Keçileri kaçırdık

Keçi şartlar nasıl olursa olsun, ‘Yaşayacağım ben arkadaş’ deyip tepelerdeki otlarla beslenir.
Keçi şartlar nasıl olursa olsun, ‘Yaşayacağım ben arkadaş’ deyip tepelerdeki otlarla beslenir.

Keçilerle alakalı fena düşüncemi destekleyen şeylerden biri de ilkokulda öğrendiğim bilgiler olmuştu. “Keçi ormanın düşmanıdır, bitki örtüsünü tahrip eder.” cümlesini Hayat Bilgisi kitabımda okuyunca kaşlarımı çatmıştım. Zavallı keçicik bu fotoğrafı çekilirken her gün binlerce okulda, on binlerce öğrencinin kendisine kaşlarını çatarak düşman gibi bakacağını nereden bilebilirdi ki?

  • “Köprüde karşılaşmış iki inatçı keçi/ Ha ha hay ha ha hay / Hep huysuzluk inatçılık bu keçilerin suçu /Ha ha hay ha ha hay /Büyük keçi demiş: -Yol ver önce ben geçeceğim/ Küçük keçi demiş: -Verirsem öleceğim/ Ha ha hay ha ha hay…”

Şarkının sonunu sanırım hepimiz biliyoruz. Keçiler suya düşüp boğuluyorlar. Şarkının ana fikri: “Oh olmuş, inatçı ve huysuz olanın hak ettiği budur. Ha ha hay, ha ha hay” sanırım. Ne fena değil mi? Aslında Batı’dan kucak kucak aldığımız masalları, çocuk şarkılarını incelersek rahat uyku uyuyamayız. Ağustos böceğinin donarak ölmesini seyreden psikopat karıncayı, sürekli bir cadı tarafından kazanda pişirileceğini düşünen Hansel ve Gratel’i, kurdun karnı deşilerek dışarıya çıkarılan Kırmızı Başlıklı Kız’ı çocuklarımıza anlattığımıza ben hala inanamıyorum.

Hansel ve Gratel
Hansel ve Gratel

Neyse biz şarkıdaki keçilere tekrar dönelim. Çocukken annemin beni defalarca, “Seni keçi seni” diye azarladığını hatırlıyorum. Ellerini beline koyup bana doğru eğilerek, gözlerini gözlerime yapıştırarak söylerdi bunu. Bu azarı işitince, annemin beni şarkıdaki o fena keçilere benzettiğini düşünürdüm. Hiç gerçek keçi görmediğim için keçilerin bu şarkıdaki gibi ahmak, huysuz, dediğim dedik hayvanlar olduğunu zannediyordum. Hâlbuki annem çocukken keçileri görmüş, onlara dokunmuş, onlarla koşturmuştu. Onların mücadeleci olduğunu biliyordu. Kızı gibi aceleci olduklarını biliyordu. Ağaçların üzerinde uyuyakalan, bağlandıkları ipi kemiren, kapıları açabilen, yamaçlarda korkusuzca gezinen hayvanlar olduklarını biliyordu. Eğer bahsedilenin böyle zıpır bir mahlûk olduğunu bilseydim ben de keçilere düşman kesilmezdim.

  • Keçilerle alakalı fena düşüncemi destekleyen şeylerden biri de ilkokulda öğrendiğim bilgiler olmuştu. “Keçi ormanın düşmanıdır, bitki örtüsünü tahrip eder.” cümlesini Hayat Bilgisi kitabımda okuyunca kaşlarımı çatmıştım. Zavallı keçicik bu fotoğrafı çekilirken her gün binlerce okulda, on binlerce öğrencinin kendisine kaşlarını çatarak düşman gibi bakacağını nereden bilebilirdi ki? Fakat kapkara önlükleri içinde, çantaları yanlarındaki beslenmeleri yüzünden peynir ekmek kokan öğrenci ordusu, ona topluca kızıyordu işte. Bu öğrencilerin hiç görmediği ormanları hapır hupur yiyordu bu hayvan çünkü.

Ona kaş çatan çocuklar yıllar sonra keçinin altın değerinde olduğunu şaşkınlıkla öğreneceklerdi gerçi. Çünkü bilim adamları ellerini şakaklarına dayayıp keçilerin ormanlara bıraktıkları gübrenin faydalı olduğunu, yedikleri otlar sayesinde makilik alanlarda koridor açarak yangın şeritleri oluşturduğunu ilan edeceklerdi. Sütünün anne sütüne çok yakın olduğunu söyleyeceklerdi. Sarp yerleri sevip hiçbir hayvanın ulaşamadığı yüksekliklerde karınlarını doyurdukları için etinin dertlere deva olduğunu makalelerinde yazacaklardı. Bu bilim adamları beyaz önlüklerinin kopmuş düğme yerleriyle oynarken diyeceklerdi ki: “İklim sebebiyle tarım yapılamayan yerlerde, mesela Afrika’da ailelere birkaç keçi bağışlanırsa şayet, çok doğru bir iş yapılmış olur. Keçi şartlar nasıl olursa olsun, ‘Yaşayacağım ben arkadaş’ deyip tepelerdeki otlarla beslenir. Koyun gibi, ‘Hani otum hani suyum’ demez, zamanla da çoğalır. Biz de insanlara balık hediye etmek yerine balık tutmasını öğretmiş oluruz.”

