Nevres-i Cedid’in kayıp yılları: Bir şairin travması edebiyata nasıl yansıdı

Türk kültür ve edebiyat tarihinde aynı ya da benzer isimli birçok şair, yazar bulunmaktadır. Bu ortak isimlerden biri de Nevres’tir. Nevreslerden en meşhuru Hasan Tahsin Recep takma adını kullanan 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’e çıkartma yapan Yunan işgal askerlerine, Kordonboyu’ndan ilk kurşunu sıkarak Türk direnişini başlatan yazar ve gazeteci Osman Nevres’tir (1888-1919). Diğer üç Nevres’ten ilki “Nevres-i Kadîm” olarak da anılan 18. yüzyıl şairlerinden Abdürrezzâk Nevres (?-1762), ikincisi, çeşitli idari görevler almış olan Mehmet Nevres Paşa (1826-1872), üçüncüsü ve bahsimize konu olan “Nevres-i Cedîd” veya “Nevres Efendi” olarak da anılan Osman Nevres’tir.

Osman Nevres Efendi, İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın Son Asır Türk Şairleri’nin 2. cildine göre aslen Rum olup 1820 (1236 H.)’de Sakız’da doğmuştur. Bağdat ve Şam valisi şair Laz Ali Rıza Paşa’nın bendelerinden Süleyman Efendi, onu pek küçük iken yanına alıp biraz okuttuktan sonra paşasına takdim etmiştir. [Ödemişli Hocazâde] M. Muammer’in Mahfil dergisinin Zilkade 1338 / Temmuz Ağustos 1920’de yayınlanan 54. sayısındaki “Osman Nevres Efendi ve Âsârı” yazısına göre de kültür ve sanata ilgisi, istidadı olan Ali Rıza Paşa ondaki kabiliyeti görünce onu talim ve terbiyesi altına alıp Bağdat’ta büyütmüş ve zamanın fazıllarından ilim tahsil ettirmiştir. Farsça ve Arapçanın dışında çeşitli bilim alanlarında konakta özel hocalardan tahsil gören Osman Nevres, paşanın teveccühünü kazandığından divan efendiliğine tayin edilmiş ve paşanın vefatından sonra İstanbul’a gelmiş, bir müddet hâriciye tahrîrât odasına devam etmiştir. Yine İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın Son Asır Türk Şairleri’nin 2. cildine göre 1848’de Müşir Abdülkerim Nâdir Paşa Bağdat’a gidince Irak ve Hicaz orduları tahrirat başkitabetine tayin olunmuştur. Burada harabati bir yaşayış sergileyen Osman Nevres sevildiğinden korunmuş ve kollanmıştır. Osman Nevres, Bağdat’ta bağ, bahçe ile uğraşıp dert ve tasalarını unutmaya çalışmış, daha sonra İstanbul’a dönüp Kadırga’da oturmaya başlamıştır. Bayram Ali Kaya’nın yayına hazırladığı Kültür Bakanlığı tarafından basılan Osman Nevres Dîvânı’nda nakledildiğine göre iki kızını Bağdat’ta kuşpalazından kaybettiği için Bağdat onun için acı hatıralarla doludur. 1858’de mütemayiz rütbesiyle Irak ve Hicaz orduları muhasebeciliğine, ardından ikinci ordu muhasebeciliğine getirilmiş daha sonra rütbesi artırılarak Şumnu’ya gönderilmiştir.
Osman Nevres Dîvânı’na göre Nevres, Şumnu’nun “bir arslanın bir âhûya saldırışı”na benzettiği soğuğuna, son derece sert geçen kışına tahammül edememiştir. Bir an evvel buradan ayrılmak için “Kenân Beyefendi Hazretlerine” yazdığı mektubunda hem Şumnu’nun havasından şikâyet etmiş hem de “yine bir sıcağa veyâhut mûtedil bir hâle tahvîli” isteğini dile getirip Bağdat’a ya da İstanbul’a dönme arzusunu ifade etmiştir.
Âlim ve fazıl bir kişiliği olan Osman Nevres Efendi, Arapça, Farsça ve Türkçe olmak üzere her üç dilde yazılmış, kıymete haiz, edebiyat tarihlerine girecek nitelikte şiirler kaleme almıştır. Bazı şiirleri de hastalık sürecinde kitaplaşamadığından kaybolmuştur. Kaynaklar Fuzulî’nin memleketinde büyüyen bu yüksek tabiattaki şairin Fuzulî kadar güzel Farsça şiirler yazdığını belirtmiştir. İbnülemin de Osman Nevres’i şiirde ve nesirde mahir, farklı lisanlarda parlak manzum ve mensur âsâr-ı edibânesiyle mürettep divan sahibi meşhur bir şair olarak anmıştır.
Rüşvetle suçlanınca aklını yitiren şair

