Tanpınar külliyatına ilaveler

Ahmet Hamdi Tanpınar; şiir, roman, hikâye, deneme, makale, edebiyat tarihi, mektup, günlük gibi türlerde kaleme aldığı eserlerle Türk edebiyatına damgasını vurmuş isimlerden biridir.
Ahmet Hamdi Tanpınar; şiir, roman, hikâye, deneme, makale, edebiyat tarihi, mektup, günlük gibi türlerde kaleme aldığı eserlerle Türk edebiyatına damgasını vurmuş isimlerden biridir.

Türk edebiyatının mihenk taşlarından Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yukarıda zikredilen kitaplarda yer almayan üç yazısı aşağıda dikkatlere sunulmaktadır. Bu yazılardan ilki, ressam Namık İsmail üzerinedir ve Zaman gazetesinde yayımlanmıştır.

Ahmet Hamdi Tanpınar; şiir, roman, hikâye, deneme, makale, edebiyat tarihi, mektup, günlük gibi türlerde kaleme aldığı eserlerle Türk edebiyatına damgasını vurmuş isimlerden biridir. Hayatta iken eserleri sessizlikle karşılanan, bu sebeple de “sükût suikastı”na uğradığını düşünen Tanpınar, özellikle 1980’den itibaren edebiyat âleminde gün geçtikçe artan bir ilgiyle karşılanmıştır.

Türk edebiyatının mihenk taşlarından Ahmet Hamdi Tanpınar
Türk edebiyatının mihenk taşlarından Ahmet Hamdi Tanpınar

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın periyodiklerde dağınık hâlde kalan yazıları, Edebiyat Üzerine Makaleler (1969) ve Yaşadığım Gibi (1970) adı altında Zeynep Kerman ve Birol Emil tarafından derlenerek iki cilt hâlinde neşredilmiştir. Bu iki kitapta yer almayan yazılar, söyleşiler ve anket cevapları 2002’de İlyas Dirin, Turgay Anar ve Şaban Özdemir tarafından Mücevherlerin Sırrı adıyla gün yüzüne çıkarılmıştır. 2016 yılında ise Erol Gökşen bu kitapta yer alan yazılara yeni yazılar ekleyerek Tanpınar’ın periyodiklerde kalmış metinlerini Hep Aynı Boşluk adıyla neşretmiştir.

Türk edebiyatının mihenk taşlarından Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yukarıda zikredilen kitaplarda yer almayan üç yazısı aşağıda dikkatlere sunulmaktadır. Bu yazılardan ilki, ressam Namık İsmail üzerinedir ve Zaman gazetesinde yayımlanmıştır. Daha önce Türk Dili dergisinde Tanpınar’ın Namık İsmail’in ölümü üzerine yaptığı bir konuşmaya dikkat çekmiştim .

1935 yılında Zaman gazetesinde yayımlanan bu yazı da ilgili yazıyı bütünleyecek tarzda bir metindir ve iki yazı bütünleştirildiğinde daha bir anlam kazanmaktadır. Resim sanatına özel bir ilgisi olduğunu bildiğimiz Tanpınar, yazısında yakın arkadaşı Namık İsmail’in portresini çizmekte ve onunla ilgili duygu ve düşüncelerini belirtmektedir.

  • Tanpınar’ın dikkatlerden kaçan diğer iki yazısı anket nev’indendir. Birinci anket cevabı, sanatkâr-patronaj ilişkisi üzerinedir ve Zahir Sıtkı Güvemli tarafından 1937 yılında Haber gazetesinde neşredilmiştir. Dönemin genç yazarlarından Zahir Güvemli, Tanpınar’ın cevabı ile birlikte o dönemde Güzel Sanatlar Akademisi’nde görev yapan ünlü Fransız ressam Leopold Levi ile Burhan Toprak’ın cevaplarına da yer vermiştir. Hayatı boyunca parasızlıktan şikâyet eden Tanpınar, cevaplarında sanatın himayesi hususundaki düşüncelerini biraz da “sitem”li bir üslupla ortaya koyar.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın unutulan bir diğer anket cevabı, Halid Ziya Uşaklıgil üzerinedir. S. K. imzasıyla yayımlanan anket, 1939 yılının Mayıs ayında Yeni Ses mecmuasında çıkmıştır. Bahsi geçen ankete Tanpınar’la birlikte Ragıp Özdem ve Lütfü Erişçi’nin cevapları da eşlik eder. Halid Ziya, Tanpınar için “özel” bir yazardır ve Huzur yazarı ömrü boyunca çeşitli vesilelerle Halid Ziya’yla ilgili pek çok yazı kaleme almıştır. Burada takdim edilen anket de Tanpınar’ın Halid Ziya ile ilgili düşüncelerini derli toplu bir şekilde yansıtması bakımından önemli bir metindir.

Hayatı boyunca parasızlıktan şikâyet eden Tanpınar, cevaplarında sanatın himayesi hususundaki düşüncelerini biraz da “sitem”li bir üslupla ortaya koyar.
Hayatı boyunca parasızlıktan şikâyet eden Tanpınar, cevaplarında sanatın himayesi hususundaki düşüncelerini biraz da “sitem”li bir üslupla ortaya koyar.