Herhalde atalarımız olan Yörükler de bu yüzden keçileri seviyorlardı. Hareketli yaşamlarında onlara ne koyunlar ne de sığırlar uyum sağlayabilirdi. Atalarımız keçinin sütünden yoğurt, peynir, çökelek; derisinden post, çökelek kabı, yağ tuluğu, su kabı; boynuzundan bıçak sapı yapıp karnında tereyağını saklıyordu. Bizler modernlik adına kara önlükler içinde kıpırdamadan Hayat Bilgisi kitaplarımıza bakarken, az da olsa varlığını devam ettiren Yörük çocukları keçilerle koşturup, çimenlerin üzerinde yuvarlanıyordu.

Ne yazık ki Yörük kültürü günümüzde kaybolmak üzere. Keçilerin sayısı da gittikçe azalıyor. Hayvanlar ağılda yaşamaya başladıkça onların peşinden dağ bayır gezen çobanlar da siliniyor.
Ne yazık ki Yörük kültürü günümüzde kaybolmak üzere. Keçilerin sayısı da gittikçe azalıyor. Hayvanlar ağılda yaşamaya başladıkça onların peşinden dağ bayır gezen çobanlar da siliniyor.

Ne yazık ki Yörük kültürü günümüzde kaybolmak üzere. Keçilerin sayısı da gittikçe azalıyor. Hayvanlar ağılda yaşamaya başladıkça onların peşinden dağ bayır gezen çobanlar da siliniyor. Çobanların yaktıkları türküler de bitiyor. Yörük kadınlarının kilime işlediği desenler de unutuluyor. Yakıcı renklerle işlenmiş kilimler yerine, uysal renklerle dokunmuş halılar evlerin içine seriliyor. Keçilerin hâkim olduğu hayatın, zamanın eleğinden geçerken değiştiğini kabul etmemiz lazım. Bu elek, zor ama özgür olan bir yaşamın boynuzlarını kırdı, sakallarını kopardı, çizgi şeklindeki gözbebeklerini yuvarlayıp tombullaştırdı. Eleğin altına eğilip baktığımızda mücadeleci keçiden geriye söz dinleyen bir koyunun kaldığını gördük. Velhasıl keçileri kaçırdık. Yeni yaşamımız atalarımızın yaşamından bambaşka bir renge boyandı.

Bu arada seyrettikleri korku filmleri ve okudukları korku romanları sebebiyle bizim keçiyi basbayağı şeytanın emir eri zanneden gençler de var. Keçi ve şeytan konusundan bahsetmeden yazıyı bitirmeyelim o vakit biz de. Keçi, sakalları ve yuvarlak yerine çizgi şeklinde olan gözbebekleri sebebiyle gerçekten de Batı’da şeytan olarak tasvir edilmiş. Örneğin Tapınak Şövalyeleri’nin inandıkları şeytani figür Baphomet bir keçi kafasına sahip. Sapık itikatları nedeniyle Katolik Kilisesi tarafından aforoz edilen Tapınak Şövalyeleri’nin Baphomet’i -veya Bafomet- keçi kafalı ve keçi bacaklı olup beline kadar kadın, belinden sonrası erkek olan bir şeytan. Yunan mitolojisinde ise Pan isimli yarı insan yarı keçi bir tanrı bulunuyor. Her şeye ayrı ayrı tanrı icat eden Yunan mitolojisinde Pan, kırın ve çobanların tanrısı. Bu tanrı ormanlarda aniden insanların karşısına çıkıp onları korkuttuğu için ‘panik’ sözcüğüne de ilham kaynağı olmuş.

Pek çok anne çocuğunu severken ya da azarlarken hâlâ “Seni keçi seni” diyerek ona sesleniyor. Ben de onlardan biriyim. Beş yaşındaki kızım kanepeden kanepeye tam bir keçi çevikliğiyle atlıyor çünkü. Fakat kızım keçilerin “İki İnatçı Keçi” şarkısındaki gibi ahmak hayvanlar olmadığını biliyor. Çünkü ona bir sürü sevimli keçi masalı uyduran bir annesi var. Tavsiye ederim siz de uydurun.