İhmal edilmiş bir sömürgecilik/dekolonyalizm düşünürü : Walter Mignolo

İhmal  edilmiş  bir  sömürgecilik/dekolonyalizm  düşünürü :   Walter  Mignolo
İhmal edilmiş bir sömürgecilik/dekolonyalizm düşünürü : Walter Mignolo

Sınır düşüncesi, kaderlerini kendi ellerinde tutan ve bir kurtarıcı beklemeyen insanların deneyimlerinden ortaya çıkan bir epistemoloji, etik ve siyasettir.

Semiyotik ve edebî teori üzerine pek çok yayın yapan Mignolo aynı zamanda modernite ve sömürgecilik dünyasının farklı yönleri üzerine çalışan bir akademisyen. Yine, küresel sömürgecilik, bilginin jeopolitiği, karşı modernite, sınır düşüncesi ve küresel güç dengelerinin moderniteyle birlikte ve hatta sömürgeciliğe içkin bir şekilde tartışılmasını sağlayan -kendisinin kavramsallaştırdığı- “pluriversality” çalışma alanları arasındadır.

Bir sömürgecilik ve dekolonyalizm düşünürü olan Walter Mignolo hakkında ne yazık ki -eserlerinden ve teorilerinden bazıları üzerine yazılmış birkaç makale dışında- ne İngilizce ne Türkçe bir çalışma yapılmıştır.
Bir sömürgecilik ve dekolonyalizm düşünürü olan Walter Mignolo hakkında ne yazık ki -eserlerinden ve teorilerinden bazıları üzerine yazılmış birkaç makale dışında- ne İngilizce ne Türkçe bir çalışma yapılmıştır.

1 Mayıs 1941 yılında dünyaya gelen Walter Mignolo, lisans eğitimini 1969 yılında Arjantin’de bulunan Universidad Nacional de Córdoba’da felsefe bölümünde tamamlamış, doktora eğitimini ise 1974 yılında Paris’te bulunan École des Hautes Études’de bitirmiştir. Ardından Toulouse, Indiana ve Michigan üniversitelerinde ders vermiştir. 1993 yılından bu yana William H. Wannamaker profesörü olarak Amerika’da Duke Üniversitesi’nde Edebiyat ve Romantizm Çalışmaları ve aynı zamanda Kültürel Antropoloji Bölümlerinde çalışmaktadır. The Darker Side of the Renaissance: Colonization and the Discontinuity of the Classical Tradition, Writing Without Words: Alternative Literacies in Mesoamerica and the Andes, Local Histories/Global Designs: Coloniality, Subaltern Knowledges and Border Thinking, The Idea of Latin America bilinen bazı çalışmalarıdır.

Bir sömürgecilik ve dekolonyalizm düşünürü olan Walter Mignolo hakkında ne yazık ki -eserlerinden ve teorilerinden bazıları üzerine yazılmış birkaç makale dışında- ne İngilizce ne Türkçe bir çalışma yapılmıştır. İşte bu sebeple bu yazı, sömürgecilik, dekolonyalizm, modernleşme, uluslararası ilişkiler, sınır düşüncesi gibi pek çok farklı alanda önemli teorilere sahip olan Mignolo’nun düşünce dünyasına yalnızca kısa bir “giriş” mahiyetinde olacaktır.

Düşünce dünyasının şekillenmesi

Walter Mignolo, “düşünce dünyasının” şekillenmesinin dört aşamada gerçekleştiğini anlatır.

