Romanın hikâyesi

Romanın temelinde yoğun bir anlatım, betimler, iç içe geçen olay örgüsü ve yazarın ruh dünyasının zenginliği yatmakta.
Romanın temelinde yoğun bir anlatım, betimler, iç içe geçen olay örgüsü ve yazarın ruh dünyasının zenginliği yatmakta.

Dünya klâsikleri yanında Türk edebiyatından da birçok yazarın eseri klâsik olmayı hak edecek bir yetkinliğe sahip. Günümüzde de okunan ve kabul gören bu romanlar yazıldıkları dönemden bu yana varlıklarını sürdürerek günümüz okuyucusuna hitap etmeye devam ediyor. “Bizde roman yok!” diyerek kabuğunu beğenmeyen zevatın kuru gürültüsüne aldırmadan romanımızın dünyasına girmekte fayda var.

Birçok türün olduğu gibi romanın da ilk örnekleri Tanzimat’la birlikte hayatımıza girmeye başlar. Edebî, tarihi, psikolojik, natüralist, realist, romantik roman derken ard arda yazılır romanlar. Mesnevi, efsane ve masal kültürüyle yetişen yazarlarımız için roman çok da yabancı bir tür sayılmaz aslında. Eksik olan roman tekniği için de keşfedilmeyi bekleyen dünya edebiyatından örnekler bir bir arz-ı endam etmeye başlar yazarlarımızın ruh dünyalarında.

Öyle bir kuşatıcılığı var ki romanın Türk ve dünya edebiyatında kabul gören ve edebiyatın merkezinde kendine yer bulan bir etki ile sesini ve varlığını sürdürüyor roman.

Hasan Ali Yücel
Hasan Ali Yücel

Popülerlik anlamında şiir ve şairler edebiyatın dışa açılan yüzü gibi görünse de romanın etki gücü daha uzun süreli oluyor ve klâsik olma bağlamında romanlar edebiyat dünyasında kendine daha çok yer bulabiliyor.

“Dünya klâsikleri” tabiri roman için kullanılagelmiş ve günümüzde de geçerliliğini koruyan bir tabirdir. Dünya klâsikleri arasına girmiş romanları edinmiş olmak, okumak kabul gören bir algı olma özelliğini sürdürüyor.

Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı zamanındaki en büyük hizmetlerinden birisi; dünya klâsiklerini edebiyatımıza kazandırmış olmasıdır. Bunu yaparken de edebî kaygıyı en üst seviyede tutarak çevirileri dönemin yazar ve şairlerine yaptırarak eserlerin değerini de korumayı ihmal etmemiştir Yücel.

Neden böyle bir işe giriştiğini de kitapların ön sözünde açıklıyor;

“Hümanizma ruhunun ilk anlayış ve duyuş merhalesi, insan varlığının en müşahhas şekilde ifadesi olan sanat eserlerinin benimsenmesi ile başlar. Sanat şubeleri içinde edebiyat, bu ifadenin zihin unsurları en zengin olanıdır. Bunun içindir ki bir milletin, diğer milletler edebiyatını kendi dilinde, daha doğrusu kendi idrakinde tekrar etmesi; zeka ve anlama kudretini o eserler nispetinde artırması, canlandırması ve yeniden yaratmasıdır. İşte tercüme faaliyetini, biz bu bakımdan ehemmiyetli ve medeniyet davamız için müessir bellemekteyiz.”

Hasan Ali Yücel bu klâsikleri özellikle köy enstitüleri için hazırlatıyor ve oralara gönderiyor. Eğitim gören, bu okullarda yetişen gençlerin eserleri okumalarını çok önemsiyor. Belki de köy enstitülerinin en olumlu yönlerinden birisi de edebiyat dünyamızın klâsiklere ehil bir el sayesinde ulaşılmasıydı.

Dünya klâsikleri yanında Türk edebiyatından da birçok yazarın eseri klâsik olmayı hak edecek bir yetkinliğe sahip. Günümüzde de okunan ve kabul gören bu romanlar yazıldıkları dönemden bu yana varlıklarını sürdürerek günümüz okuyucusuna hitap etmeye devam ediyor. “Bizde roman yok!” diyerek kabuğunu beğenmeyen zevatın kuru gürültüsüne aldırmadan romanımızın dünyasına girmekte fayda var.