Osman Nevres Dîvânı’nında onu koruyup kollayan Nâdir Paşa, Şumnu’dan ayrılarak İstanbul’a gittiği aktarılır. Yine aynı günlerde, Bağdat’taki ordu muhasebeciliği döneminde görevli bazı memurların zimmetlerine para ve mal geçirdikleri iddiâsı üzerine gönderilen teftiş memurları tarafından hazırlanan raporda, Nevres’in de bu işe karıştığı iddiasında bulunulmuş ve her şeye rağmen azil kararının gözden geçirilmesi istenmiştir. Bağdat muhasebe servisinde görevli iken adının rüşvet/irtikap davasına dahil edilmesi, rüşvet almakla suçlandığı bir hâletiruhiye içinde iken kendini savunamamanın getirdiği buhran alkol kullanımıyla daha da derinleşmiştir. Rüşvet almakla itham edilen bir kişinin Şumnu’da aynı görevde bulunmasının doğru olmayacağına karar verildiğinden Nevres bir yıldan az bir süredir yürüttüğü bu görevinden muhtemelen 1280/1863- 1864 yılının sonuna doğru azledilmiştir.
[Ödemişli Hocazâde] M. Muammer’in Mahfil dergisinin Zilkade 1338/Temmuz Ağustos 1920’de yayınlanan 54. sayısındaki “Osman Nevres Efendi ve Âsârı” yazısına göre merhum “mey; enîs-i dâimîsi imiş. Nevres Efendinin şuuruna hiffet geldiğinde yüksek bir şahsiyet olması hasebiyle” bîmârhâneye gönderilmiştir. İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın Zeynelâbidin Reşit Bey’den naklettiğine göre Nevres’in şiddetle aleyhinde bulunduğu rüşvet meselesiyle suçlanmasından dolayı bedenî ve ruhi yapısı bozulmuş, kendini temize çıkarmak gayretinin hayhuyu arasında akli dengesini yitirmiştir.
Aslen Rum olduğu için yaşadığı dönemde kısmen yabancı olarak görülmesi, bir paşanın himayesinde yetişip ihtida etmesi, köle olmasa da birkaç köşk değiştirmesinden dolayı ezik bir psikoloji ile yetişmiştir. Onu koruyup kollayanlar Osman Nevres’e bu hissi yaşatmasalar da o bu duygu ile hareket etmiştir. Bazen bu duygunun baskısı altında ezildiğinde her şeyi boş verip serazad tavırlar sergilemiştir. O günlerden kalan bir alışkanlıkla alkole bağımlı olan Osman Nevres’in ruh yapısı her geçen gün bozulmuş, melankolik bir hayat yaşamaya başlamıştır. Onun bu durumunu tetikleyen iki önemli hadise vardır. Gözü gibi koruyup, kolladığı, sevdiği ciğerpareleri olan iki kızının kıt imkânlarına ve tüm tedavi çabalarına rağmen aynı gün içinde kuşpalazından trajik bir şekilde ölmeleri onu hayattan uzaklaştıran ilk darbe olmuştur. Ardından her şeyi sineye çekip vazifesini hakkıyla yapmak için işine yoğunlaşmak istediği bir zamanda rüşvet suçlamasıyla itham edilmesinin ruhunda açtığı yara onu alkolün kucağına itmiştir. İftiraya uğrayıp mağdur olması ve mağduriyetini anlatacak merci bulamaması ona en büyük darbeyi vurmuştur.

Mine Nihan Doğan tarafından Hacettepe Üniversitesi’nde hazırlanan “Türk Şiirinde Psikolojik Travmanın İzleri” başlıklı doktora tezine göre, İstanbul’a döndüğü zaman onu himaye eden Yusuf Kâmil Paşa’ya, “cûd” redifli, “Der-Sitâyiş-i Hazret-i Yusuf Kâmil Paşa” adlı bir kaside yazmıştır. Özerklik/kimlik/bireyselleşme travmasının kendini arayan şairi olarak övgülerle bahsettiği paşanın, yaptığı yardımlarla kimliğini bulmasına yardım ettiğini sezdirmektedir. Cömertliği ile öne çıkan paşaya övgüyle başladığı kasidesi, şairin suçsuz olduğu ve rüşvet almayacak birisi olduğunu göstermek istediği beyitler içeren şiiri ile uğradığı haksızlığı dile getirmiştir. Beş parasız ve sefil bir hayat sürmeye mecbur bırakılan şair sadece malını, mülkünü, mesleğini kaybetmekle kalmayıp itibarını da kaybetmiştir. Görevinden azlinden sonra boşluğa düşüp, bunalıma giren şair sıkıntılarını çözebilmek umuduyla destek bulacağı insanların yanına, İstanbul’a sığınmıştır. Burada tedavi arayışına girilse de hastalığı kesin olarak iyileştirilememiştir.
Hastane günleri