  • Birinci aşamada Córdoba Üniversitesi’nden Paris’e gittiğinde semiyotikler ve söylemler analizi ve edebî teori entelektüel arayışlarına yön verir.
  • İkinci aşama Hispano ve Chicano (Amerika’da yaşayan Meksika asıllı insanlar) kelimelerinin ne anlama geldiğini keşfettiğinde Amerika’da başlar. Bu onu 16. yüzyıla, Amerika’nın Avrupalılarca keşfine ve sömürgecilik faaliyetlerine kadar götürür. Rönesans’ın Karanlık Yüzü: Okuryazarlık, Bölgecilik ve Kolonizasyon (The Darker Side of the Renaissance. Literacy, Territoriality and Colonization) adlı kitabı bu aşamada çıkar.
  • Üçüncü aşama, sömürgecilik kavramıyla karşılaşması ve sömürgeciliğin modernitenin türevi değil kurucusu olduğunu fark etmesiyle başlar ki, bu onun Yerel Tarih/ Küresel Tasarımlar’daki (Local Histories/Global Designs) temel tezlerinden birini teşkil eder. 2005 yılında bu kitabını biraz daha genişleterek jeo-tarihsel bir araştırma olan Latin Amerika kitabını yayımlar.
  • Dördüncü aşama ise bu iki kitabın yayımlanmasından sonra başlar. Zira Mignolo modernitenin/sömürgeciliğin şimdiki hâli üzerinde düşünmeye daha fazla zaman ayırır. Bu onun akademik araştırmalarının ve kamusal alandaki faaliyetlerinin gerçekleşmeye başladığı “an” olur. Artık “disiplin”in “sınır”ları onun için anlamsız hâle gelmiştir ki zaten disiplin “sizi disipline eden şey” anlamını ihtiva eder. “Epistemik İtaatsizlik, Bağımsız Düşünce ve Dekolonyal Özgürlük” (“Epistemic Disobedience, Independent Thought and Decolonial Freedom”) başlıklı makalesi, bu dördüncü aşamanın formülasyonunu sunar.

Bu makalede Arjantin’de yapılmasını istediği birkaç faaliyete temas etmektedir: dekolonyal düşünceyi teşvik etmek; gazetecilerle birlikte, Kolombiya, Amerika ve Avrupa’da (özellikle Berlin ve Kopenhag’da) sanatçı ve küratörlerle çalışmak ve akademik olmayan bir yayını yönlendirmek.

Kolonyalizm ve dekolonyalizm anlayışı

“Sömürgecilik, kurallarını hükmedilen ülkenin bugününe ve geleceğine dayatmaktan ibaret değildir. Sömürgecilik, yalnızca bir halkı pençelerine almak ve yerli halkın beynini tüm biçim ve içerikten boşaltmakla yetinmez. Bir tür sapık mantıkla, ezilen halkların geçmişine yönelir ve onu çarpıtır, bozar ve yok eder” der kolonileştirmenin ve kolonisizleştirmenin psikopatolojisi üzerine 20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden Frantz Fanon. Mignolo da sömürgecilik teorisini inşa ederken sık sık Fanon’a referans verir. Walter Mignolo kendisini dekolonyalizm (sömürgesizleştirme) alanında bir düşünür olarak niteler.

Kendi alanının son yirmi yılda modernite/sömürgeciliğin tahlil edilmesi ve düşüncenin, eylemin ve yaşamanın dekolonyal alanlarını keşfetmek olduğunu söyler. Ona göre, insanlar, modernitenin ve sömürgeciliğin vaatlerini daha da ileriye götürmek için sahneye koydukları kurguları anladıkları zaman, bu balondan nasıl kopacakları sorusu dekolonyalizmin esas itici etkeni hâline gelmektedir.

Mignolo pek çok sömürgecilik düşünürü gibi sömürgeciliğin yalnız siyasi ve ekonomik zararları olmadığını sömürgecinin sömürülenin zihnini, dilini, edebiyatını, tarihini, kültürünü de “sömürdüğünü” söyler. Ancak bunu kavramak için önce Batı’nın epistemik tahakkümünü incelemek gerektiğini düşünür. Bu tahakkümün başlangıç noktası 16. yüzyıldır.

Sömürgecilik, kurallarını hükmedilen ülkenin bugününe ve geleceğine dayatmaktan ibaret değildir. Sömürgecilik, yalnızca bir halkı pençelerine almak ve yerli halkın beynini tüm biçim ve içerikten boşaltmakla yetinmez. Bir tür sapık mantıkla, ezilen halkların geçmişine yönelir ve onu çarpıtır, bozar ve yok eder.
Sömürgecilik, kurallarını hükmedilen ülkenin bugününe ve geleceğine dayatmaktan ibaret değildir. Sömürgecilik, yalnızca bir halkı pençelerine almak ve yerli halkın beynini tüm biçim ve içerikten boşaltmakla yetinmez. Bir tür sapık mantıkla, ezilen halkların geçmişine yönelir ve onu çarpıtır, bozar ve yok eder.

