İllet, zillet, gurbet ve mağduriyetle geçen bir ömür: Mehmet Emin Feyzi bey

Humbaracı ve Lağımcı Ocağı ile yanında yer alan Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn.
Humbaracı ve Lağımcı Ocağı ile yanında yer alan Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn.

Emin Feyzi Bey, ilmi ve fenni ile maruf zevattan daha mütebahhir olmasına rağmen bir köşede unutulmuştur. Yaşadığı hastalık halinden dolayı gözden ve gönülden ırak olan şairin fikirlerinden istifade edilmediğinden hayatının son günlerinde feci akıbet bekler bir halde günlerini geçirmiştir. İbnülemin’in ifadesiyle Darülâceze köşelerinde vefat eden “Dünyada saadet yüzü görmeyen bu bedbaht âdemi, Cenab-ı Hâk, ukbada mazhar-ı saadet buyursun.”

Çileli ömrüne farklı sahalardaki kitapları ve istidadı istikametinde ortaya koyduğu eserlerini sığdıran; asker, öğretmen, şair, yazar ve ressam Mehmet Emin Feyzi Bey 1862’de Irak’ın Süleymaniye şehrinde Derviş Abdülkadir Ağa’nın oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Hakkında en geniş bilgiye yer verilen İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın Son Asır Türk Şairleri’nin birinci cildine göre ilkokul ve ortaokulu Süleymaniye’de bitirdikten sonra Bağdat Askerî Lisesi’ni muvaffakiyetle tamamlamıştır. İstanbul’da Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn’a kaydolan şair, bu okuldan temmuz 1882’de “mülâzım-ı evvel” rütbesiyle mezun olup askeriyeye topçu subayı olarak intisap etmiştir. Mezun olduğu yılda geçirdiği hastalıktan dolayı hava değişimi için gittiği memleketinde kalmış ve Bağdat Askerî Rüşdiyesi’nde edebiyat, matematik ve coğrafya öğretmeni olarak vazifelendirilmiştir. 1885’te yüzbaşı olan Emin Feyzi Bey İstanbul Kuleli Askerî Lisesi’nde kitabet öğretmeni olarak görev almıştır. Kendisini seven, koruyan, kollayan Altıncı Ordu Kumandanı Recep Paşa’nın aracılığıyla 1892’de kolağası rütbesiyle Bağdat Askerî Rüşdiyesi’nin müdürü olmuştur. Ertesi yıl binbaşı rütbesiyle Bağdat Topçu Alayı komutanlığı da uhdesine verilmiştir. 11 Kasım 1904’te Bağdat’tan hareket ve Hindistan yoluyla Hicaz’a varıp Hac vazifesini ifa etmiştir. Ağustos 1907’de kaymakam olan, Nisan 1911’de albay rütbesine yükseltilen Emin Feyzi Bey, Musul Sahra Topçu Alay Komutanlığına tayin edilmiştir. Bu görevde iken edebiyat ve matematikle fazla ilgilenip mesleğini ihmal ettiği iddiasıyla emekliye sevk edilmiştir. Feyzi Bey, Eser-i Hayat-ı Feyzi’de bu isnadın iftira olduğundan bahs ile şöyle demiştir: “Şu kadar var ki zaman-ı istibdadda Bağdad gibi bir yerde emsalimin zevk ü sefa ile geçirdikleri hal-i vakitleri ben kitab mütalâasına hasretmiştim. Müzevvir ve münafık kimselerin gizli işaretle aleyhimde medar-ı istinad ittihaz ettikleri teliflerim o mütalâaların mahsulüdür.” Bu durum onun kültür, sanat insanı kimliğini ortaya koymuştur. Alkol kullanma alışkanlığı olmayan, askerliği şanlı, şerefli bir meslek olarak gören Emin Feyzi ahlakı her zaman öncelemiş bunu da şiirinde nakletmiştir:

  • Tâ küçükten fart-ı gayretle yetişmiş askeriz
  • Râh-ı ikdâm u mesâ’iye alışmış askeriz
  • Doğrulukla kesb-i feyz ü re’fet etmiş askeriz

