Ol'an

Kudüs / Kıble Camii
Kudüs / Kıble Camii

Tarih yazımıyla, özgür düşünce arasında bir bağ var mıdır?Tutsaklığın tarihinden özgürlüğe düşen pay, kazanılabilir şeylerin tamamı olacağına göre, özgürlükten tutsaklığa düşen pay da yitirilebilenin tamamı olmalıdır.

Yine bir paradoks yok mudur burada; işte şu fotoğrafta:

Tarihi kayıtlara göre 44 defa el değiştirmiş, 52 defa kuşatılmış, 24 defa işgal edilmiş, 2 defa yerle bir olacak şekilde yıkılmış bir Kudüs var orada!

Kendisini Makdisi’ye “İçi akrep dolu altın bir kadeh” olarak tanımlatan Kudüs!

Tarihi hiçleştiren, tarihi zorunlu kılan, özgürlüğü arzulatan, tutsaklığı kanıksatan Kudüs!

Dizinde tarihin dize geldiği; özgürünü tutsak, tutsağını özgür kılan şehir!

Makberi-i Yusufiye’de, biri şöyle mi fısıldamıştı kulağıma:

“Kim ki, gördüm Kudüs’ü, kurtulum tarihi bilgiden ve özgür düşünceden.”

Kudüs / Hacer-i Muallaka
Kudüs / Hacer-i Muallaka

Mit, tarihin annesidir.

Olaylar, mit kurucu taşların serinliğinde yitirerek hararetlerini, tarih yazıcının elinde birer munis kelimeye dönüşürler.

Örneğin şu taşta, gözleri bağlı bir İshak yatar; o, tek başına bir ümmet olan İbrahim’in koçudur.

Sonra bir İsa gelir, ona asasıyla vurup, çin çin çınlatmak için Ferisiler’in taşlaşmış kulaklarını.

Ardından Muhammed gelir ve taş, onun mübarek ayaklarına kavuşma arzusuyla şimdi tam secdededir.

Mitin emzirdiği tarih, imanın gücü karşısında hükmünü yitirir.

Çünkü, resullerin hatıralarını ipekten libaslar gibi giyinmiş olan taş, artık şairlerin dilinde ihtiramla telaffuz edilen bir kelimedir:

  • Niçin çıktın dağlara evren çöl oldu leyla
  • Topuğun öpmek için toz oldu dağ taş senin.
Kudüs / Davud Kulesi
Kudüs / Davud Kulesi

Tevrad’ın “Neşideler Neşidesi”ni yazan yazıcının yazarken duyduğu neşeyi oldum olası merak etmişimdir.

O nasıl bir tahayyül tezyini ve o nasıl âteşîn bir “tek kelimedir”.

Davud’un mizmarında zebur olmaya Süleyman’dan daha yakın, şimdi suyunu çekerek kaybolmuş Betşeba Gölü’ne doğru söylenmeye çok daha müstehaktır:

  • Boynun Davud’un kulesi gibi,
  • Kakma taşlarla yapılmış,
  • Üzerine bin kalkan asılmış,
  • Hepsi de birer yiğit kalkanı.

Bu kuleyi mekân tutan yüz binlerce suretin resmini çizebilir mi ressamlar; hikâyelerini yazabilir mi tarih yazıcıları?

Hirodes’in ağladığı sahını, Titus’un kibrini akıttığı kanalı, Yavuz Sultan Selim Han’ın secdeye kapandığı eyvanı...

Ya da Aşk’ın aşka olan aşkını?

20.06.2014 tarihinde, Zeytin Dağı’ndan Kudüs’e bakarken söylenmiştir:

“Yolları bir urgan gibi / Ayağına sarmış Muhyiddin”in mukallidiyim.

Makam ehli değilim, erişmemin emredildiği üç menzilin izlerini izleyenim.

Mekke dedim, Medine dedim… Ve işte Kudüs’teyim.

Kudüs: Toz bulutunun içinde duvağı dağılmış bir gelin gibi…

Kırılmış parmaklarından sızılar damıttığı ağzı kırık bir testiden

Bakır bir maşrapaya su dolduruyor.

Cebelü’l-Mükebber’den bir Bilal sesi bir Ömer tebessümü

Kıble Mescidi’nden yükselen ezan ağıdına karışıyor.

Yollar düğümleniyor yolcunun hançeresinde

Bir dua ritmiyle kaldırıp ellerini

“Lahavlevelakuvveteillabillah” diyerek

Bakıp Yukarı’ya

Bir pervanenin kandilin alevine dokunduğu gibi

Dokunuyor Kudüs’e.