İsveçliler insan mıdır?

İsveçliler insan mıdır?
İsveçliler insan mıdır?

İsveç nüfusun yarısının yalnız yaşadığı ve her dört kişiden birinin yalnız vefat ettiği bir ülke. İsveç’te tek başına vefat eden, tüm ödemeleri otomatik yapıldığı ve hiçbir akrabası olmadığı için de ölümü yıllarca anlaşılmayan, yani yokluğu kimse tarafından fark edilmeyen insanları araştırmakla görevli devlet yetkilileri mevcut

İsveç nüfusun yarısının yalnız yaşadığı ve her dört kişiden birinin yalnız vefat ettiği bir ülke. İsveç’te tek başına vefat eden, tüm ödemeleri otomatik yapıldığı ve hiçbir akrabası olmadığı için de ölümü yıllarca anlaşılmayan, yani yokluğu kimse tarafından fark edilmeyen insanları araştırmakla görevli devlet yetkilileri mevcut.

İsveç Aşk Teorisi, orijinal adı ile “The Swedish Theory of Love”, yarı İtalyan yarı İsveçli bir yönetmen olan Erik Gandini tarafından 2015 yılında çekilen bir belgesel film.
İsveç Aşk Teorisi, orijinal adı ile “The Swedish Theory of Love”, yarı İtalyan yarı İsveçli bir yönetmen olan Erik Gandini tarafından 2015 yılında çekilen bir belgesel film.

İsveç Aşk Teorisi, orijinal adı ile “The Swedish Theory of Love”, yarı İtalyan yarı İsveçli bir yönetmen olan Erik Gandini tarafından 2015 yılında çekilen bir belgesel film.

Gandini bir röportajında yirmi yaşındayken ailenin oldukça önemli olduğu İtalya’dan ayrılıp İsveç’e geldiğinde, İsveçlilerin yalnızlığını son derece olağan dışı bulduğunu söylüyor. Ona göre “Vatandaşlar birbirinden bağımsız ve özgür olmalı” fikri “İsveç’e has bir ideoloji.”

Bu “İsveç Aşk Teorisi” kavramı, belgeselde de gördüğümüz İsveçli tarihçi Lars Trägårdh’ın, Henrik Berggren ile beraber yazdığı “İsveçliler İnsan mıdır?” adlı kitapta ortaya konmuş. İsmine ilk kez İsveç’e dair bir dergi yazısında rastladığım Trägårdh, “Biz İsveçliler tabiata karşı sevgi ve ilgi besleriz, ama insanlara karşı değil” cümlesi ile aklımda kalmıştı.

Öyle ya, insana karşı sevgi duymuyorken nasıl olur da bir aşktan bahsedilebilirdi? İsveç devlet modeli, sivil toplum, milliyetçilik, bireycilik gibi konularda pek çok eser veren Trägårdh, İsveç Aşk Teorisi’nin “Gerçek yakınlık sadece eşit ve bağımsız eşler arasında olur” fikrine dayandığını, fakat devamında bunun bedelinin ise yalnızlık, yabancılaşmak ve güçsüzlük olduğunu vurguluyordu.

Özgürlüğünden vazgeçmeyen ve bağlanmak istemeyen insanların ülkesi, İsveç Gandini’ye göre “birbirinden bağımsız bireylerin oluşturduğu bir toplum” Sonuç? AB kapsamında yalnız yaşayan insan oranın en yüksek olduğu ülkeye dönüşmek. Peki İsveçliler bunu kendileri mi seçti?

Aşk, ihtiyaç dışı listede

İsveçli tarihçi Lars Trägårdh’ın, Henrik Berggren ile beraber yazdığı “İsveçliler İnsan mıdır?” adlı kitapta ortaya konmuş. İsmine ilk kez İsveç’e dair bir dergi yazısında rastladığım Trägårdh, “Biz İsveçliler tabiata karşı sevgi ve ilgi besleriz, ama insanlara karşı değil”
İsveçli tarihçi Lars Trägårdh’ın, Henrik Berggren ile beraber yazdığı “İsveçliler İnsan mıdır?” adlı kitapta ortaya konmuş. İsmine ilk kez İsveç’e dair bir dergi yazısında rastladığım Trägårdh, “Biz İsveçliler tabiata karşı sevgi ve ilgi besleriz, ama insanlara karşı değil”

Anlatıcının “İsveç’te her şey güzeldi” demesiyle başlıyor film. “İnsanlar en yüksek hayat standartlarına, rahat bir yaşama, ilerlemeye (…) sahipti. Sonra bir adım daha ileriye götürecek o an geldi” diye devam ediyor.

O an, bir grup politikacının ülkenin kalkınması adına 1972’de “Geleceğin ailesi: Sosyalist aile politikası” manifestosunu hayata sokmasıyla başlıyor. Herkes için daha iyi olacağına inanılan bu devrimsel aile düzeni, toplumu geleneksel bağlarından kurtarmayı ve beraber yaşayan aile üyelerinin birbirine olan bağımlılıklarını yok ederek bireyi kendi kendine yeter kılmayı amaçlıyor.

Belgeseldeki anlatıcının dilinden yazacak olursam, “kadını erkekten, yaşlıları çocuklarından ve gençleri ebeveynlerinden özgürleştirmek için” harekete geçiliyor. Fakat ortaya yeni bir aile değil, “ailesizlik” çıkıyor.

Zira İsveç sosyal devleti tarafından vatandaşa verilen haklar ve imkânlar o kadar kapsamlı ki, kimse hayatını idame ettirmek için bir başkasına ihtiyaç duymuyor. Ve bu ihtiyaç dışı listenin içerisinde aşk da yer alıyor.