Mesleğini ihmal iddialarından dolayı tekaüde sevk edilen Emin Feyzi’ye dönemin Bağdat Valisi Süleyman Nazif sahip çıkıp dört aylığına Musul’da belediye mühendisliğine atamıştır. 24 Mayıs 1913’te erkenden emekliye sevk edilmesini içine sindiremeyen şair, İstanbul’a giderek hakkını aramıştır. Ancak başkentte kendisi gibi erken emekliliğe sevk edilmiş dönem arkadaşlarını görünce emekliliğe razı olup görevine iadede ısrar etmemiştir. Tedavi ve seyahat amacıyla önce Viyana’ya ardından Paris’e giden şair Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine 26 Ağustos 1914’te İstanbul’a dönmüştür. Burada maddî sıkıntılar yaşayınca Musul’da Fransız papazlarına ait ekseri Fransızca yirmi bini aşkın kitabı barındıran kütüphanede tasnif memuru olarak görev ve almış iki arkadaşıyla dört ay çalışarak kütüphane defterini tanzim etmiştir. 1917 yılının mart ayında Bağdat’ın düşmesiyle bazı memurlarla birlikte Halep’e gitmiş, 3-4 ay sonra orası da aynı akıbete uğradığından meşakkatli bir yolculuktan sonra Konya’ya gelmiştir. Kısa bir süre Konya’da ikamet eden şair baharda İstanbul’a gitmiştir.

İlerleyen yaşı ve maddî sıkıntılarından dolayı hayatı zorlukla geçen Emin Feyzi Bey Mahmutpaşa’da Baltacı Hanı’nda bir süre de Üsküdar’da bir handa sığıntı gibi yaşamıştır.

Bu günlerde farklı hastanelerde tedavi gören şairin sıkıntılar içinde geçen ömrü 6 Mayıs 1929’da sona erince İstanbul Okmeydanı’nın alt kısımlarındaki tekke civarına, son günlerini geçirdiği Darülaceze’ye yakın bir yere defnedilmiştir.

Sanatçı şahsiyeti

Aldığı eğitim ve seçtiği mesleğin gereği olarak çocuk denecek yaşta ailesinden ayrılıp Osmanlı coğrafyasının farklı köşelerine giden Emin Feyzi, bilim, kültür, sanat ve edebiyatla bağını aslî vazifesi olan askerliğin yoğunluğuna rağmen devam ettirmiş hatta bundan dolayı mağdur da olmuştur. Velut bir kalem, iyi bir sanatkâr olan ve birikiminden dolayı Paris Uluslararası Tarih Bilimi Topluluğu üyesi olan Emin Feyzi Bey, Hüsrev Hatemi’nin Türk Edebiyatı dergisinin aralık 1988 tarihli 182. sayısında yayınlanan “Topçu Miralayı Emin Feyzi Bey” yazısına göre Türk resim tarihindeki “asker ressamlar” arasında önemle anılması gereken bir sanatçı olarak zikredilmiştir. İbnülemin Mahmut Kemal İnal, mütevazı bir kişiliğe sahip olan Emin Feyzi’nin müktesebatını şöyle ifade etmiştir: “Gayet müeddeb, mütedeyyin, mütevazı, mütefennin, edib bir zat idi. Müteaddid meseleden bahsettik, hepsinde liyâkatini gösterdi.”

Hayatı boyunca eser telif etme gayreti içinde olan, “Temin-i maişete çalışarak bütün maaşatını İranî ve Ermeni matbaacılara ve kitapçılara vererek birkaç eserini tab ettirdi. Hepsinden mutazarrır.” olan Emin Feyzi’nin yazıları hayattan ders çıkaran, ders veren “öğretmen” kimliğini yansıtmaktadır. Yasemin Alper’in Turkish Studies dergisinin 2021 yılında yayınlanan 3. sayısındaki yazısına göre mensur eserlerinden İlm ü İrâde’de inanç ve felsefe konularını bağdaştırarak okuyucularını aydınlatma gayreti içinde olmuştur. Hevâ-yı Nesîmî’de insan ve tabiat ilişkisini akıl ve hikmet boyutlarıyla açıklamıştır. Tefrika-yı Riyâziye ise eğitimle ilgili ve askerî öğrencilere yol gösterici işlevde teknik notlar içeren bir eserdir. Encümen-i Edibân adlı eserinde ise yazar, sanat ve estetik zevklere hitap ederek yetiştiği yörelere ait sanatçıları tanıtıp, bu sanatçıların eserlerinden seçkiler sunmuştur.

