peygamberinizin doğum günü tatil, bizim Peygamberimizinki de olsun. Durum bundan ibaret.

Federasyon mevzuu tarihe karıştı ama Mevlid Kandillerinde tatil uygulaması devam ediyor.

Kültür emperyalizminde dublaja direnmek

Gazetede büyücek bir ilân. Kendi sektöründe gayet köklü ve iddialı bir şirket, ‘muhafazakâr cruise turu’ düzenliyor. Her şey dînî hassasiyet sahibi kimselere göre dizayn edilmiş. Bütün etler, bütün gıdalar helal sertifikalı. O malum hayvanın etine ve alkollü içeceklere katiyen yer yok. Geminin barında, restoranlarında ve sair sahalarda sadece ‘soft drink’ler bulunuyor. Ayrı kadın erkek havuzlarından, spor salonlarından, gemi mescidinden bahsetmek ise zâid. Çünkü bu tip aktivite alanları zaten standart.

  • Bu kadar detaylı bir organizasyonda sahne performansları da unutulmamış elbette. Gayet bilindik bir hocamızın vaazlarıyla arınıp, sahnesi güçlü mevlidhanların okuyacağı ilâhiler ve Kur’an tilavetiyle coştuktan sonra, üflenen ney eşliğinde meşhur semazenleri seyrederek huzura eriyorsunuz. Bu beş yıldızlı muhafazakâr turun adı da, yanlış hatırlamıyorsam “Osmanlı’nın İzinde” idi.

Seküler TV kanallarını dolaşıp, şarabın tadından başka her şeyine vâkıf olduğunu anlatan bir eski bakanımız vardı ya, onun gibi bir şey işte.

Gülümsüyoruz ama, mevzu gayet ciddi. Ve abartmadan söyleyeyim, bu gerçek bir trajedi. Sormakta haklısınız: İyi de, adam çalışmış, para kazanmış ve ailesiyle birlikte “cruise tatili”ne çıkmak istiyor. Ne yani, konforlu gemilerle vizesiz Yunan adalarını ziyaret, dindar insanların da hakkı değil mi? Zaten trajedi tam da burada yatıyor. Çünkü, kendimi istisna etmeden, bütün samimiyetimle söylüyorum, hiç birimizin, bu sorularla başlayan fırtınadan sağ çıkma garantisi yok.

Hani, meşhur bir bilmece vardır. Bilmeyenlere özetleyelim ki, bilenler de hatırlamış olsun. Bir adam öyle bir top icat etmiş ki, fırlattığı gülle hiçbir engel tanımıyor. Önüne konulan mânianın, hangi maddeden mamul olduğu veya ne şekilde yapıldığının önemi yok, delip geçiyor. İstisnâsız. Başka bir adam da, öyle bir duvar inşa etmiş ki, hiç bir güç, hiç bir araç, atom bombası dahil, hiç bir patlayıcı zerre miktar dahî zarar veremiyor. Soruyu tahmin ettiniz: O gülle, o duvara çarparsa ne olur?

Ne yani, konforlu gemilerle vizesiz Yunan adalarını ziyaret, dindar insanların da hakkı değil mi?
Ne yani, konforlu gemilerle vizesiz Yunan adalarını ziyaret, dindar insanların da hakkı değil mi?

Yaşı kırkı devirmiş olanlar hatırlar, eskiden, dinsiz tiplerin, kafa karıştırmak için çocuklara sorduğu “Allah, kendi kaldıramayacağı kadar büyük bir taşı yaratabilir mi?” yâvesine pek benziyor.

Kısmen birbirinin içine geçmiş, sınırları ilk bakışta tam seçilemeyen üç sosyal gruptan bahsetmek istiyorum. Biri, Müslüman kimliğine, dindarlığa önem veren, hayatını dine uygun düzenleme isteğini samimiyetle ifade edenler. Bu insanlar, uzunca bir süredir ekonomik olarak güçlenmeye, dünyalıklarını hâle yola koymaya başladı. Bir diğeri ise, Anadolu’da yaşayan, atadan dededen sosyal olarak tevarüs ettiği muhafazakârlığı geleneksel şekillerde yaşatmaya devam eden kitle ki, bunların içinden mühimce bir bölümü de, Turgut Özal’ın, ekonomideki tekelleri kırma ve sermayeyi tabana yayma stratejisinin neticesi olarak bir şekilde palazlanıp, ülkenin orta sınıfında güçlü bir yer edindiler. Son gruba gelince; o da, yaklaşık on beş yıldır ülkeyi yöneten muhafazakâr iktidara yakın durabilmek, oradan sebeplenebilmek adına, aslında pek de o taraklarda bezi olmamasına rağmen, dinle arasındaki mesafeyi süratle kısaltan, dindarlık “level”ini bayram namazından cuma namazına “upgrade” eden insanlardan müteşekkil topluluk.

