Halilürrahman Gölü, ezelden mektep

Kimisi Halilurrahman Gölü diyor, kimisi Balıklıgöl. Bana anlatıldığına göre gölün asıl ismi 1980’den sonra dışlanıp gözden düşürülürken yerini “Balıklıgöl” almış ama yerli halk hâlâ asıl adını kullanıyor.
Kimisi Halilurrahman Gölü diyor, kimisi Balıklıgöl. Bana anlatıldığına göre gölün asıl ismi 1980’den sonra dışlanıp gözden düşürülürken yerini “Balıklıgöl” almış ama yerli halk hâlâ asıl adını kullanıyor.

Halilürrahman Gölü ve yanındaki küçük Aynzeliha Gölü, Kazancı Bedih’ten İbrahim Tatlıses’e birçok türkücünün rehberlik ettiği bir kurs, bir derslik. Keşke yetenek haklı bir başarıya has adaleti sağlasaydı başarıya giden yolda.

Bildiğimiz her şeyi yeniden ele aldığımız bir dönemden geçiyoruz. Nitelikli hayat yeniden tanımlanıyor, mutluluk yeniden tarif ediliyor, sağlam değerlere yöneliyor planlar. İlk insanın sığınma güdüsüyle bizi sinsi tehditlerden koruyacak bir barınağa çekildik veya bunu gerçekleştiremediğimiz için korkularla doluyuz. Sahi, nerede olursa olsun kendini sığıntı gibi hissedenleri uyku tutuyor mu? Aile olamamış ama aynı evi paylaşanlar nasıl tahammül ediyor birbirine? Bir aile korumasından yoksun çocuklar hangi çatı altına sığındı? Peki ya Halilürrahman Gölü’nün çocukları nerede, nasıl geçiriyor bugünleri? Göl başında bir masada arkadaşlarımla bana konser veren güzel gözlü çocuk karantina düzenine ayak uydurabildi mi?

 Urfa’yı bu göl ve çevresini hatırlamadan konuşamıyoruz.
Urfa’yı bu göl ve çevresini hatırlamadan konuşamıyoruz.

Hepitopu iki buçuk ay geçmiş aradan. Öylece dolaşıyorduk gölün etrafında, ayrılmak üzereyken türküsüyle yakaladı bizi. En fazla on iki yaşında görünüyordu, arkadaşları da öyle. “Gece gündüz burada bu çocuklar” demişti, Harran Üniversitesi Genç Yeşilay Kulübü Başkanı Emine Altun.

Balıklıgöl

Harran Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Mahmut Kaya’nın davetiyle, üniversitede “Toplumsal Cinsiyet” konulu bir konferans vermek üzere Urfa’daydım. Şehri, ilk yolculuğumun merakıyla geziyordum Genç Yeşilay Kulübü öğrencileriyle. Hz. İbrahim’in Tevhid mücadelesinin mekânlarından biri olan Halilurrahman Gölü’ne gittik önce. Urfa’yı bu göl ve çevresini hatırlamadan konuşamıyoruz. Kimisi Halilurrahman Gölü diyor, kimisi Balıklıgöl. Bana anlatıldığına göre gölün asıl ismi 1980’den sonra dışlanıp gözden düşürülürken yerini “Balıklıgöl” almış ama yerli halk hâlâ asıl adını kullanıyor.

Güzel gözlü çocuk daha masaya oturmadan bizi “Urfalı’yam ezelden” türküsüyle karşıladı, “Kınıfır”la uğurladı. Sesi, söyleyişi, sahne alışına özgü beden dili ve mimikleri bu mekânda şaşırtmıyor. Halilürrahman Gölü ve yanındaki küçük Aynzeliha Gölü, Kazancı Bedih’ten İbrahim Tatlıses’e birçok türkücünün rehberlik ettiği bir kurs, bir derslik. Keşke yetenek haklı bir başarıya has adaleti sağlasaydı başarıya giden yolda. Sesi ve yorumuyla başta Tatlıses olmak üzere birçok yorumcuyu etkilemiş Seyfettin Sucu ismini kaç kişi bilir ki...

  • Türkü başka türlü anlatılamayanın açık örtük haberi, özlü hikâyesi ve yoğun sosyolojisi. Şehrin uzak mı uzak geçmişinden doğru gelen yılgın bir ses lanetliyor sevdiğini, “Nemrut’un Kızı” yakıştırmasıyla. Uygun değil söz oysa, bir gölün “Aynzeliha” adını almasının sebebi Nemrut’un cesur, yürekli, takvalı kızı Zeliha değil mi?

