Merve Çirişoğlu Çotur: Sanatı bir salih amel aracı olarak görüyorum

​​Merve  Çirişoğlu  Çotur​:  Sanatı  bir  salih  amel  aracı  olarak  görüyorum
​​Merve Çirişoğlu Çotur​: Sanatı bir salih amel aracı olarak görüyorum

Üniversitede hazırlık sınıfındayız. Yaşlarımız henüz 20 olmamış. Hoca ders anlatmaya çabalıyor. Benim aklımda başka şeyler… Yan sıradaki arkadaşım ise önündeki deftere bir şeyler karalıyor. “Şeyler” büyüyor, önce yüzlere sonra bir hikâyeye dönüşüyor. Merak içerisinde onu izliyorum. Galiba onu ilk kez böyle görüyorum. Onu ilk kez gördüğümde önündeki deftere bir şeyler çizen Merve, bugün ödüllü bir animasyon filmi olan The Box’ın senaristi ve yönetmeni. Sanatını her daim iyilikle, iyilik için sunan Merve Çirişoğlu Çotur ile hasbihal ettik.

Merve, seni tanımayanlar için hikâyeni kısaca anlatabilir misin?

Üniversiteden mezun olunca bireysel çabalarla animasyon yapmayı öğrendim ve yüksek lisans için University of the Arts London’dan kabul aldım.
Üniversiteden mezun olunca bireysel çabalarla animasyon yapmayı öğrendim ve yüksek lisans için University of the Arts London’dan kabul aldım.

Küçük yaşlardan beri çeşitli müzik enstrümanları çalıyorum, hikâyeler yazıp kendi karakterlerimi oluşturuyorum ve resim çiziyorum. Şartlar ve imkânlar, bu ilgi alanlarımı uzun bir süre sadece hobi düzeyinde bıraktı ve beni matematiğe olan sevgimden ötürü Boğaziçi Üniversitesi Matematik Öğretmenliği bölümüne götürdü.

Öğrencilik yıllarımda yeteneğimi değerlendirebileceğim bir arayış içerisindeydim. Kitap Ayracı Projesi, bu anlamda çok güzel meyveler verdi çok şükür. Kitap ayracı çizip satarak girdiğimiz yolda, yıllar süren sıkı bir çalışma ve büyük emekle elde ettiğimiz gelirle iki yetimhane ve bir okul inşa ettirdik ve çok geniş bir genç gönüllü kitlesine ulaştık.

Sonrasında İyilikhane Çocuk Derneği’ni kurduk ve yetim ve ihtiyaç sahibi çocuklar için çalışmalarımıza daha geniş bir ekiple devam ettik. Tüm bu süreç boyunca illüstrasyon ve animasyon alanında yapacağım çalışmaların bir yaraya merhem olacağına dair inancım büyüdü.

Üniversiteden mezun olunca bireysel çabalarla animasyon yapmayı öğrendim ve yüksek lisans için University of the Arts London’dan kabul aldım. Birincilikle bitirdiğim eğitimimin ilk ürünü, bir yetimin hikâyesini anlatan The Box (Karton Kutu) oldu. Çok şükür 1,5 yılda 225 film festivalinin özel seçkisinde yer aldı ve 41 ödülün sahibi oldu. Şu anda Londra’da bu alanda çalışmaya devam ediyorum.

Nasıl çalışırsın? Kelimeler mi, çizgiler mi belirler hikâyeni?

Yaptığım her işi bir plan-program dâhilinde, özenle yapmaya gayret ediyorum. Hikâyemi bazen kelimeler bazen çizgiler ile kâğıda dökerken önce samimiyete dikkat ediyorum.

Gerçekten yürekten hissettiğim ve bir boşluk dolduracağına inandığım şeylerle meşgul olmaya çalışıyorum. Zaman kısıtlı ve kıymetli... Güzelliklere vesile olacak ihtiyaçlı bir alanda çaba gösterilmeli...

Sanat ve iyiliğin sendeki karşılığı nedir? Sanatı iyiliğin enstrümanı olarak kullanmaya nasıl karar verdin?

Salih amel işleyen insanların kurtuluşa erenlerden olacağına inanıyorum. Ve sanatı da bir salih amel aracı olarak görüyorum.

Görselliğin büyük bir güç olduğu devirde, estetik kaygılara sahip, detaylıca hazırlanmış, adaleti ve merhameti yayan, insanlara umut olan her türden sanat ürününe tüm insanlığın büyük ihtiyacı var.

Bu noktada potansiyelimi en iyi şekilde kullanabileceğim bir hayat çizmeyi kendime vazife olarak görüyorum ve ancak bu şekilde varoluş amacıma ulaşabileceğimi düşünüyorum.

41 uluslararası ödüle layık görülen kısa animasyon filmin The Box’u şekillendirirken, kalbine düşen ilk kelimeler nelerdir?

The Box, yapımı 6 ay süren bir animasyon oldu. Ama hikâyenin kalbime düşmesi 2011’e dayanıyor. Yetimlerle ilgili yaptığım çalışmalar, birlikte vakit geçirdiğim çocuklar, okuduğum raporlar, gördüğüm fotoğraflar içimde çok şey biriktirdi.