Not: Yazılar yayıma hazırlanırken dönemin imlası korunmuş, anlamının bilinmesinde zorlanılacak kelimeler tarafımızdan köşeli parantez içinde açıklanmıştır.

1. Namık İsmail

“Açık alın, şakakların üstünde hafifçe taşan çok ölçülü bir baş, melankolisini pek az gizleyebilen fakat bu sakin yüzde neşe ve samimiyeti en çabuk kabul eden büyük gözler, keskin ve güzel inişli bir burun, büyük, sansüel [duygusal, hisli] çizgilerinde her türlü hazzın meyvesini ısırmaya hazırlanmış ağız… Fakat onu toprak ısırdı! Ve nihayet firar hâlinde bitişik bu çehrenin en büyük tezadını yapan bir çene… İşte Namık İsmail’in yüzü!

Kim bilir, belki de gölgesiz bir adam olmak istiyordu. Müsavi [dengeli] bir ışık altında yaşamayı ideal olarak almıştı. Bunu hayatının her safhasında görmek mümkündü. Ah, her şeyden evvel bir muvazenenin [dengenin] adamı olmak istiyordu ve buna çalışıyordu. Belki içinden buna muvaffak olamamıştı, belki bu, onun biricik yalanıydı. Fakat herhalde böyle görünüyordu.

Namık İsmail
Namık İsmail

Şüphesiz ki Namık İsmail’i çok güzel olan eserlerin sahibi olarak tanırız. Fakat kendi, eserlerinin fevkinde[üstünde] idi ve zaman zaman onları düşündükçe cesareti kırılırdı. Bununla beraber hiçbir zaman eser vermekten çekinmedi. Hayatta en güzel şeyin çalışmak olduğunu bilirdi ve çalışırdı. Namık İsmail’in eseri bütün şahsiyetinin bu iki büyük tezadına göre anlaşılabilir.

O, resmi bir taraftan bir nev’i tabiat aşkı, daha doğrusu ayrılmamak istediği bir güzellik âleminin cüz’ü [parçası] gibi kabul etmişti ve herhangi bir nazariyenin delillerine benzeyen eserlerinin yerine bu aşkın nağmelerini verirdi. Diğer taraftan da resimde kendisini avutan bir sığınak bulurdu. Resimde karakteristiğin, ferdi hususiyetlerin peşinde koşmazdı. Ona istediği kadar çirkin ve karakteristik bir model veriniz, biraz sonra fırçasının tabiatı tashih ettiğini görürsünüz.

Namık İsmail, bir kelime ile estetdi [güzeli en üstün değer kabul edendi]; kendi şahsî görünüşünden tutunuz oturduğu odaya ve yaptığı esere, okuduğu kitaba ve günün her saatindeki meşguliyetine kadar hep bu muvazeneli estet zevkinin hâkimiyeti görülür.

“Namık İsmail İçin”, Zaman, 10 Teşrinievvel [Ekim] 1935, s.5;

Arkitekt, Aylık Yapı Sanatı,

Şehircilik, Dekoratif Sanatlar Dergisi,

Nu.10, 1935, s. 304;

2. Fikir ve Güzel Sanat Devlet Yardımına Muhtaç Mı?

Ahmet Hamdi’ye Göre:

-Ey, üstad, anlat bakalım…

-Vallahi dostum, diyor Ahmet Hamdi. Bu üç sanat, yani resim, heykel ve mimari mükemmelen sipariş alabilir ama edebiyatın sipariş alması biraz gariptir.

-Yok canım, tabii o mevzubahis değil, edebiyat hakkında, demin Burhan Toprak’a sorduğumun cevabını istedim. Yani devlet muayyen [belirli] tahsisatlı [ödenekli] muharrir çalıştırmalı mı?

-Devlet sanat adamını himaye etmeli. Şüphesiz bu, bir zaruret halini alıyor. Bilhassa, eserin sanatkârını açlığa mahkûm ettiği memleketimizde. Fakat devletin otoriter olarak bu işi görmesine taraftar değilim. Yani millet sanatkârı himaye etmeli, hatta vazife bilmeli; fakat bu, kabili tatbik olan sanat şubelerine tatbik edilmeli, yani demin söylediğim sipariş almak meselesi…”

Zahir Sıtkı Güvemli, “Fikir ve Sanat Devlet Yardımına Muhtaç Mı?”,

Haber, 20 Birincikânun (Aralık) 1937, s. 7.

3. Halid Ziya Uşaklıgil İçin Ne Diyorlar?

Sualler:

1. Halid Ziya, romanları ile bize birer sanat eseri mi, yoksa ilk defa edebî bir nev’in hakiki örneklerini vermiştir.

2. Halid Ziya’nın muasırı olan, Garp romancı ve romanları ile kendisinin romanlarını mukayese edersek, ne gibi bir neticeye varabiliriz?

3. Üslup ve lisanı, zamanına ve bugüne göre, nasıl bir hususiyet arz eder?