BBC’nin “Gurbetçiler için en yalnız ülke bu olabilir” başlığı ile İsveç’i işaret ettiği bir yazısında, ana başlığın hemen altında şu ironik cümle yazmakta: “Avrupa’nın en yüksek bekâr insan oranına sahip olmasına rağmen burada flört oldukça zor.” Yazı her ne kadar bağımsızlıklarını temel değer addeden İsveçliler arasında göçmen sıfatıyla uzun süreli bir ilişki yaşamanın güçlüğünden bahsetse de, mesele Gandini’nin de filmde değindiği noktaya geliyor: yalnızlık.

Mesela, İsveç halkının yarısını çocuk sahibi olmayan bekâr yetişkinler teşkil ediyor. Çocuk sahibi olmak demek de bir eş edinildiği anlamına gelmiyor esasında. İsveç’te pek çok kadın yapay döllenme sayesinde “bekâr anne” olmayı tercih ederek “babasız” çocuklar dünyaya getirirken binlerce donör de buna gönüllü oluyor.

"Neden bir erkeğe sahip olup başımıza iş alalım?"


Böylece filmde dünyanın en büyük sperm bankası olan Cryos International ile karşılaşıyoruz. Gandini yapay döllenme ile çocuk doğuran kadın sayısının on yıl önce çok az olduğunu söylese de, Danimarkalı şirketin kurucusu Ole Schou şu anda evlenmeden anne olmak isteyen İsveçli kadınların müşterilerinin yarısını oluşturduğunu belirtiyor. Schou kadınların “Neden bir erkeğe sahip olup başımıza başka bir iş daha alalım?” diye düşündüklerini, fakat bu sayede üremenin de devam ettiğini, aksi takdirde toplumun çökeceğini söylüyor.

Trägårdh yaşamak için insanların birbirine ihtiyaç duyduğu ülkelerin aksine, İsveç’te bireylerin kendileri için kaygılandıklarını; dolayısıyla temel değerlerin kariyer, kendini gerçekleştirme ve kendi kendine yetme olduğunu söylüyor.

İsveç nüfusun yarısının yalnız yaşadığı ve her dört kişiden birinin yalnız vefat ettiği bir ülke. İsveç’te tek başına vefat eden, tüm ödemeleri otomatik yapıldığı ve hiçbir akrabası olmadığı için de ölümü yıllarca anlaşılmayan, yani yokluğu kimse tarafından fark edilmeyen insanları araştırmakla görevli devlet yetkilileri mevcut.

Yukarıda adı geçen tarihçi Lars Trägårdh’ın tanıttığı bir, “Dünyanın Kültür Haritası” var. Ülkelerin coğrafi konuma göre değil, sahip oldukları değerlere göre bir araya getirilip gruplara ayrıldığı bu haritada İsveç en sağ üst köşede. Bunun anlamı şu: Haritanın sol altköşesindekiler geleneksel toplumlar fakat ekonomi ve güvenlik gibi meselelerde de daha geri kalmışlar; sağ üst köşeye çıktıkça daha rasyonel, seküler ve ifade özgürlüğüne önem veren ülkeler görüyoruz. Böylece İsveç, dindarlığın en düşük ama özgürlüğe verilen değerin en yüksek olduğu ülke oluyor.
Yukarıda adı geçen tarihçi Lars Trägårdh’ın tanıttığı bir, “Dünyanın Kültür Haritası” var. Ülkelerin coğrafi konuma göre değil, sahip oldukları değerlere göre bir araya getirilip gruplara ayrıldığı bu haritada İsveç en sağ üst köşede. Bunun anlamı şu: Haritanın sol altköşesindekiler geleneksel toplumlar fakat ekonomi ve güvenlik gibi meselelerde de daha geri kalmışlar; sağ üst köşeye çıktıkça daha rasyonel, seküler ve ifade özgürlüğüne önem veren ülkeler görüyoruz. Böylece İsveç, dindarlığın en düşük ama özgürlüğe verilen değerin en yüksek olduğu ülke oluyor.

1995’ten itibaren farklı yıllarda tekrarlanan anketlerin sonuçlarına göre zaman içerisinde yeniden şekillenen haritada Nordik, yani Kuzey ülkeleri hep yerinde kalmış. Trägårdh yaşamak için insanların birbirine ihtiyaç duyduğu ülkelerin aksine, İsveç’te bireylerin kendileri için kaygılandıklarını; dolayısıyla temel değerlerin kariyer, kendini gerçekleştirme ve kendi kendine yetme olduğunu söylüyor.

Fakir ama mutlu

Şu meşhur sosyolog, Zygmunt Bauman, İsveçlilerin fakirlikten, açlıktan ve dertlerden uzaklığını göz önünde bulundurarak, mutluluğun böyle bir şey olmadığını vurguluyor.

Bauman’a göre mutlu bir hayat, zorluklardan uzak durmak yerine o zorluklarla mücadele edildiğinde geliyor. Bauman, gittikçe artan konforun ve sahip olunan hakların bu mücadele duygusunu ortadan kaldırdığından bahsederken, “İşte devlet tarafından temin edilemeyen tek şey sosyalleşmek, bunu kendin yapmak zorundasın” diyor. Fakat bağımsızlık buna engel teşkil ediyor çünkü kendisini bir topluluğun parçası olarak addetmeyen insanlar beraber yaşama yeteneklerini de kaybediyorlar.

Sosyalleşme aynı zamanda sıkıcı ve yorucu olabilen, pek çok çaba gerektiren ve risk almayı içeren bir süreç. Dolayısıyla âşık olmak da öyle. Çünkü Bauman’ın dediği gibi, "Partnerinize güçlü duygularla bağlanmak ve bağlılık yemini etmek büyük bir risk almak anlamına gelir: bu sizi partnerinize bağımlı kılar."