Rönesans döneminde Avrupalılar, bilgi üretmek için geçerli olan tek kaynağın bilimsel düşünce olduğu ve bu konuda dünyadaki diğer tüm kültürlerden üstün oldukları inancıyla tüm dünya üzerinde epistemolojik hegemonya kurmuşlardır. Onlara göre geçerli olan tek bilgi Avrupalının ürettiği bilgidir.

Mignolo Batı’nın bilgiye, diğer üçüncü dünya ülkelerininse kültüre sahip olduğunu ve bu kültürü Batı’nın bilgi üretmesi için bir laboratuvar gibi sergilemesi gerektiğini söyler. Mignolo’ya göre bu tahakküm bugün de devam etmektedir. Zira bilimsel bir yayını İngilizce olarak yayımlamamız şarttır. Yine eğer üçüncü dünya ülkelerinden geliyorsak hep kendi ülkemiz hakkında konuşmamız gerekir.

Sömürgecilik sonrası dönemi eleştiren Mignolo’nun temel argümanı modernitenin sömürgecilikten doğmasıdır. Ona göre, modernizmi barındırmayan bir kolonizasyon süreci yoktur. Yani sömürgeci sömürgeleştirdiği yeri “mo- dernleştirmek” ister. Yani “beyaz adamın yükü”, sömürgecinin temel motivasyonudur. Mignolo, “Şayet modernlik Avrupalı bir olgu ise, o zaman Avrupa dışı dünyadaki insanların ‘özgürleşmesini’ sadece Avrupa veya ABD planlamalı, dikte etmeli ve uygulamalıdır” der ve George W. Bush’un Irak’ı işgal etmeden önceki “Ortadoğu’da demokrasinin yayılması” mottosunu bu düşüncenin somut örneği olarak verir.

Ulus devlet kavramı

Mignolo’ya göre “ulus devlet” Batı’nın genişlemesinin güçlü bir aracıydı. Modern ulus-devlet, İngiltere’deki Muhteşem Devrim ve Fransız Devrimi’nden sonra, Avrupa’daki Kilise ve monarşileri ele geçiren burjuva sınıfının yarattığı yönetim şekliydi. Mignolo, ulus devlet kavramını ele alırken bunun iki farklı biçimde güç kazandığını düşünür.

Bunların ilki, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı Devleti gibi yıkılmakta olan devletlerin kalıntıları üzerinden ortaya çıktı. Diğer biçimi ise, Asya ve Afrika’da dekolonizasyonun ardından kurulan ulus-devletler vesilesiyle şekillendi. Yani, jeopolitik dekolonizasyon sömürgeciyi evine gönderdi, fakat aynı zamanda “beyaz adam”ın yönetim yapısını da kabul etti ve kendi sistemine adapte etti. Bütün dünyada ulus-devletler kurulmaya başladı ve bu sayede hem ulusal anayasalar hem de devlete tabi olan milletleri bir araya getirecek duyguları şekillendiren bir yapı ortaya çıkmış oldu.

Sınır düşüncesi

“Sınır düşüncesi” sömürge teorisinden gelir. Kavram ilk olarak Gloria Anzaldua tarafından Borderlands/La Fontera: The New Mestiza adlı kitabında kullanılmış ve daha sonra Walter Mignolo başta olmak üzere sömürgecilik düşünürleri tarafından geliştirilmiştir.

Mignolo’ya göre “sınır düşüncesi” sınırları aşmak değil sınırların içinde mukim olmak demektir. Yani “sınır” düşüncesi kişisel olmayan bir algoritma değil, sınırlar arasında yaşama deneyiminin kavramsallaştırılmasıdır. Frantz Fanon’un Black Skin White Mask adlı kitabında bir bölüm İngilizceye “siyahi olmanın gerçeği” olarak çevrilmiştir. Fakat bu bölümün Fransızca olan orijinalinin başlığı “L’expérience vécu des noirs” yani “siyahilerin yaşadıkları deneyim”dir.

