Yahya Kemal ve bir intihal dedikodusu

Türk edebiyatımızın güçlü isimlerinin Fransız sanatçılarını örnek alarak ortaya koydukları eserlerinden bazıları “intihal” gibi nahoş ithamlarla karşılaşmıştı.
Türk edebiyatımızın güçlü isimlerinin Fransız sanatçılarını örnek alarak ortaya koydukları eserlerinden bazıları “intihal” gibi nahoş ithamlarla karşılaşmıştı.

Batı tesirinde gelişen Şiir, Roman, Tiyatro gibi edebi eserlerin birçoğu edebi hırsızlıkla suçlanmış, Peyami Safa, Necip Fazıl, Ahmet Haşim , Reşat Nuri gibi seçkin kalemler bu ısnattan kurtulamamıştı. İntihalcilikle suçlanmayan edebiyatçımız neredeyse yoktu, öyle ki Yahya Kemal’de bu iddialardan nasibini almakta geçikmiştir.

Tanzimat sonrası edebiyatçılarımız Batı’yla özellikle Fransız edebiyatıyla içli dışlı olmuş ve nihayetinde Batı tesirinde bir Türk edebiyatı meydana gelmişti.

Yeni Türk şiirinin ilk temsilcilerinden biri olan İbrahim Şinasi başta olmak üzere, Tanzimat şiirindeki Batılılaşma (Yenileşme) hareketinin asıl büyük ihtilalcisi Abdülhak Hamid’e kadar pek çok Türk sanatkârı Fransız edebiyatının tesirindeydi.

Ancak bu etkilenme veya tesir, zamanla bazı dedikodulara yol açmış ve edebiyatımızın güçlü isimlerinin Fransız sanatçılarını örnek alarak ortaya koydukları eserlerinden bazıları “intihal” gibi nahoş ithamlarla karşılaşmıştı.

Batı tesirinde gelişen şiir, roman, tiyatro gibi edebî eserlerin birçoğu edebî hırsızlıkla suçlanmış, Peyami Safa, Necip Fazıl, Ahmet Hâşim, Reşat Nuri gibi seçkin kalemler bu isnattan kurtulamamıştı. İntihalcilikle suçlanmayan edebiyatçımız neredeyse yoktu, öyle ki Yahya Kemal de bu iddialardan nasibini almakta gecikmemiştir.

Mütareke günlerinde Şebab dergisi, “Hece-Aruz” tartışmalarını hiç yoktan yeniden alevlendirince, Yusuf Ziya,“Mürur-ı Zaman” başlıklı yazısıyla hece veznini kutsaması bardağı taşırmış, Alemdar gazetesiyle Şebab yazarlarını karşı karşıya getirmişti.

Şebab’ın yazarlarından Sedat Nâmi, hece vezniyle şiir yazan şairlerin eserlerinde birbirine benzeyen mısraların olduğunu ileri sürerek Yusuf Ziya’yı ve nihayet hece vezniyle şiir yazanları intihalcilikle suçlar. Ancak kavga o kadar derinleşmiştir ki, Ercüment Behzat, “Maskeler Düşerken” başlıklı bir “zeyl” hazırlayarak daha büyük ve ciddi bir kavganın fitilini ateşleyecektir. Ercüment Behzad’a göre, Sedat Nami’nin karşılaştığı intihallerden maada Yusuf Ziya Bey’in; Yahya Kemal, Faruk Nafiz, Halid Fahri, Orhon Seyfi Beylerden intihal ve ilham suretiyle aldığı mısralar vardır ve Yusuf Ziya asıl manasıyla edebî bir hırsızdır. 1