  • Kabaca tarif etmeye çalıştığım bu kesimler, ilim, irfan, sanat ve bilumum entelektüel sahada, ekonomide yakaladığı başarı grafiğinin yakınından dahî geçemedi maalesef (‘Peki geçmek için çabaladı mı?’ diye sormayın, cevabı biliyorsunuz). Bunun neticesi olarak da, “yaşam standardı” adına “diğerleri”nin yapmakta olduğu her ne varsa, üzerinde kafa yormadan, tartışmadan, yeni bir inşa faaliyetine girişmeden, içindeki “alkol” benzeri “sakıncalı” unsurları ayıklayarak, birebir aldı. Daha doğrusu, almak zorunda kaldı. Buna mecburdu, zira başkaca alternatifi, hazırlığı, herhangi bir çaresi, reçetesi, yol haritası yoktu. Ortaya koyabildiği direnç, domuz eti yememeyi izah ederken, o hayvanın etinin aslında ne kadar da zararlı olduğunu, vücuda onulmaz hasarlar verdiğini anlatan bir yüzeysellikten ibaret kaldı.

Gelgelelim, ülkemizde, “dindar”ın “yerli seküler”den kopyaladığı her ne varsa, esasında, yerli seküler de onu, daha önceleri, batılı sekülerden dublajlayarak ithal etmiş idi zaten. Anlayacağınız, dindarlar, gündelik hayatlarındaki birçok detayı, sabah akşam küfrettikleri Batılı seküler sistemden apartmış oldular. Misâl, cruise turları. Avrupalı zenginlerin yüz elli yıldır keyif denizlerine dümen kırdığı cruise’lar alkol ve domuz etinden arındırılmak suretiyle dini bütün Müslüman zenginlerin emrine âmâde kılındı.

Gelgelelim, ülkemizde, “dindar”ın “yerli seküler”den kopyaladığı her ne varsa, esasında, yerli seküler de onu, daha önceleri, batılı sekülerden dublajlayarak ithal etmiş idi zaten.
Gelgelelim, ülkemizde, “dindar”ın “yerli seküler”den kopyaladığı her ne varsa, esasında, yerli seküler de onu, daha önceleri, batılı sekülerden dublajlayarak ithal etmiş idi zaten.

Hiç kimseyi suçlamak niyetinde değilim. Hepimiz bu yaşanan sürecin hem şahitleri, hem de unsurlarıyız. Dinin esaslı bir yol tercihi olduğunu idrak etmeden, güncel ifadeyle içselleştirmeden, çözüme, değil ulaşmak, yönelmek bile nâmümkün.

Senaryoyu değiştirmeden, sadece Türkçeleştirerek sahnelediğiniz taktirde, oyunun finalinde, katil yine ve daima zenci uşak olacaktır. Halbuki, tırnak kesme esnasında parmaklarının sırasını, sırf başkalarına benzemiş olmamak için değiştiren bir Peygamber’in (s.a.v.) ümmetinden beklenen, bırakınız mevcut senaryoları dublaj etmeyi, dönüştürmek bile değildir; yeni ve bütünüyle özgün senaryolar kaleme almaktır.

Duvara çarpan gülle

Endişeye mahâl yok. Yazının başında bahsettiğim bilmecenin cevabını gelecek sayıya bırakacak kadar katı yürekli değilim. Soru bir aldatmacadan ibaret ve cevabı da gayet basit aslında. Çünkü “her engeli delen gülle”nin var olduğu bir uzay-zamanda yahut sistemde/evrende, “hiçbir şeyin delemediği duvar” diye bir şey olamaz. Tam tersi de böyle. “Hiçbir şeyin delemediği duvar”ın var olduğu bir uzay-zamanda, “her engeli delen gülle” diye bir şey var olamaz.

Yukarıda tarif etmeye çalıştığım sosyal grupların trajedisi de buna benziyor. Hem dünya lezzetlerinden istifade yöntemlerini batı sekülarizminden devşirip, hem de dinin âhiret hayatı için vadettiği mükâfatların hepsine erişmeyi uman bir ruh hâli. Hem şoför arkası, hem cam kenarı, hem de beş kuruş daha ucuz olsun…

Oysa, tam mânâsıyla hazmedilmiş, özümsenmiş bir inanç, kişiyi, inandığı değerler sisteminden köken alan, nev’i şahsına münhasır bir hayat tarzı inşa etmeye yöneltir; seküler yöntemlerle dünyadan emdiği hazzı gölgeleyen vicdan sesini bastırmak için İslâm’ı kullanmaya değil.

Dünyada işleri birbiri ardınca rast gittiği için, kendini, “önüne gelen her engeli aşan top güllesi” zannetmeye başlayan varsa eğer, uyandırayım, yok öyle bir şey. Zira içine doğduğumuz kâinat düzeninde “hiç bir gücün işlemediği bir duvar” mevcut. O bakımdan, ölüm duvarına toslamazdan evvel biraz hız kesmekte fayda var.