Mevsim Eylülde açılıyor: Popülerlik dalgası nitelikli edebiyatı nasıl yeniden biçimlendiriyor?

Nitelikli edebiyat ürününü popüler bir nesne hâline getirmek milenyal kuşak ve Z kuşağı iş birliğinde bir alışkanlığına dönüşecek olabilir mi? Veya tersten bakalım; nitelikli edebiyat popülerleşemez mi? Hadi bunları da tartışalım. Eğer biz cevap bulursak, önümüzdeki günlerin okuma alışkanlıklarına, kitapla olan ilişkimize dair de önemli bir şeyler söyleyebiliriz.

Kültür sanat sezonu eylül-ekim aylarında açılır ve o günlerde başlayan sergiler, okurla buluşan kitaplar genellikle uzun süreli bir pazarlama stratejisiyle sezon başlangıcına saklanmış “bomba”lardır. Doğaldır, hiçbir yayıncı çok satacak bir kitabı temmuz veya ağustos ayında harcamaz. (Bazı plaj kitaplarını hariç tutuyoruz tabii.) Tatil biter, insanlar şehre döner ve şehirde tutunmak, kışa hazırlanmak için biraz motivasyon aramaya başlar. Tam o anda karşılaşacakları kitaplar yaz aylarından bellidir. Hangi yayınlarda tanıtım yazılarının çıkacağı da, sosyal medyada nasıl paylaşımlar yapılacağı da… Sally Rooney’in İntermezzo’su işte böyle büyük bir pazarlama planlamasıyla beraber bizi 2024 Eylül’ünde karşıladı.
İrlandalı yazar Sally Rooney’nin adını Normal İnsanlar kitabıyla daha önce de duymuştuk. İlk kitabı değildi ama dünya çapında tanındığı kitabı oydu, diyebiliriz. Kitap daha sonrasında dizi de oldu. Bir biçimde “çağın sesi”, “milenyum kuşağının anlatıcısı” ve yok mu arttıran denilecek biçimde “Snapchat neslinin Salinger’ı” olarak tanımlanmaya başladı. Bu tanımlar oldukça kritik bir noktada duruyor bence, bunu not etmeliyiz: “Kendi kuşağının sesi olmak.” Rooney 1991 doğumlu, yani şu an 34 yaşında. Eserlerinde özellikle “insan ilişkileri” üzerinde duruyor. 2022’de Time tarafından dünyanın en etkili 100 insanından biri olarak gösterilmiş.
Şimdi tam buraya Ekşi Sözlük’ten bir yorumu alıntılamak isterim: “Kendisinin 91 doğumlu olduğunu öğrendiğimden beri kendimi yaşlı ve başarısız hissediyorum.”
İntermezzo ile paparazilere yakalanmak

Bir biçimde genç yaşında edebiyat dünyasının kalbine bomba gibi düşen Rooney bazılarımızı başarısız hissettirmiş olsa da edebiyat dünyasından istediği tepkileri aldı. Eserleri önemli ödüller topladı, sayısız dile çevrildi, biraz önce bahsettiğim gibi kitabı diziye uyarlandı. Onlarca söyleşi ve eleştiri de cabası.
Ama olaylar İntermezzo ile farklı bir boyuta taşındı. Türkiye’de kitap dünyayla aynı zamanda, 2024 Eylül’ünde Can Yayınları tarafından okurla buluşturuldu. Bu tarihten -öyle sanıyorum ki- 2025 Ocak’ına kadar inanılmaz bir ivme kazandı. Bu sıradan bir durum değildi. Bir edebiyat vakası olarak tanımlanabilecek kadar güçlüydü. Herkes İntermezzo’dan bahsediyordu. Bunun yanında bazı absürtlükler veya görmeye alışkın olmadığımız zıtlıklar da gözlemlemeye başladık. Kitabı almak için sırada bekleyenler, yeni bir telefon çıktığında girilen sıraları andırıyordu. Sosyal medya paylaşımlarında olmazsa olmaz bir parçaya dönüşmüştü. Z kuşağının diliyle kitap “influence” ediliyordu. (Bu kavrama dair bir açıklama yapmama gerek var mı? Emin değilim ama kısaca bir internet ünlüsü veya kişisi tarafından ürünün tanıtılıp popülerleşmesinin sağlanması.) Ünlü Hollywood oyuncuları, ellerinde İntermezzo ile paparazzilere yakalanıyordu. Ve o sırada herkes aynı anda aynı şarkıyı söylüyordu, nakaratı ise şöyleydi: “Muazzam bir yazar. Bizim kuşağı anlatıyor.”

Peki böylesi dikkat çeken kitap ne anlatıyor? Kısaca cevap vereyim: Farklı yaşlarda, farklı hayatlara savrulmuş iki kardeşin eş zamanlı olarak hayatlarında yaşadıkları küçük-büyük kırılmalara odaklanıyor İntermezzo. Umut, saplantı, olasılıklar… İnsanların kendi kuşaklarıyla ilinti kurdukları nokta ise bence şu: İntermezzo (veya Normal İnsanlar) büyük bir anlatı peşinde değil. Küçük, daha doğrusu sıradan insanların sıradan hayatlarında, kendileri için büyük olabilecek ama dünya ölçeğinde oldukça küçük meselelerini irdeliyor. Konular, dertler, bir biçimde bu nedenle okuruyla ortaklık taşıyor. Dünyayı kurtaran insanlar veya büyülü bir gerçeklik vs. yok ortada. Milenyal kuşağın Z kuşağıyla çarpıştığı noktadaki “küçük” hikâyeler var.