Çocukların yaşadıklarını onları bir tüketim malzemesine dönüştürmeden, acılarını normalleştirmeden nasıl anlatabileceğimi düşündüm hep. Animasyonun kendine has dilini öğrendiğimde de fırsatını bulduğum ilk anda bu hikâyeleri tüm dünyaya anlatmak istedim

The Box mültecilerin, mülteci çocukların acısını, yaşadıkları sıkıntıları, kayıpları göstermeyen, metaforlarla “anlatan” bir animasyon. Film boyunca gösterdiğin bu hassasiyet senin filme imzan niteliğinde. Her “şeyin”, acının bile pornografisinin daha değerli sayıldığı bir dönemde, seni bundan kaçınmaya hangi sebepler itti?

Birine yardım ederken veya onun ihtiyacını başkalarına anlatırken, hangi yaştan veya arka plandan olursa olsun, o kişinin onurunu ve haysiyetini korumakla mükellef olduğumuzu düşünüyorum. Farkındalığı artırmak veya daha çok yardım toplayabilmek adına kullanılan, bir filtresi olmayan tüm görsellerin, amacının tam aksine hedef kitlesini zamanla hissizleştirdiğini görüyorum.

Bir süre sonra artık acılar normalleşmeye yüz tutuyor ve ölümler, kayıplar, tecavüzler eskisi gibi yüreğimizi dağlamıyor. Üstelik acı çeken insanlar bir “ürün” olmakla kalıyor, maalesef. Bu popüler tüketime ve medya diline karşı daha zarif bir dil, bir üslup, en başta kendimizin ihtiyaç duyduğu bir şey...

Mültecilerin fotoğraflarında kimi zaman yatak, kimi zaman dolap, kimi zaman oda olarak gördüğümüz karton kutu senin filmine de yalnız adını vermekle kalmıyor filmin temel metaforlarından birini de teşkil ediyor. Karton kutunun filmdeki hikâyesini anlatabilir misin?

Karton kutu, dediğin gibi, fotoğraflarda gördüğümüz gerçek bir eşya... Ben The Box’ın sadece bir hayal ürününden ibaret olmasını gerçekten isterdim. Ama çeşitli kamplardan gelen fotoğraflarda, kutuyu bir yatak olarak kullanan çocuklar var.

  • Filmde de karton kutu, savaş öncesi dönemde çocuğun kedisiyle beraber oynadığı oyuncak bir ev iken, mülteci kampında gerçek bir eve dönüşüyor. Uzun yolculuk esnasında onu koruyan bir tente iken, sonrasında denize açılmasını sağlayan bir gemi oluyor. Karton kutunun yalnızca fonksiyonu değil, şekli de zamanla değişiyor. Canlı, renkli ve emek verilmiş bir kutudan; parçalarını yitirmiş, yırtık ve yıpranmış bir kutuya dönüşüyor.

Pek çok ödül aldı The Box. Son olarak Birleşmiş Milletler’in 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri kapsamında organize ettiği High Level Political Forum’da (Yüksek Düzeyli Siyasi Forum) da ödüle layık görüldü. Filmin bu kadar olumlu dönüş almasını neye bağlıyorsun?

The Box’ın hikâyesinin sadeliği, sembollerinin herkes tarafından anlaşılabilir olması, geniş bir yaş aralığına hitap etmesi, meseleyi ajite etmeden ele alması ve her sahnede pek çok detay barındırması onu güçlü kılan özelliklerinden sanırım.

Gerek katıldığım panellerde gerekse festival seyircilerinden aldığım mesajlarda insanlar The Box’ın onları derinden etkileyen ve onlara kendilerini suçlu hissettirmeden düşünmeye teşvik eden bir yönü olduğunu söylüyor.

Mesela İspanya’da psikolog bir kadın, filmi izledikten sonra mülteci çocuklar için gönüllü çalışmalara başlama kararını aldığını söylemişti. Amerika’dan, İtalya’dan ve İngiltere’den üniversite hocaları da derste The Box üzerinden insani yardım konusunu işleyeceklerini haber vermişlerdi.

Ayrıca böyle hassas bir konunun çocuklara aktarılması noktasında da animasyon güzel bir araç oldu. İnşallah yakında ana karakterin dilinden kaleme aldığım Karton Kutu çocuk kitabı yayımlanacak. Hayrolsun.

Son olarak geçtiğimiz günlerde çocuklar için hazırladığın animasyonlu şarkılardan oluşan Beauty Always albümünden haberdar olduk. Bu projenden bahsedebilir misin?

Beauty Always animasyonlu çocuk şarkıları albümü; merhamet, barış, sevgi, zarafet, paylaşma, umut, şükür, saygı, sorumluluk, dostluk konularını, İngilizce şarkı sözleri, eğlenceli melodiler ve sevimli karaktere sahip animasyonlarla birleştiren bir çalışma.

Profesyonel bir ekiple özveriyle hazırladığımız albümün ilk animasyonlu şarkısı Grace and Kindness (Merhamet ve İyilik) oldu. Her bir sözcüğünü, notasını ve karesini büyük bir dikkatle dokuduğumuz albümümüzün çocukların dünyasına iyilik tohumları ekmesini umuyorum. Yeterli ilgi ve desteği bulursam, albümü 10 animasyonlu şarkıyla tamamlayacağım nasipse.