 Gloria Anzaldua’nın Borderlands/La Frontera adlı kitabı Mignolo’nun farkında olmaksızın sınırlar içinde yaşadığını fark etmesini sağlar. Zira Anzaldua da “sınırlar” üzerine çalışmaz, onu deneyimler.
Gloria Anzaldua’nın Borderlands/La Frontera adlı kitabı Mignolo’nun farkında olmaksızın sınırlar içinde yaşadığını fark etmesini sağlar. Zira Anzaldua da “sınırlar” üzerine çalışmaz, onu deneyimler.

Fanon bunu kendi siyahi olma deneyiminden yola çıkarak teorileştirmiştir. Benzer şekilde Mignolo da sınır düşüncesini kendi sınırda yaşama deneyiminden hareketle teorileştirir; Arjantinli bir göçmenin oğlu, Fransa’da yabancı ve Amerika’daki hispano/latino olarak… Gloria Anzaldua’nın Borderlands/La Frontera adlı kitabı Mignolo’nun farkında olmaksızın sınırlar içinde yaşadığını fark etmesini sağlar. Zira Anzaldua da “sınırlar” üzerine çalışmaz, onu deneyimler.

Sınırda yaşamak belirli bir bilinç türünü getirir. Anzaldua da bunu açıkça ortaya koymaktadır. Frantz Fanon önemli bir kavram olan “sociogenesis”i, kendisinin siyahi (negro) olarak “görülme bilinci” için kullanır. Buradaki sınır, Fanon’un öz-bilinçliliği ile teninin siyah olduğunu elbette bilmesine rağmen, kendisinin bir siyahi olarak görüldüğünün farkında olmadığını anladığı an arasındadır. Kendisinin bir siyahi olarak “görüldüğünü” fark ettiği anda, kendisinin bir siyahi olduğunu anlar.

Herkes sınırda yaşamaz ve bu zaten gerekli değildir. Herkesin yaşadığı bir bölge olmak zorunda değildir, en azından sınırda yaşayanlar için bunu söyleyebiliriz. Fakat sınırlar (ona uygarlığın ilerlemesi sırasında “hudut” adı verildi) uç bölgelerde yaşayan ve onu yabancı güçlerden koruyan aktörler tarafından belirlendi.

Buradaki sorun, bu kavramsallaştırmanın, aslında ilerlemeye mani olacak bir durma eylemi yerine, her an genişleme olasılığını yedeğinde tutan bir çerçeve ortaya koymasıdır. Yani hududun diğer tarafında her zaman fethedilecek ya da medeni hâle getirilecek bir “boşluk” yani bir alan vardır. Bölgesel epistemoloji (modern ve postmodern) sömürgeci olamaz; bu bir emperyal epistemolojidir.

Modern epistemoloji tam olarak, sömürgeciliği anlamlandırmak, meşrulaştırmak ve yasallaştırmak için inşa edilmiştir. Postmodern epistemoloji, modern epistemolojinin aile içi bir eleştirisidir ve bu eleştiriler genel çerçeveyi değiştirecek bir şey söyleyemez. Bütün “sınır düşünceler” sömürgecilik düşüncesine içkin olmasa da sömürgecilik düşüncesi her zaman sınır düşüncesini beraberinde getirir.

Sonuç olarak, daha önce de belirttiğim gibi bu yazı çağımızın en önemli kolonyalizm/dekolonyalizm düşünürlerinden olduğu hâlde üzerine birkaç makale dışında çalışılmamış, bir nevi “ihmal edilmiş” Walter Mignolo’nun düşünce dünyasına yalnızca kısa bir giriş mahiyetindedir. Mignolo’nun öne sürdüğü sömürgecilik anlayışının, “sınır düşüncesi” teorisinin ve epistemolojiye yaklaşımının daha derinlemesine anlaşılabilmesi için kitaplarının Türkçeye çevrilmesinin oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.