Konudan konuya atladığımı sanmayın ama bir karşılaştırma öznesi olarak 90’lı yıllarda popülerleşen Türkçe rock-pop parçalarının tınısı da bu küçük hikâyelere benzetebiliriz. Buna kendi hikâyesini anlatmak da diyebiliriz… Bakınız: Pilli Bebek. Hadi bir duvara daha çarpalım ve Fredric Jameson’ın “ulusal alegori” kavramını bu bağlamda nereye oturtacağımızı düşünelim.
Yazarından bağımsız, nesneleştirilen eser
Şimdi bir kez daha elimizdeki taşları önümüze koyalım. Rooney ve eserleri hakkında “çağının sesi olmak” cümlesi ve benzerleri dışında öne çıkan bir eleştiri henüz duymadım. Yanlış anlaşılmasın, ortada onlarca yazı ve eleştiri var ama öne çıkan tema genelde bu yönde. Dolayısıyla basma kalıp bir tekrar içinde gerçekten ümit vaat eden bir yazarı, üstelik kendisi bir popüler üretim içinde de değilken “nesneleştirmeyi” başarmışız gibi görünüyor. Şimdi çıkıp, “popülerlik kaygısıyla yazılan ve yazılmayan” kitaplar üzerine de bir tartışma başlatabiliriz. Ancak buna da hiç gerek yok. Çünkü Rooney vakası çok açık ve seçik biçimde karşımızda. La mı cimi pek yok gibi… Hatta özetle şunu söyleyebiliriz: Kuşağımız, kendi davranış modelini yeniden çalıştırmış, bir edebiyat vakasını bir Instagram nesnesi hâline getirmiş.


Garip olan Rooney’nin de bunlardan hoşlanıp hoşlanmadığının tam olarak anlaşılamaması. Çok fazla söyleşi vermiyor, sosyal medya hesapları yok, pek ortada görünmüyor. Bir söyleşisindeyse şöyle diyor: “Kariyerimi önemsemiyorum. Kendimi bir sanatçı olarak gelişimimi düşünürken hayal etmiyorum.” Doğrusu bu cümleler Rooney’in İngiliz (İrlandalılar bana lütfen kızmasın) soğukluğunu veya coolluğunu da yansıtıyor ama başka bir rahatsızlığın da yansımasına benziyor. İster istemez edebiyat gazetecilerinin Rooney ile ilişkilerini de merak ediyorum. Keşke biri mailini verse de kendisiyle bu hususta dertleşsem!
Size uzun uzun İntermezzo’nun macerasından bahsettim ama konu çok üzgünüm ki sadece bundan ibaret değil. Bir süreden beri yayıncılığın kodlarının değiştiğini, pazarlama taktiklerinin farklılaştığını zaten görüyoruz. Başka bir örnek eklemek istersek, Sandor Marai, yaşarken bu kadar popüler bir dönem geçirmiş miydi, diye sorabiliriz. İşin Aslı, Judit ve Sonrası 2019’da Yapı Kredi Yayınları tarafından basıldıktan sonra 2024’de okurla buluşan Mumlar Sonuna Kadar Yanar inanılmaz bir ilgiyle karşılandı. Bildiğim kadarıyla da hâlâ tekrar baskılar yapıyor.
Aslında anlatmak istediğim şu: Rooney, Marai belki Jean Louis Fournier ve buraya ekleyeceğimiz daha birçok isim nitelikli edebiyat eserleri üreten veya üretmiş olan yaşayan veya yıllar önce hayatını kaybetmiş isimler. Ancak sosyal medya ve etrafında gelişen yeni yayıncılık politikaları onlara bir yazarın isteyebileceğinden daha farklı şeyler kazandırmaya başladı. Eserleri kendilerinden bağımsızca nesneleşti ve kendi kimliklerini kazandı. Âdeta birer “influencer” malzemesi hâline geldi. Bu onların edebiyatına nasıl yansıyacak? Kolay bir soru değil ama Sezen Aksu bu konuda bir yorum yapabilir: “Beni kategorize etme, benle oynama/ Yaftayı yapıştırıp, bana isim koyma/ Karikatürleştirme beni, ilahlaştırma/ Tabulaştırma sakın, tapulaştırma”


Deniz Gezmiş parkasının modası geçti mi?
Aspiratör ışığıyla aydınlanan mutfak masasında gece sohbeti yapıyormuşuz gibi yazdığım şu yazıyı eski bir hatırayla bitirmek isterim. Sevgili arkadaşım Zeynep Tuba Kesimli, herhâlde 15 yıl kadar evvel “Deniz Gezmiş parkası”nın yeniden moda olmasına dair bir yazı yazmış, yazısını o günlerde aktif olan bloğunda yayımlamıştı.

Zeynep, bloğun istatistiklerine her baktığında daha fazla şaşırdığını söylüyordu. Çünkü sayfasının ziyaretçi trafiğinin önemli bir kısmı Google’a “Deniz Gezmiş parkası nerede bulunur”, “Deniz Gezmiş parkası al” gibi aramalardan oluşuyordu. Yani mesele Deniz Gezmiş değil, onun hakkında bir yazıyı okumak hiç değil, parkaya ulaşmak gibi görünüyordu.
O hâlde son kez şunları soralım: Nitelikli edebiyat ürününü popüler bir nesne hâline getirmek milenyal kuşak ve Z kuşağı iş birliğinde bir alışkanlığına dönüşecek olabilir mi? Veya tersten bakalım; nitelikli edebiyat popülerleşemez mi? Hadi bunları da tartışalım. Eğer biz cevap bulursak, önümüzdeki günlerin okuma alışkanlıklarına, kitapla olan ilişkimize dair de önemli bir şeyler söyleyebiliriz.
Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.