Yaşadığı maddî sıkıntılar, kızlarının vefatı, rüşvet ile suçlanmak gibi gaileler arasında aradığı imdadı bulamayınca yavaş yavaş alkolün pençesinde bir ömür sürmeye başlayan Osman Nevres, aklî dengesini de kaybedip “dimağında teşevvüş asarı görüldüğünden” Şehzade Yusuf İzzettin Efendi’nin tavassutu ile Haydarpaşa Hastanesi’ne yatırılmıştır. Hastaneye yatırıldığı gün yağmur yağmakta, gök gürlemekte iken arabadan inip hastanenin kapısında durup şu beyti söylemiştir;
“Sille-i dâr-üş-şifâdır, sanmayın gök gürlüyor Bu yağan yağmur değildir âsumân ağlar bana.”
Yusuf İzzettin Efendi’nin emriyle Haydarpaşa Hastanesi’nde hazırlanan odada iyileşen Osman Nevres, kendisinde evlat acısı kadar travma meydana getiren rüşvet suçlamasına istinaden o günlerde kaleme aldığı Yusuf İzzettin Efendi’ye iletilecek bir şikâyetnamede ebced hesabıyla 1290 sayısını ihtiva eden “mağdurum” kelimesiyle uğradığı felaket senesini belirtmek üzere 1290/1873’ü gösterir şekilde tarih düşmüştür. Bayram Ali Kaya’nın Osman Nevres Dîvânı’nda nakledildiğine göre daha sonradan nükseden hastalığı için akıl hastanesine kapatılmak yerine özenle tedavi edilen Nevres, kısa zamanda sağlığına kavuşmuştur. Akabinde, aynı zamanda yakın dostu da olan Ziyâ Paşa’nın aracılığı ve Yusuf Kâmil Paşa’nın emriyle 1291 yılının Rebîülâhir ayında (Mayıs-Haziran 1874) son görevi olan Zaptiye Nezâreti Mektupçuluğu’na tayin edilmiştir. Nevres’in tayininde, divanının neşredilmiş olmasının yanı sıra dokunaklı arzuhâlinin de payı bulunduğu düşünülebilir.
Yine İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın aktarımlarından öğrendiğimize göre bir müddet sonra dimağı yine bozulan Osman Nevres’in Zabtiye Dairesinin sofasına çıkıp yüksek sesle “essalâ” okuduğu rivayet edilmiştir. Kısa bir süre sonra hastalığının yeniden nüksetmesi üzerine görevinden tamamen ayrılmak zorunda kalan Nevres, bu kez Toptaşı Bîmârhânesi’ne yatırılmıştır. Salih Sâim, Eşref mecmuasının 19 Mart 1325/1 Nisan 1909 tarihli 3. sayısındaki “Bir Hatıra”, yazısına göre Osman Nevres hastanede yatarken ziyaretine gelen arkadaşlarıyla dışarı çıkmak istemiş fakat kendisine izin verilmemiştir.
Toptaşı’nda tedavi olup şuuru biraz düzeldikten sonra Üsküdar’daki evine çıkmıştır. İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın nakline göre onun ziyaretine giden Berberbaşı Fuat Bey onu yatakta bulmuştur. Konuşma esnasında Reşit Bey namında birini sorup vefat ettiğini öğrenince “Onu da ben mi öldürmüşüm?” demiştir. Rüşvet almakla suçlaması onun şuurunu ne suretle tahrip ettiği bu sözünden de anlaşılmaktadır.
Vefatı

Özenle tedavi edilince kısa zamanda sağlığına kavuşan Osman Nevres, taburcu olunca Üsküdar’daki evinde inzivaya çekilmiştir. Nevres, inziva günlerinin ardından 10 Muharrem 1293 (6 Şubat 1876 Pazar) tarihinde yaşadığı çileli hayata veda edince, Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilmiştir. Son derece içli Kerbela mersiyeleri söylemiş olan Nevres’in Muharrem’in onunda vefat etmesi hayli manidardır. İyileşip Üsküdar’daki evde bir nevi inzivaya çekilen Osman Nevres’in o tarihlerde yazdığı,
- “Şimdi ‘âkil odur zamânede kim Ketm-i ‘irfân edip deli görünür”
- Beytinde bir nevi delilik ardına gizlenmiş irfan sahipliğiyle teselli bulan Nevres’i,
- “Ben Felâtûn’u beğenmez idim evvel lâkin Ediyor şimdi baña hande cihânıñ delisi”
beytinde ise kendisine delilik isnat edilmesine ve içinde bulunduğu duruma üzülen Nevres’i görmek mümkündür.
Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.