Âlim kimdir? Kim âlimdir?

​Âlim kimdir? Kim âlimdir?
​Âlim kimdir? Kim âlimdir?

Dergide dosya konumuzla ilgili bir soruşturma bulacaksınız. Soruşturma başlıca iki soruya cevap arıyordu: “Âlim kimdir? Sizce kim âlimdir? Bu soruları, dergide isimlerine yer vermediğimiz başkalarına da -özellikle gençlere- yönelttik.

Üniversite öğrencilerine, çalışan gençlere, liselilere... Aldığımız cevaplar, toplum olarak zihinlerimizde âlimin kim olduğuna dair berrak, açık ve standart bir cevabın olmadığını gösteriyordu. Toplumca, âlim olmanın ve buna bağlı olarak âlim kabul edilmenin ölçütlerine artık sahip olmadığımızı gördük.

Mesela, bir ilim talibinin âlim olabilmesinin daha başındaki şartının, dinî kaynakların dili olan Arapçaya hakkıyla vâkıf olmaktan geçtiğini pek az hatırlatan oldu.
Mesela, bir ilim talibinin âlim olabilmesinin daha başındaki şartının, dinî kaynakların dili olan Arapçaya hakkıyla vâkıf olmaktan geçtiğini pek az hatırlatan oldu.
Kimimize göre bağlı olduğumuz cemaatin lideri, kimimize göre ekranlarda en sık gördüğümüz hocalar, kimimize göre bir İlahiyat profesörü, kimimize göre de Google (Evet, böyle bir cevap geldi!) âlimdi. Ama bu arada, âlim olmanın geleneksel kriterlerinden bazılarına neredeyse pek de atıfta bulunulmadığını gördük. Mesela, bir ilim talibinin âlim olabilmesinin daha başındaki şartının, dinî kaynakların dili olan Arapçaya hakkıyla vâkıf olmaktan geçtiğini pek az hatırlatan oldu.

Geleneksel dünyada, bir talibin âlim sayılabilmesi için öncelikle belli bir müfredatı, bir ilmî zincir ve gelenek dâhilinde okuması ve öğrenmesi gerekiyordu. “Bu ilmi sen kimden aldın? O kimden, o da kimden aldı?” sorularına cevap veren bir ilmî nesep şarttı. Müfredat ve ilmî nesep şartlarını yerine getirmek tek başına âlim sayılmak için elbette yetmezdi ama en azından muhatabımız olan âlim adayının adaylığını şaibeden kurtarırdı. Bu asgari şartlar onu, binlerce sene boyunca işlenmiş, rafine edilmiş, kaide ve kıstasları üzerinde anlaşılmış bir ilim geleneğine mensup kılar ve böylece, bizim bu dosyayı toparladığımız sırada, Sayın Cumhurbaşkanı’nın yaptığı bir konuşmada geçtiği şekliyle “türedi hocalar”dan biri olmaktan kurtarırdı.

Bugünkü sorunumuz ve bizim de dosya boyunca müşahede ettiğimiz husus, artık âlim olmanın standart ölçütlerinden mahrum olduğumuz şeklindedir. Şu sorular cevaplanmayı bekliyor: Bir İlahiyat hocası, profesör olunca artık âlim sayılmayı hak eder mi? Bir Diyanet İşleri Başkanı her hâlükârda âlim midir? Ekranların ya da internet ortamlarının popüler vaizleri aynı zamanda âlim midirler? Birimizin âlim dediğine, diğerimiz niçin demiyor?

Âlimin kim olduğuna dair yaptığımız soruşturma ve aynı zamanda mütalaalar neticesinde, âlimin sadece bilgisiyle ve donanımıyla değil, toplumsal işleviyle de bu sıfatı hak ettiğini görüyoruz. Âlim, mevcut toplumsal değişimler karşısında bir cevabı olan, bir rehberlik için risk alabilen, yeni durumu yorumlama yeteneği olan kimseydi aynı zamanda.

Bugün âlim tipi; aydın, akademisyen, vaiz, şeyh rütbeleri arasında kendisine yer arıyor. Günümüz şartlarında bir âlim olarak kabul edilmenin muteber, standart, bağlayıcı şartlarına ulaşmamız ve bunu ikna edici biçimde ortaya koymamız gerektiği kanaatindeyiz.