Çileli bir ömür

İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri.
İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri.

Güzel konuşmaya, insanlarla iyi ilişkiler kurmaya önem veren Emin Feyzi Bey, Eser-i Hayât-ı Feyzi’de hayatını “illet, zillet, gurbet ve mağduriyetle geçen bir ömür” olarak tanımlamıştır. Eserlerinde toplumda gördüğü ve uğradığı haksızlıklara değinen şair ömrünün son zamanlarında muhtaç-ı himmet iken bile kültür, sanat ve edebiyattan kopmamıştır. Bağdat’tan Halep’e, Halep’ten Konya’ya oradan da İstanbul’a gelip han odalarında tabiri-i amiyane ile sürünen Emin Feyzi Bey’in durumu İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın Son Asır Türk Şairleri’nin birinci cildinde şöyle nakledilmiştir: “Muarızlarımı kimsesizliğimi ve bekâr olarak kışla ve han köşelerinde kalmaklığımı iztırarî olarak birçok zarar ve ziyane değil, bilâkis külli servet ve sâmâna delil ittihaz ederlerdi. Müddet-i ömrümde irtikâb etmedim. Her sene aldığım maaşların adedi, dördü yahud beşi geçmezdi. Bu ahval dairesinde cem’-i mal, benim için gayr-ı kabil olduğuna kimseyi inandıramadım. Gala-yı es’ar, günden güne tereffu etdiğinden muhafaza-i hayat müşkil bir devreye girdi. Ekseren kendi elimle çorba pişirmeğe ve onunla sedd-i remak etmeğe mecbur oldum. Hayatımı anbean kemirmekde olan hastalığımın önünü almak için doktor ücretini ve edviyye masrafını tedarikde hayretlere duçar olduğum günler oldu. Eğer gayet basit bir tarz-ı idare ihtiyar etmeseydim ne seyr ve sıyahate, ne de kitab telif ve neşrine muvaffak olurdum.”

Kuleli askeri lisesi talebeleri.
Kuleli askeri lisesi talebeleri.

Henüz üç dört yaşında iken iki ayağı yanmış, daha sonra sol ayağı diz hizasına kadar incinmiş, askerlik yıllarında yanından süratle geçen bir tayın sağ ayağına basıp parmakları ezilmiştir. Bütün bunları sindirip tedavi olmaya çalışırken birkaç defa tifo, lekeli humma kabilinden helak edici illetlere de giriftar olmuştur. Anası, babası, kardeşinin vefat ettiği sırada elinde, avucunda neyi varsa çalınan şaire bir sille de evini terk eden eşinden gelmiştir. Eşinin evi terk etmesi, maddi ve manevi müzayakadan dolayı evlenmeye cesaret edemeyen Emin Feyzi Bey Eser-i Hayat-ı Feyzi’nin sonunda farklı elemler, dertler, tasalar içinde nerdeyse gün yüzü görmeden geçen 69 senelik hayatını şöyle ifade etmiştir: “Hâsıl-ı ömrüm, hep keder ve elem ile geçdi. Sergüzeşt-i ahvalim şu suretle hülâsa edilir: İllet ve zillet, gurbet ve kürbet, fakr ve zaruret, makhuriyet ve mağduriyet, cilve-i kader, bu ahvalin cümlesini bana gösterdi. Zan olunur ki mesaib göstermek içün beni dünyaya getirmişdir.”

Hastalığı ve hastane günleri

Anne, baba ve kardeşinin vefatında yıkılan, kısa süren evliliğinin onda meydana getirdiği tahribatla çöken, hayatını güçlükle, yalnız idame etmek zorunda kalan şair ömrünü Darülaceze’de tamamlamıştır. Yaşadığı sıkıntılardan dolayı akıl sağlığını yitiren şair, ne “romantik” ne de “akıllı” deli olabilecek niteliklere sahiptir. Uzun süre gözden ırak bir hâlde han köşelerinde yaşayan Emin Feyzi Beyi göremeyen İbnülemin onu Üsküdar’da oturduğu handa aratsa da bulamamıştır. Emin Bey’in Haydarpaşa Hastanesi’nde yattığını haber alan Süleyman Nazif Bey bu durumu hemen İbnülemin’e aktarmıştır. Zavallı Emin Feyzi’yi hastanelerde takip eden İbnülemin’e göre o; ruhî ve bedenî rahatsızlıklarından dolayı hastaneden hastaneye nakledilmiştir. Doktorların ziyaretçi yasağı koyduğu Emin Feyzi’den telefonla haber alan İbnülemin bu günleri şöyle ifade etmiştir: “Bazan aklen, hazan bedenen rahatsız olduğunu haber verirlerdi. Bakırköyü’ndeki Emraz-ı Akliye Hastahanesinde bulunduğu esnada da hatırını sorduğumda kimin sorduğunu merak etmiş. Tabib ismimi söylemiş, zavallı âdem pek memnun olmuş.”