“Maskeler Düşerken’den Sonra: Ricat” başlıklı yazısıyla konuya başka bir boyut kazandıran Sedat Nâmi, “edebiyata bir kelime oyuncakçılığı güzelliğinin arkasından bakıyorlar” şeklinde suçladığı Yusuf Ziya ve arkadaşlarına şu ağır cümlelerle yüklenmişti: “Başında Yusuf Ziya olduğu halde bütün arkadaşları şekle ve kalıba o kadar düşkün ve vurgun bir iptila ile sarıldılar ki mânâ, ifade, ahenk ve nihayet bir kelime ile şiiriyet bu kalemlerde intihal, bir yazıda değerli değersiz manalı manasız bir sürü mısraların mademki hecelerin parmakların gidişine tabidir ve mademki sonunda kafiye diye yukarıya benzer bir kelime gelmiştir. Artık yazı altına bir imza atılıp Alemdar’a konmak hakkını kazanmış demektir. 2

Akbaba’cı Yusuf Ziya’nın hece veznini Millî Edebiyat heyecanıyla aruza karşı savunması başına iş açmış ve edebiyat tarihimizin en büyük günahlarından biriyle zan altında kalmıştı. Bu korkunç suçlamaya karşı sadece susmayı tercih eden Yusuf Ziya, iki ay sonra Yahya Kemal’in Fransız edebiyatından aynen tercüme ederek “şiir namı altında ortaya attığı mısraların” aslında birer çalıntı olduğunu ileri sürmüştü.

Tanzimat sonrası edebiyatçılarımız Batı’yla özellikle Fransız edebiyatıyla içli dışlı olmuş ve nihayetinde Batı tesirinde bir Türk edebiyatı meydana gelmişti.
Tanzimat sonrası edebiyatçılarımız Batı’yla özellikle Fransız edebiyatıyla içli dışlı olmuş ve nihayetinde Batı tesirinde bir Türk edebiyatı meydana gelmişti.

Alemdar gazetesinde çıkan bu habere çok sinirlenen Yahya Kemal, iki gün sonra yayımlanan Akşam gazetesindeki sütununda şöyle yazacaktır: “Ferdası gün Alemdar’a baktım, ‘Aynen tercüme ederek ortaya attığım mısraların asılları’ yok, bir yaygara sütunu vardı. Bu haberi yayıp duyuran Yusuf Ziya Bey’e birçok yazarlardan ve bendenizden el çabukluğuyla piyes mevzuu ve şiir mazmunu aşırmaktaki maharetine nisbetle, ‘hece vezninin Arsen Lupin’i diyorlar. Hatta bu delikanlının bu itiyadı o kadar şayi olmuş ki, son Karagöz gazetesi “Bir derin uykuya dalmış mahalle” diye söylediği bir mısraa, ‘Fırsat bu fırsattır elini çabuk tutmağa bak!’ mukabelesinde bulunuyor. Alemdar gazetesinin karilerini gelecek hafta intizardan kurtarmak için arz ederim ki, imzamla neşrettiğim beş on ufak tefek manzumenin Fransızcada ve diğer lisandaki asıllarını Alemdar gazetesi ne gelecek hafta ne öbür hafta, hiçbir hafta neşredemeyecektir”.3

İstanbul’un kaotik ortamından bir yolunu bulup beş parasız ve belki de bir tek kelime Fransızca bilmeden “hayalleri nurlara gark eden” Paris’e kaçan Yahya Kemal, hatıralarında Fransız kültürünün üzerindeki etkilerini şu dikkat çekici cümlelerle açıklıyor: “Fransız şiirinin, fikrinin, zevkinin havası içinde balık suda yaşar gibi yaşıyordum”.4

  • Saint Germain Bulvarı.
  • Hatıralarının bir yerinde, Victor Hugo’da biraz duraksadıktan sonra, Charles Baudelaire’ci olduğunu, Baudelaire’in doğduğu evin Saint Germain Bulvarı tarafından kesilmiş eski arsasını, çocukken oynadığı Luxembourg Bahçesi’ni, gençken yaşadığı Pimodan Oteli’ni, öldüğü hastaneyi, gömüldüğü Montparnasse Mezarlığı’nı, Baudelaire’in temas ettiği neresi varsa bir karasevdalı gibi aşina olduğunu yazan Yahya Kemal, daha sonra Paul Verlaine’i, Gautier’yi, De Banville’i, Maeterlinck’i takip etmiş ve bu şairlerin etkisinde kalmıştı.

