Sinemaya yansıyan Edebiyat

Dünyaya bir objektifin arkasından bakmak ya da kocaman bir dünyayı bir kadraja sığdırmak.
Dünyaya bir objektifin arkasından bakmak ya da kocaman bir dünyayı bir kadraja sığdırmak.

“Uyarlama” kavramının sinema ile tanışmasıyla birlikte kurgusu sağlam filmlerde sanat dünyamızla buluşmaya başlar. edebiyat dünyasının çok önemli eseerlerinin beyaz perdenin imkanlarıyla buluşması sözün görselle desteklenmesi anlamına gelmekteydi ve böylelikle sanat severler hem edebiyat hem sinema gibi iki değerli sanatı bir arada bulma şansını yakalama mutluluğunu elde etmiş oluyorlardı.

Dünyaya bir objektifin arkasından bakmak ya da kocaman bir dünyayı bir kadraja sığdırmak. Yaşananları, umutları, acıları, kaybedişleri, sevinçleri, heyecanları bir beyaz perdeye yansıtmak. Tüm bunlar bir hayalin gerçekleşmesi gibi meydana gelen efsunlu bir âlemin ruha yansıyan izdüşümleri.

Sinemanın ruhu besleyen bir yanının olması insanların arayış içinde olmaları ile doğru orantılı bir süreçte ilerlemekte. İnsanlar görmek istediklerini ve ertelediklerini bir perdenin yansımasında bulmanın umuduyla sinemayı hayatlarının önemli bir noktasına taşımayı tercih ederler. Sinema bu yüzden insanların yaşantılarının bir kesiti olmayı başarmış bir sanat olarak hayatımızda yer edinmekte.

Edebiyatın merkezinde de hayat var. Yaşamak ve yazmak kavramları birbirine kenetlenmiş olgular olarak birbirini beslemekte. Bütün edebî türler için geçerli bir öngörü bu.

Dünyaya bir bakış açımız var. Bunu iyi ayarlayıp da kendimizin olan bir hayatı kalabalıkların içinde harmanlayıp herkesle paylaşılır bir hâle getirdiğimizde bizlik “an”ları gözle görünür bir zeminde sergilemiş oluruz. Bunu bize edebiyat sağlar. Edebiyatın içinde kendine yer bulmuş türlerin tümünde bir hayat belirtisi vardır. Dünyanın bir kesiti cümlelerin içinde nefes alıp verir.

İnsanlar görmek istediklerini ve ertelediklerini bir perdenin yansımasında bulmanın umuduyla sinemayı hayatlarının önemli bir noktasına taşımayı tercih ederler.
İnsanlar görmek istediklerini ve ertelediklerini bir perdenin yansımasında bulmanın umuduyla sinemayı hayatlarının önemli bir noktasına taşımayı tercih ederler.

Bunu sağlayan da yazarın cümlelere yüklediği anlamdır. Yaşayan, kabul gören, hayat belirtisini üzerinden eksik etmeyen her yazılı metin evrenselliğini de ilan etmiş olur.

Edebiyat yaşamla buluşarak varlığını sürdürür. Olay merkezli yazılarda karşımıza çıkan kesitler aslında akıp giden dünyadan yakalanmış pozlardır. Yazarın gözlem gücü ile buluşan anlatı, uzun soluklu metinlerde okuyucuyu içine çeken bir varlık sebebi olarak metnin içinde yer alır. Yazarın elindeki sonsuz güç olan hayal ve kurgu, onu ucu bucağı belli olmayan bir dünyanın söz sahibi yapar. Anlatılan hayat, sınırları olmayan bir hayattır. Edebiyat yazara böyle bir dünyanın kapısını açar.

Edebiyat yaşamla buluşarak varlığını sürdürür. Olay merkezli yazılarda karşımıza çıkan kesitler aslında akıp giden dünyadan yakalanmış pozlardır. Yazarın gözlem gücü ile buluşan anlatı, uzun soluklu metinlerde okuyucuyu içine çeken bir varlık sebebi olarak metnin içinde yer alır. Yazarın elindeki sonsuz güç olan hayal ve kurgu, onu ucu bucağı belli olmayan bir dünyanın söz sahibi yapar. Anlatılan hayat, sınırları olmayan bir hayattır. Edebiyat yazara böyle bir dünyanın kapısını açar.

Bütün bunların yanında edebiyat, “gerçek hayat” denilen kıyıdan da uzaklaşmaz. Olup bitenden haberdar bir anlatıyı biz edebiyat kaynaklarından ediniriz. Gerçek hayat, kurgu ve fantastik ögeler birleşerek okuyucuya farklı bir dünyanın penceresini açar. İşte bu pencere sadece edebiyat dünyasının değil beyaz perdenin de ilgisini çeken bir cazibeye sahiptir.

Edebiyatın sinema ile bağ kurmasının ve edebî eserlerin beyaz perdeye aktarılmasının birçok sebebi olabilir ama ben iki hususa dikkat çekeceğim: Birincisi; romanların ve hikâyelerin popülerliğinden yararlanmak, diğeri ise senaryo üretemeyen sinema sektörünün edebî eserlerle bu açığı kapatmaya çalışması olarak görülebilir.