Darülâceze.
Darülâceze.

Mine Nihan Doğan’ın “Türk Şiirinde Psikolojik Travmanın İzleri” (1860-2020) başlıklı 2020 yılında yapılan doktora tezinde Mehmet Feyzi Beyin hastalığı şiirlerinden hareketle anlatılmıştır. Psikolojik travmaları bazı şiirlerinde görülen Mehmet Emin Feyzi Bey’in dindar ve inançlı olduğu hemen göze çarpmaktadır. Dinî hisleri güçlü olan şair, sıkıntılarına bir çare, bir dayanak olması için çıkış yolu olan yaratıcıya sığınmıştır. Dini algılama biçimi sayesinde travmatik buhranlarını örtmeyi çalışan şairin şiirinde kullandığı kelimelerden anlaşıldığına göre hastalığını kendi kendine tedavi etmeye gayret etmiştir. Akıl hastalığı ile mücadele eden bir insan için din, hayata tutunmaya vesile olan gerekli ve yeterli bir kaynaktır. Mehmet Emin Feyzi Bey, travmatik ruh halini, fikir ve hal dünyasını, perişanlığını, yaratana sığınışını şu şekilde anlatmıştır:

  • Fikrim perişân, hâlim perişân
  • Ey Rabbi-zişân sen merhamet kıl (… )
  • Zârım, esîrim, hârım, hakirim
  • Hâl-i zebunum halka nihandır
  • Derd-i derûnum sence ‘ayândır
  • Lütf u keremle ol destgîrim…

Şairin derin ruhsal bunalımlara maruz kaldığı, akıl hastalığı olarak değerlendirilecek perişan ruh hâllerini ortaya koyan şiirlerinin yanında tanıdıklarının aktarımı da durumu teyit etmiştir. Travmatik durumundan kaçışı Allah’a yönelmekte bulan ve dini göstergeleri şiirlerine konu ederek sıkıntılarıyla mücadele etmeye çalışan şaire bu günlerde felç isabet edince Haydarpaşa Hastanesine yatırılmıştır. Bilâhare Bursa, Gümüşsuyu Guraba-yı Müslümin hastanelerinde daha sonra Bakırköy İlel-i Akliye Hastanesi’nde yapılan tedaviler kısmen sonuç vermiştir. Bugünlerde elden, ayaktan düşen şair, bakıma muhtaç kişileri barındıran Darülâceze’ye naklolunmuştur. Maddî ve manevî sıkıntılarla geçen ömürde bedeni hayata tutunamadığından 6 Mayıs 1929’da vefat etmiştir.

Yaşadığı hastalık halinden dolayı gözden ve gönülden ırak olan şairin fikirlerinden istifade edilmediğinden hayatının son günlerinde feci akıbet bekler bir halde günlerini geçirmiştir.
Yaşadığı hastalık halinden dolayı gözden ve gönülden ırak olan şairin fikirlerinden istifade edilmediğinden hayatının son günlerinde feci akıbet bekler bir halde günlerini geçirmiştir.

Emin Feyzi Bey, ilmi ve fenni ile maruf zevattan daha mütebahhir olmasına rağmen bir köşede unutulmuştur. Yaşadığı hastalık halinden dolayı gözden ve gönülden ırak olan şairin fikirlerinden istifade edilmediğinden hayatının son günlerinde feci akıbet bekler bir halde günlerini geçirmiştir. İbnülemin’in ifadesiyle Darülâceze köşelerinde vefat eden “Dünyada saadet yüzü görmeyen bu bedbaht âdemi, Cenab-ı Hâk, ukbada mazhar-ı saadet buyursun."