Bu gölün, Hz. İbrahim’in ateşe atılmasına dayanamayan Zeliha’nın gözyaşlarıyla oluştuğuna dair efsane, erdemli bir kadını tanıtıyor bize. Türkü ise bütün etkileyiciliğine rağmen orada haksızlık ediyor imgeye. Bunları İlahiyat Fakültesi öğrencisi Zeliha Akıllı ile konuştuk konferanstan sonra şehri dolaşırken, isminin de çağrışımlarıyla. Türkünün sıra geceli klipler ise işte bu haksızlığı oluşturan sızılı yalnızlığı ortaya koyuyor; kalabalık bir grup erkek aşk acılarının sitemini tanıdıklarını sandıkları bir kadının -aslında babasının- adı üzerinden dillendiriyorlar. Zeliha nasıl bu kadar yanlış yorumlanabildi?

Sınırın iki yanında yaşayan aynı aşirete bağlı insanların mülteci akını dolayısıyla karşılaşması, bununla birlikte gelen bir dayanışma, araştırmanın ortaya koyduğu olgulardan biri.
Sınırın iki yanında yaşayan aynı aşirete bağlı insanların mülteci akını dolayısıyla karşılaşması, bununla birlikte gelen bir dayanışma, araştırmanın ortaya koyduğu olgulardan biri.

Belki de ben yanlış anlıyorum: Adam çok sevdi, aslında kıza kıyamıyor ve ona ulaşamamasının sebebini, kavuşmalarındaki her türlü problemin suçlusunu Nemrut’a benzettiği babasına yüklüyor, herhâlde öyle. Nemrut’un kızı Zeliha’nın alnı o kadar açık ki Halilurrahman Gölü’nde birkaç saat geçiren bunu öğrenmeden ayrılamaz, herkesten önce çocuklar anlatır.

Gölün mülteci çocukları

Balıklıgöl çocukları arasında mülteciler de var, buraya gelmeden Aida Begiç’in Bırakma Beni filmiyle öğrendiğim. Bu çocukların dramı yuvalarını dağıtan bombardımanlarla başlıyor, savaş felakettir. Savaş her yaşta insan için felakettir ama en ağır bedelleri kadınlar ve çocuklar öder. Aileler dağılır, çocuklar ebeveynsiz kalır, savaş bitse bile kadınların haysiyetini koruma savaşı bitmez.

Urfa geniş bir mülteci nüfusu ağırlıyor. Bunun acıklı bir sonucu Suriyeli kadınlarla yapılan çok eşli evlilikler. Mahmut Kaya 2017’de, çok konuşulsa da gerçekleri yeterince irdelenmeyen mültecilerin toplumla kaynaşması ve bu süreçte ortaya çıkan sorunları Urfa örneğinde ele alan bir saha araştırması gerçekleştirdi. Türkiye’deki Suriyeliler İç İçe Geçişler ve Karşılaşmalar başlığıyla kitaplaşan bu araştırma, savaşın yuvalarından uzaklara sürüklediği insanların yeterince irdelenmemiş hayatlarını konu alıyor. Sınırın iki yanında yaşayan aynı aşirete bağlı insanların mülteci akını dolayısıyla karşılaşması, bununla birlikte gelen bir dayanışma, araştırmanın ortaya koyduğu olgulardan biri. “İlişkilerde İçe Geçişler ve Karşılaşmalar: Evlilik ve Çok Eşlilik” başlığı altında ise mülteci kadınların içinde bulunduğu çıkmaz üzerine çok az konu edilmiş bir meselenin sebep ve sonuçları irdeleniyor.

Söylemesi acı geliyor ama Urfa’da Suriyeli kuma olgusunun şaka yollu bile olsa konuşulmadığı bir ev yokmuş, Şanlıurfa Belediyesi Kadın ve Aile Şube Müdürü Sibel Toptan’a göre.