“Uyarlama” kavramının sinema ile tanışmasıyla birlikte kurgusu sağlam filmler de sanat dünyamızla buluşmaya başlar. Edebiyat dünyasının çok önemli eserlerinin beyaz perdenin imkânlarıyla buluşması sözün görselle desteklenmesi anlamına gelmekteydi ve böylelikle sanatseverler hem edebiyat hem sinema gibi iki değerli sanatı bir arada bulma şansını yakalama mutluluğunu elde etmiş oluyorlardı.

Dünya sinema tarihinin bilinen ilk uyarlama filminin Grimm Kardeşler’in “Kül Kedisi” adlı masalı olduğu söylenir. Yıl 1899. Daha sonra yeni uyarlama filmler ardı ardına gelmeye başlar. İlk dönemlerde yapılan uyarlamalarda en önemli kıstas, eserin aslına sadık kalmaktı. Uzun yıllar devam eden bu hassasiyet, son yıllara kadar devam etti diyebiliriz. Fakat son zamanlarda uyarlama kavramı sinemada öyle bir hâle geldi ki dizi ya da filmlerde sadık kalınan sadece edebiyat eserinin ismi ve eserin kahramanlarının adları ile sınırlı hâle gelmeye başladı. Günün şartlarına “uydurulan” film ve diziler ne yazık ki edebiyat eserinin de ruhundan uzaklaşılmasına ve eserin özellikle genç nesiller tarafından yanlış tanınmasına sebep oldu. Bu durumda en önemli görev yönetmene ve senariste düşüyor.

Filme konu edeceği edebiyat eserinin aslına sadık kalarak sanatını yapmayı kendine şiar edinen bir sanat adamının sadece bir film değil bir sanat eseri ortaya koyduğu da aşikârdır.
  • Türkiye’de 1960’lı yıllarda başlar edebiyat ve sinemanın bağ kurması. İlk olarak Kemalettin Tuğcu’nun eserleri beyaz perdeye aktarılır. Daha sonra Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü, Necati Cumalı’nın Susuz Yaz, Orhan Kemal’in Murtaza romanları sinemaseverlerle buluşur.

Romanlara ve yazarlara baktığımızda edebiyatın popüler yüzünün kullanıldığı apaçık ortada. Edebî anlamında kült denecek eserleri beyaz perdede görenlerin bu eserlere de ilgi duyduklarını düşünecek olursak iki taraflı bir fayda sağlamadan bahsedebiliriz.

Daha sonraki yıllarda Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu, Halide Edip Adıvar’ın Vurun Kahpeye, Adalet Ağaoğlu’nun Sarı Mercedes gibi romanları da sinema ile buluşan eserler arasındadır.

Elbette sinema ile sınırlı değil edebiyatın buluşması. Televizyon ekranları da diziler aracılığıyla romanlardan uyarlama senaryolara yönelmeye başladılar.

Aslında TRT’nin tek kanal olduğu dönemde çekilen dizilerde romanların asıllarına neredeyse birebir uyulduğu görülmekte. Kuruluş, Küçük Ağa, Acımak, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu gibi romanlardan çekilen dizilerde romanın aslına müdahale olmaması hem romanın hem de yazarın ruhunu incitmediğinden dolayı daha sahih yapımlar olarak karşımıza çıkmıştı.

Filmi ve dizisi çekilen romanların aynı zamanda kitap satışlarına etkisine de dikkat çekmekte fayda var.
Filmi ve dizisi çekilen romanların aynı zamanda kitap satışlarına etkisine de dikkat çekmekte fayda var.

Son yıllarda televizyonlarda diziye uyarlanan romanlarda farklı bir tutum ortaya çıkmaya başladı. Romanın adı, kahramanları ve birkaç detayın dışında romanı alıp 2000’li yılların Türkiye’sine taşıma modası edebiyatın da suyunu çıkarmaya başladı. Holding sahibi kahramanlar, altlarındaki son model arabalar ile yeni aşklara yelken açarken Peyami Safa’nın, Halit Ziya Uşaklıgil’in, Reşat Nuri Güntekin’in kemikleri kesin sızlıyordur.

Filmi ve dizisi çekilen romanların aynı zamanda kitap satışlarına etkisine de dikkat çekmekte fayda var. Yaprak Dökümü, Aşk-ı Memnu, Fatih Harbiye, Huzur Sokağı gibi romanların televizyon ekranlarıyla buluşmasından sonra satışlarının artması, yeni baskılar yapması da ekranın okur sayısına olumlu bir etkisi olarak düşünülebilir.

  • Edebiyatın sinemayı beslediği aşikâr. Yazı dünyasının görsel dünya ile buluşmasının olumlu yanları oldukça fazla. Önemli olan aslına sadık kalarak, eserlerin özünden uzaklaşmadan çalışmalar ortaya koymak.