Telif kimin hakkı?

​Telif kimin hakkı?
​Telif kimin hakkı?

“Telif” kelimesi, Arapça “alışmak, tanışmak” fiilinden türemiş. “Uzlaştırma” anlamına geliyor. Nasıl olmuş da “kişinin her türlü fikrî emeği ile meydana getirdiği ürün” anlamını kazanmış, onu bilemiyoruz. Ya da biliyoruz, ama işin o kadarını araştırma kısmını siz değerli okura bırakıyoruz. İş bu kelimenin bir de “ eser yazmak” anlamı var ki, ilk anlamdan buraya kadar nasıl gelmiş iş, bunun açıklamasını da bilmeyip de bilmekten gelebilmek içinTâhirü’l-Mevlevî’ye başvuruyoruz. Hazret, şöyle diyor: “Müellifin bahisleri birbirine ısındırmak sûretiyle kitabına dercetmesi ve eserinde birçok mâlûmat vermesi kitap yazmaya ‘te’lif’ denilmesine sebep olsa gerektir.”

2019 yılının yayıncılık camiası açısından en gözde konusu, Sabahattin Ali’nin eserlerinin telif haklarının kamulaşması. Bilindiği üzere eser sahibinin ölümünden 70 sene sonra, telif hakkı koruma süresi bitiyor ve eser kamulaşıyor.
2019 yılının yayıncılık camiası açısından en gözde konusu, Sabahattin Ali’nin eserlerinin telif haklarının kamulaşması. Bilindiği üzere eser sahibinin ölümünden 70 sene sonra, telif hakkı koruma süresi bitiyor ve eser kamulaşıyor.

Malumunuz, 2019 yılının yayıncılık camiası açısından en gözde konusu, Sabahattin Ali’nin eserlerinin telif haklarının kamulaşması. Bilindiği üzere eser sahibinin ölümünden 70 sene sonra, telif hakkı koruma süresi bitiyor ve eser kamulaşıyor.

Yani, hiçbir mirasçı ya da telif hakkını elinde tutan kurum artık o eserler üzerinde hak iddia edemiyor. Bu 70 yıl meselesi de hayli tartışmalı bir süre tabii.

Bazıları bu süreyi oldukça uzun buluyor, bazıları ise epey kısa. Hatta bazı yazarlar için özel uygulamalar olması gerektiğini savunan, özel olarak bazı yazarların telif hakkı koruma sürelerinin uzatılması tartışmalarını ortaya atanlar da mevcut…

Birkaç örnek üzerinden telif hakkı kamulaşmasına genel bir bakış denemesi

1948 yılında elim bir suikasta kurban giden Sabahattin Ali'nin de eserleri, 2019 yılı itibariyle kamulaştı ve artık her yayınevi bu eserleri yayımlama hakkına sahip oldu.

 Kürk Mantolu Madonna romanının özellikle son yıllarda popüler olması, sosyal medya deyince akla gelen ilk kitap olması (fotoğraflarda kahve fincanlarının en birinci arkadaşı!) ve elbette çok satması işin en çekici olan yanı.
Kürk Mantolu Madonna romanının özellikle son yıllarda popüler olması, sosyal medya deyince akla gelen ilk kitap olması (fotoğraflarda kahve fincanlarının en birinci arkadaşı!) ve elbette çok satması işin en çekici olan yanı.

Tabii her şeyden ziyade, Kürk Mantolu Madonna romanının özellikle son yıllarda popüler olması, sosyal medya deyince akla gelen ilk kitap olması (fotoğraflarda kahve fincanlarının en birinci arkadaşı!) ve elbette çok satması işin en çekici olan yanı. Yani ortada, hâlihazırda çok satan bir yazar var ve neredeyse tüm yayınevleri birer ikişer Sabahattin Ali eserlerini yayımlamaya başladılar ocak ayından itibaren.

Daha öncesinde de birçok yerli ya da yabancı yazarın telif hakları kamulaşmıştı, ama Kürk Mantolu Madonna başta olmak üzere Sabahattin Ali kitaplarının diğer yayınevlerince yayımlanması büyük olay oldu. Olmaya da devam edecek gibi görünüyor.