Ortada bir çaresizlik var ve çok eşli evlilik bir sığınak gibi geliyor kadınlara ama daha sonra neler yaşanıyor? İlk eş neler hissediyor, onun ve çocuklarının hayatı nasıl etkileniyor bu olanlardan... Araştırmada bu sorulara da cevap aranmış. Acıma duygusu ve merhametin hemen ötesinde öfke ve bezginlik sökün ediyor toplumda, kuma örnekleri üzerinden. Suriyeli kuma nedeniyle sona eren evlilikler az değil. Kimsesiz ve geleceği konusunda endişeli mülteci kadınların kuma olmayı göze alırken komisyoncular ve fuhuş çetelerinin eline geçmesine de ne yazık ki az rastlanmıyor.

Bir akşam sohbetine katıldığım, kadınların faaliyet gösterdiği Başaklar Derneği’nde de açıldı mülteci kadınlar konusu. Bir yıllık bir dernek ama arkasında uzun bir dernekçilik tecrübesi var. Bir taraftan düzenli olarak tefsir ve her türlü kitap okumayı sürdürürken mülteci ailelerin sorunlarını çözümlemeye dönük bir program yürütüyor üyeler. Çaresizliğin istismarı bütün savaşların yakıcı bir eseri. Bu kadınlar evlerinden barklarından olmak istemedi, savaşa maruz kaldı. Her şeye rağmen ayakta duracak güçlerinin olmaması ve çetelerin ellerine düşmeleri ise apayrı bir yarayı önümüze getiriyor. Ortak kelimelerimiz çok fazla Başaklar Derneği üyeleriyle. Derneğin kıdemli üyesi, Yazar Şükran Hekimoğlu Taşdelen, Bir Yürüyüşün Öyküsü: Yağmurdan İzler başlıklı kitabını imzaladı bana. Her biri bir öykü olabilecekken hatırat türüne bağışlanmış sıcacık, akıcı metinlerden oluşuyor kitap. Taşdelen tarih öğretmeni olarak çalışırken bir yandan da Sembol, Bizim İpekyolu gibi yerel yayınlarda köşe yazıları yazmış. Yakın tarihlerde bir öykü kitabı yayımlatması sürpriz olmaz.

Bana anlatıldığına göre gölün asıl ismi 1980’den sonra dışlanıp gözden düşürülürken yerini “Balıklıgöl” almış ama yerli halk hâlâ asıl adını kullanıyor.
Bana anlatıldığına göre gölün asıl ismi 1980’den sonra dışlanıp gözden düşürülürken yerini “Balıklıgöl” almış ama yerli halk hâlâ asıl adını kullanıyor.

Okurken haksızlık etmemek için sürdürmelisiniz kazıları. Genç Yeşilay Kulübü’nün Başkanı Emine Altun, kulübün üyeleri Salih Alıcı ve Muhammed Şeker ile gezdik Örencik köyü yakınlarındaki Göbeklitepe’yi. 12 bin yıldan bu yana değişmeyen üzerine fikir yürüterek inceledik tarihin bilinen en eski ibadet merkezinin kalıntılarını. Sağlam sütunlara işlenmiş hayvan figürleri ve şaşırtıcı soyut nakışlar sadece süsleme olmadıklarını gösteren yoğunluklarıyla, Miro’nun sözünü hatırlatıyor:

Sanatta mağara döneminden bu yana gerilemeye devam ediyoruz.

Buğdayın atasının rastlandığı arazi, Göbeklitepenin etekleri. Urfa artık bir de Göbeklitepe ile konuşuluyor. Bereketli toprakları var bu şehrin, niye kıymeti az biliniyor?

  • Kültür ekmediğinizde şiddet biçiyorsunuz. Az ilerideki badem ağacı, Çatalhöyük ören yerinde gördüğüm elma ağacı kadar yüzyılların değiştirmediği gerçekliği bildiriyor mevsimler gelip geçerken. İnsan unutsa da tabiat hatırlatıyor.

Geçmiş kavimler bazen yanıldı bazen emekleri ve çabalarıyla geleceğe işaretler bıraktı. Felaketlerin kalıntılarıyla uyarılar gönderdi. Parçalara ayırıp yağmaladık bu işaret ve gönderileri, müzecilerin talanını umursamadık, yerine bir şey koyamadığımız halde dudak büktük arkeolojiye. Hırsızlık yapanlar vardı aralarında ama en büyük hırsızlığı da içimizden birileri yaptı, üstelik bu nedenle taltif bile edildiler.