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Cevabı (Suallere toptan cevap vermiştir):

Bizde büyük ve Avrupaî manasıyla roman, Halid Ziya ile başlar. Vakıa [gerçi] daha evvel Namık Kemal vardır; fakat bizzat kendisi de romancılığından memnun değildir. Tiyatroyu tercih etmiştir. Samipaşazâde Sezai, Namık Kemal ile Halid Ziya arasındadır.

Halit Ziya
Halit Ziya

Halid Ziya’da ilk defa olarak, romancı doğmuş muharririmizi buluruz. Bu itibarla Türk romanının asıl başlangıcı odur. Şüphesiz Halid Ziya’ya bir Balzac, bir Zola cins ve çapında bir romancı denemez, fakat bu ayarda şahsiyetler hiçbir edebiyatta derhal yetişmezler.

Bütün bir tekâmülün [gelişmenin] peşinden gelirler; Halit Ziya romanlarını yazmaya başladığı zaman bu nev’i [tür] Türkçeye gireli 25 sene olmamıştı. İntibah’ta bir oda döşemesini atlatmak için, çektiği sıkıntıyı görürsünüz. İki kişiyi konuşturmak, üç kahramanın portresini yapmak, onun ve devrinin adamları için güç şeylerdi. Denebilir ki lisan yatkın değildi. Cezmi, İntibah ve onları yakından takip eden eserler, ilk denemelerin güçlüğü ile doludur. Hâlbuki Halit Ziya’da birdenbire olgun bir üslup, kuvvetli bir müşahede [gözlem] kabiliyeti, bir hayat ve faciayı –ki tabiri mazur görülürse- buluruz. Bu üslup, ne kadar rahat, zengin nesicli [dokunmuş] ve mevzuunu sıkı sıkıya ihata eden [kavrayan] bir üsluptur. Bittabi [elbette] bunları söylerken yazıldıkları devrin gözüyle onlara bakmak istiyorum. Yoksa bizim bugünkü dil telakkimizin arasından görürsek hükmümüz değişebilir.

Fakat o zaman da haksızlık etmiş oluruz.

Ahmet Hamdi'nin bu eseri edebiyat araştırmalarında önemli bir yer tutuyor.
Ahmet Hamdi'nin bu eseri edebiyat araştırmalarında önemli bir yer tutuyor.

Halit Ziya memlekette çok yerli tipler yarattı. Yerli tip deyince, behemehâl [mutlaka] mahalle bekçisini hatırlayanlar, bittabi bunu kabul etmez. Fakat hakikat şudur ki bir Ahmet Cemil, bir Adnan Bey, bir Bihter, bir Firdevs Hanım ve daha saymaya lüzum görmediğim bir yığın insan, bizim artık etrafımızda mevcudiyetlerini tabiî bulduğumuz bütün o kalabalık, ancak bu çalışmanın sayesinde kendi hakikatlerini, talih ve rüyalarını tahakkuk ettirebilmişlerdir [gerçekleştirebilmişlerdir]. Fakat hakikat şudur ki, yukarıda saymış olduğumuz bütün bu tipler, Hüseyin Rahmi’nin romanlarındaki tipler kadar bu hayatın malıdır. Yalnız şu farkla ki Halit Ziya bazen sadece realitede kalmaz ve o zaman olmasını istediği hayatın muharriri olur. Zaten bizde hiçbir edebî nesil, rüyasını Servet-i Fünun nesli kadar sade yapmamıştır. Kısa süren ve tâbi [bağlı] bulunduğu şeraitten [şartlardan] kuvvetini alan ruh hâletinin [hâlinin] eserde en bariz [belirgin] örneklerini de Halit Ziya vermiştir.

  • Fakat ben onun asıl küçük hikâyelerini, gündelik hayat üzerinde yapılan müşahedelerin bir nevi estetizmin arasından geçmekle beraber şayanı dikkat [dikkat çekici] mevzularını dikte ettiği o küçük şaheserleri sevdim. Hâlâ hiçbir muharririmiz küçük ve kendi üstüne kapanmış mütevazı hayatların şiirine onun kadar varmamıştır, denilebilir.

Halit Ziya’da büyük muharrir için lazım olan her şey vardır. Yalnız, dil meselesindeki ifratı [aşırılığı] olmasaydı… Fakat bu ifrata rağmen, belki de bir nevi tercümenin vasıtasıyla bu esere geleceğiz, buna eminim.

Zamanın Fransız muharrirleri ile münasebetini soruyorsunuz. Bunlar umumî fikirler olur. Yalnız şunu kabul edelim ki, bizim mikyaslarımız [ölçütlerimiz] daima kendimize mahsus olmalıdır. Hem tesirini kabul et, hem mukayese et, sonra geçti geçmedi diye hüküm ver; bu bana biraz tuhaf geliyor.

Mesele şudur: Mukayeseli bir Türk edebiyatı tarihi yapılması lazımdır. O zaman bu hususta müspet şeyler söylenebilir.

Yeni Ses, S. 5 (9), Mayıs 1939, s. 16.