Henüz çok taze olan bu meseleyi, pek de irdeleyecek bir noktaya gelebilmiş değiliz. Tartışmalar, fikir yürütmeler, tespitler sürüyor. Bu yüzden, isterseniz daha önceki (halk dilindeki adıyla) “telif düşmesi” vakalarına birkaç örnek üzerinden bakmaya çalışalım: Sanırım yayın dünyasında yakın zamanlardaki en büyük gürültü, 2015 yılında Antoine de Saint-Exupéry’nin telif haklarının kamulaşması ile patlak veren Küçük Prens enflasyonuydu.

Küçük Prens savaşlarındaki en ilgi çekici tartışmaların başında ise kitaptaki Atatürk ile ilgili kısmın hangi yayınevi tarafından nasıl Türkçeye çevrildiği olmuştu hatta…
Küçük Prens savaşlarındaki en ilgi çekici tartışmaların başında ise kitaptaki Atatürk ile ilgili kısmın hangi yayınevi tarafından nasıl Türkçeye çevrildiği olmuştu hatta…

Hem dünyada hem de ülkemizde oldukça popüler ve çok satan bir eser olan bu kitabın peşine düştü tüm yayıncılar ve neredeyse Küçük Prens yayımlamayan yayınevi kalmadı artık bugüne geldiğimizde. Küçük Prens savaşlarındaki en ilgi çekici tartışmaların başında ise kitaptaki Atatürk ile ilgili kısmın hangi yayınevi tarafından nasıl Türkçeye çevrildiği olmuştu hatta…

Yine aynı yıl, 1944 yılında vefat eden Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın eserleri de kamulaşmıştı. Birçok yayınevi, farklı edisyonlarla Gürpınar’ın eserlerini yayımladı ama hiç kimse bunun farkında bile olmadı desek, sanırım abartmış olmayız. Türk edebiyatının kıymetli romancılarından biri olan Gürpınar, belirli bir okur kitlesinin üzerine çıkamadı.

Her ne kadar “günümüz Türkçesiyle” bile yayımlansa yayınevlerinin gözde yazarlarından olamadı… 1942 yılında yaşamına son veren Stefan Zweig’ın eserleri ise şimdilerde çok, hem de daha önce hiç olmadığı kadar popüler Türkiye’de.

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Modern Klasikler başlığı altında hazırladığı seride, oldukça dikkat çeken bir iş başararak, Zweig’ı (başta Satranç romanı olmak üzere) âdeta bir yıldız hâline getirdi.
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Modern Klasikler başlığı altında hazırladığı seride, oldukça dikkat çeken bir iş başararak, Zweig’ı (başta Satranç romanı olmak üzere) âdeta bir yıldız hâline getirdi.

Zweig örneği, Gürpınar gibi belirli bir okur kitlesine sahip bir yazardan Küçük Prens çıkarmak örneği olarak, yayıncılık anlamında önemli bir yerde duruyor. Çünkü popüler bir eserin telif haklarının kamulaşması sonrası herhangi bir şekilde çok satması öngörülürken, pek de popüler olmayan bir yazarın eserlerini kamulaşma sonrası okurun nazar-ı dikkatine vermek ve çoksatar/çok okunur hâle getirebilmek mühim.

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Modern Klasikler başlığı altında hazırladığı seride, oldukça dikkat çeken bir iş başararak, Zweig’ı (başta Satranç romanı olmak üzere) âdeta bir yıldız hâline getirdi. Uygun fiyat, ilgi çekici bir ebat, okura bir kitap bitirmiş olmanın hazzını kolayca veren az sayfa sayısı vb. birçok takdire şayan, harika bir konumlandırma yaparak, belki de son yılların en başarılı yayıncılık işini yapmış oldu.

Kısıtlı bir okurun ötesine geçmesi pek de düşünülmeyecek Zweig eserlerini on binler sattı. Hatta Zweig lokomotifinin peşine diğer tüm Modern Klasikler kitaplarını da vagon vagon ekledi ve (Türk Klasikleri de yayımlamaya başlayarak) eklemeyi de sürdürüyor.