Mai ve Siyah, Yalnızız, Huzur, Yaban, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Çalıkuşu, Tutunamayanlar, Sürgün, Küçük Ağa… aklıma bir çırpıda gelen romanlar. Şimdi ortada böylesine eserler varken; “Bizde roman yok!” diyenlerin kendi varlıklarıyla bir problemi olduğu kesin.

Mai ve Siyah
Mai ve Siyah

Dil ve anlatım olarak klâsik olmayı hak edecek romanlarla ilerleyen Türk edebiyatı, her dönemde adından söz ettiren romanlara imza atmıştır. Sosyolojik konular, dönem edebiyatı ya da tarihi romanlar hem edebiyat dünyasında hem de okuyucular nazarında kabul görmeye devam ediyor.

Romanın temelinde yoğun bir anlatım, betimler, iç içe geçen olay örgüsü ve yazarın ruh dünyasının zenginliği yatmakta. Olageleni evrimsel bir kurgu ile ters yüz ederek okuyucunun zihin dünyasına hücum eden bir romanın bu atağı algıya da etki ettiğinden roman bir adım ilerleyerek “eser” olur. Klâsik olmak böyle bir süreçtir. Dünya edebiyatının klâsik romanları türünün iyi örnekleri olmayı hak eden eserler olarak dünya edebiyatında kabul görmüş, geçmişten günümüze değerlerini kaybetmeden okuyucular nazarında klâsik olma algısını muhafaza etmiştir.

Tolstoy, Dostoyevski, Çehov, Steinbeck, Zola, Hugo, Balzac, Goethe, Gorki, Dickens, Stendhal ve daha niceleri romanın bir tür olarak sanat eserine dönüşmesine katkı sağlayan dünya edebiyatının klâsik olmuş yazarları. Bunların yazdıkları ile roman türü dünyada kabul gören bir tür haline gelmiştir. Etkisi gittikçe genişleyen bir halka gibi dünyayı kuşatan bir yapıya sahip olan klâsik romanlar, bu tür ile tanışan yazarlar için de ilham kaynağı olmuştur.

  • “Romanı olmak” kavramının yazarlar arasında da bir prestiji olduğu kabul edilir. Diğer türlerin yanında romanı da olan yazarlar edebiyat dünyamızda oldukça fazladır. Namık Kemal’in şiirleri, makaleleri, tiyatro eseri yanında romanları da edebiyat dünyamızın önemli eserleri arasındaki yerini ve değerini her zaman korumuştur. Türünün ilk örneği olmaları yanında roman tekniğiyle de başarılı kabul edilen bu eserler Namık Kemal’e romancı denmesini sağlayacak bir yetkinliğe sahiptir.

Aynı şekilde Ahmet Hamdi Tanpınar; hocalığı yanında iyi bir şair ve elbette çok iyi bir romancıdır.

Örnekleri çoğaltmak mümkün. Günümüze geldiğimizde roman da popülist rüzgârdan payını alarak varlığını sürdürüyor. Birçok türde olduğu gibi romanda da klâsik olmak gibi bir kaygı taşınmıyor artık. Günlük hayatın telaşı içinde kurgusu yazarın iç dünyası olan ve kurmacanın hakikati örttüğü romanlar bir yandan, dijital bir çılgınlık olarak kendine yer bulan sanal romanlar öte yandan bir hır gür içinde roman da bir sis bulutunun içinde ilerliyor.

Namık Kemal
Namık Kemal

Elbette şiirde de aynı hızlı tüketim var, öyküde de… Çağın bir ayak oyunu ile karşı karşıyayız ve hız çağının tüketim çılgınlığında değer olarak görülen kavramlar bir bir elimizden çıkmaya başladı.

Artık romandan daha çok; öyküler kabul görüyor diyebiliriz. Çabuk tüketme hastalığının bir tezahürü olarak görülebilir bu evrilme ama şu da göz ardı edilmemeli; günümüz edebiyatında öykü, yoğun bir anlatımı da kuşanarak içine sığdırdığı büyük bir dünya ile hayat gibi nefes alıp veren bir tür olmayı başardı. Hatta uzun roman hacminde uzun hikâyeler yazılır oldu. (Mustafa Kutlu hikâyeleri gibi)

Roman; varlığını sürdürecek, bu kesin. Çünkü uzun soluklu yaşantımızın içinde anlatılacak çok hayatlar var ve anlatsam roman olur demeye devam ediyoruz cümlelere tutunarak.