Akşam saatlerinde Türkiye Yazarlar Birliği’nin Rızvaniye Külliyesi’ndeki merkezine giderken yine karşımıza çıktı Güzel Gözlü Çocuk. Saat akşamın onu, Balıklıgöl ışıl ışıl, etrafta birçok insan ve daha çok da çocuk var. O bizi yine bir türküsüyle ağırlamak istiyor ama vakit yok, zaten programa geciktik şehrin eski merkezini gezerken. Akşamın kör vaktinde onu gölün kıyısında bırakıp ayrıldık, daha sonra da görmedim. Akranlarının okulda bulunduğu saatlerde gölün etrafında gezinen ziyaretçilere üç beş kuruşa türkü söylüyordu. Yoksul aile çocukları, biraz para kazanmaya başlayınca okul sıralarında sıkılıyorlar.

Türkü sesleri

TYB şube başkanı Mahmut Kaya, Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi Meclis Başkan Vekili Ahmet Kaytan , Mehmet Kurtoğlu, Vedat Akıllı, TYB üyeleri Yazarlar Mehmet Sarmış, Eyyüp Azlal, Vehbi Uzundağ, Ali Tutluoğlu, Mehmet Nur Şanda, İbrahim Tarımak, Genç Yeşilay Başkanı Emine Altun... Kelimelerin aynı anlama gelmesi ne güzel... Ankara yolculuklarımdan aşina olduğum Mehmet Kurtoğlu’yla daha önce Gümrük Han’ın avlusunda karşılaşmıştık, Yeşilçam’ın İmgeleri isimli kitabını hediye etmişti. Bu kitapta yer alan ilginç yazılardan biri, Yeşilçam’a büyük emek vermiş bir oyuncu olan Hüseyin Peyda’yı konu alıyor: “Urfalı Valentino Hüseyin Peyda.” Kurtoğlu bir başka yazısında İbrahim Tatlıses’ten “Türkünün İmparatoru” diye söz ediyor. Türkü sesleri Halilurrahman Gölü’nün anlatılarıyla birlikte Urfa’yı cazibe merkezi kılan ikinci zenginliği.

Ortak metinler gibi yazılmamış metinler de sohbeti uzatıyor. Geceyarısına doğru ayrıldık Rızvaniye Külliyesi’nden. Çocuklar tek tük de olsa hâlâ Balıklıgöl’ün etrafında dolaşıyorlardı. Güzel Gözlü Çocuk için bakındım, göremedim. Sabahleyin erken saatlerde de İstanbul’a döndüm.

Afişlerin, reytinglerin, gücü işaret eden jestlerin ötesinde görünen güzelliği sürdürmenin sebeplerine nasıl ulaşacak türkücü çocuklar, ailelerinin de bu yolculuğu destekleyecek dayanakları yoksa...
Afişlerin, reytinglerin, gücü işaret eden jestlerin ötesinde görünen güzelliği sürdürmenin sebeplerine nasıl ulaşacak türkücü çocuklar, ailelerinin de bu yolculuğu destekleyecek dayanakları yoksa...

Salgın haberleri ciddiye alınmaya yeni başlamıştı. O ne yapıyor acaba ve diğer çocuklar... Mahmut Kaya bir video çekmiş Mayıs ortalarında gölün çevresinden, gönderdi. Tek tük insan var gölün etrafında ve aralarında çocuk yoktu.

“Türkü’nün İmparatoru” Tatlıses’le bana göre daha sanatkârane bir hayat sürdürmüş olan Kazancı Bedih arasındaki varlık uçurumu bu çocuklar için kafakarıştırıcı olmalı.

  • Bir insanın tabii çevresi içinde kendi kendini yeniden doğurmasının sanatkârane örneği, kültür endüstrisi açısından başarılı bir profil sayılmıyor. Kazancı Bedih ve eşi 2004’te Halilurrahman Gölü yakınlarında bir evde sobadan sızan karbonmonoksit gazıyla zehirlenerek vefat ettiler.

Afişlerin, reytinglerin, gücü işaret eden jestlerin ötesinde görünen güzelliği sürdürmenin sebeplerine nasıl ulaşacak türkücü çocuklar, ailelerinin de bu yolculuğu destekleyecek dayanakları yoksa... Temel eğitimde ve medyada böyle bir soruya cevap sunacak içerikler yetersiz kalıyor. Şehrin kadim kimliğini ansiklopedik bir bilgi olmaktan kurtaran Harran Üniversitesi, türkücü çocuklar için hayalde kalmayan başarıların mekanı olabilse...