Telifin ve müellifin, okurun nazarında değerlenmesi ya da yayımcının bunu değerlendirebilmesi

Yukarıda verdiğim Zweig örneğinden de yola çıkarak, telif hakları kamulaşan bir yazarın eserlerinin farklı yayınevlerince yayımlanmasının yayıncılık anlamında nasıl sonuçlarının olduğunu az çok görebilme, bir teraziye koyma düşüncesine varabiliyoruz.

Tabii bu en başta yayınevleri için büyük bir kazanç, ekonomik anlamda. Telif haklarının kamulaşmasının başka başka yararlarından, en azından biz okurlar tarafından öngörülen veya beklenen yararlarından da bahsedebiliriz elbette.

Mesela: - Güzel, ilgi çekici, telifi/müellifi okurun çekim alanına sokabilecek ve okuruna onu ulaştıracak bir farklı kapak tasarımları, - Okurun akademik anlamda da faydalanabileceği, eleştirel basımların yapılması, - Daha rahat taşınacak ebatlarda (benim gibi ebinde her daim kitap taşıyanlar bilir), daha kolay okunacak puntolarla (gözler bozulmasın) yayımlamak, - Esere bir artı değer katacak önsöz ya da sonsözlerin, kitap ya da yazar hakkında bilgilerin, eleştirel metin eklerinin konulması, - Yabancı bir eserin, daha nitelikli çevirilerinin hazırlanması, - Koleksiyon amaçlı, prestij baskılarının yapılması, - İlâ ahir.

Son niyetine, aslında pek de sonu gelecek gibi görünmeyen bu meselelere son bir bakış

Belki daha kamulaşmasına 28 yıl var, ama Oğuz Atay’ın oldukça hacimli eserlerini tüm yayınevleri yayımlama yarışına girişecek midir dersiniz?
Belki daha kamulaşmasına 28 yıl var, ama Oğuz Atay’ın oldukça hacimli eserlerini tüm yayınevleri yayımlama yarışına girişecek midir dersiniz?

Sabahattin Ali eserleri üzerinden gündeme oturan bu telif meselesi, elbette birçok açıdan ele alınabilecek bir vaka. Neredeyse ilk defa daha “güncel” sayılabilecek, dili daha çok “günümüz Türkçesi” olan, hem de zaten hâlihazırda çok satan bir yazarın eserleri kamulaştı ve bu olay hem okur hem de yayıncılık camiası nezdinde büyük bir ilgiyle karşılandı. (Sabahattin Ali eserlerinin daha öncesinde titizlikle hazırlanıp okura sunulması ve birçok açıdan özenli çalışmalar ile geniş kitlelere ulaştırılmış olmasının önemini de göz ardı etmemek gerekir elbette.)

Tabii akıllara şu sorular da gelmiyor değil bu tartışmaların ortasındayken: Örneğin, önümüzdeki sene telif hakları kamulaşacak olan Orhan Veli’nin eserleri de peş peşe basılacak mı yayınevleri tarafından?

Daha öncesinde YKY ve Dergâh Yayınları arasında mahkemelere kadar varan süreçte telif hakkı konusu gündeme gelmiş olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eserleri 2032 yılında kamulaşınca, ortaya nasıl bir manzara çıkacak ya da?

Belki daha kamulaşmasına 28 yıl var, ama Oğuz Atay’ın oldukça hacimli eserlerini tüm yayınevleri yayımlama yarışına girişecek midir dersiniz? Telif hakları ve “telif düşmesi” meselelerinin artık daha ciddi bir şekilde tartışılması ve özellikle yayınevlerince daha titizlikle ele alınması gereken bir mesele olduğu Sabahattin Ali örneği ile aşikâr olmuş durumda. Peki, sonuç itibariyle mirasçılar hiçbir hak talep edemeyince, kamulaşan eserlerin kazananı kim olacak? Yayınevleri mi yoksa okurlar mı? Göreceğiz.