Dokuz sene boyunca Paris’in şiir ve sanat havası içinde yaşamış olduktan sonra oradan gazel söyleyerek dönen bir şairin karşısında onun bu derece millî Türkçe ile yazması, bu derece birliğimize bağlı kalmasının nasıl açıklanacağını merak eden Abdülhak Şinasi Hisar’a göre, Yahya Kemal, “muasır Fransız şiirini bir öncü olarak görüyor ve Fransız şiirinde bir manzume, bir kıta, bir beyit yahut bir mısraın cazibesine kapıldığı zaman, bu şivenin, bu nüktenin Türkçede nasıl eda edilebileceğini düşünüyordu”. 5

Denilebilir ki diyor Abdülhak Şinasi, “Yahya Kemal, İstanbul’a döndükten sonra bizim millî havamız içinde de Avrupa’yı bir an unutmamış olduğu gibi, Türkiye’yi, Türkçeyi ve Türklüğü bir an unutmuş değildir. İşte bunun için bize hem en millî hem en Avrupakârî şiirleri o vermiştir”. 6

Ne var ki, “muasır Fransız şiirini bir öncü olarak gören ve Fransız şiirinde bir manzume, bir kıta, bir beyit yahut bir mısraın cazibesine kapıldığı zaman, bu şivenin, bu nüktenin Türkçede nasıl eda edilebileceğini düşünen” ve bu düşündüklerini şiire döken Yahya Kemal, etkilendiği Fransız şairlerinden “teknik” ve “konu” almış, seçtiği temaları yenice bir form içinde yazmayı denemişti. 7

Ancak bu denemeler bazı eleştirilere maruz kalmış, üstelik peş peşe suçlamaları beraberinde getirmişti. Necip Fazıl’ın yazdıklarına bakılırsa, Peyami Safa, şairin “Leyla” adlı şiirini asıl ismi Solange olan bir Fransız şairinden intihal ettiğini yazmaktadır. “Hâlbuki Yahya Kemal onun Fransızcasını da azizlik olsun diye kendisi yazdığı ve böylece bizzat davet ettiği bir ithama karşı tuzak kurmak istediğini iddia eder. İftira eden hesabına da iftirayı davet eden ve ona tuzak kuran adına da ne şeref ne şeref!” diyen Necip Fazıl’ın son cümlesi Peyami Safa’nın iddialarına başka bir boyut kazandırmaktadır: “Oysa kimse farkında değildir ki, onun ‘Hâlâ dilimdedir tuzu engin denizlerin’ mısraı tevil kabul etmez biçimde Omeros’un Odieus Destanı’ndan…” 8

Yahya Kemal ve Peyami Safa’nın arası açılmış mıydı veya açıldıysa hangi sebepten bu dargınlık düşmanlığa dönüştü bilemiyoruz.

Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim Tör, 1908 sonrası seçkin ve zengin Türk edebiyatını Avrupa kamuoyunda tanıtmak maksadıyla Reşat Nuri Darago’ya Türk Edebiyatı Antolojisi’nin Fransızcaya tercümesini sipariş etmiş, ancak Türk Edebiyatı Antolojisi dönemin kalburüstü şair ve yazarlarınca eleştirilmekten geri kalmamıştır.

Antoloji, hakkında ilk toplantı, perşembe günü Kültür Haftası yararınca yapılmıştır. “Esere seçilen parçaların isabetsizliği, tercüme yanlışları, pek değerli isimlerin- ve eserlerin unutulması veya Ziya Gökalp’in “Ahmet Haşim nesline mensup”ve onun tesiri altında bir şair gibi gösterilmesi” Kültür Haftası’nın müdavimlerinden Yahya Kemal, Münir Serim, Ahmet Hamdi, Suut Kemal Yetkin, Sabri Esat Ander, Ziyaeddin Fahri, Muzaffer Yürük, Mazhar Şevket, Mümtaz Turan, Sabahattin Eyüpoğlu ve elbette Peyami Safa’nın dikkatlerini çekmişti.

O günkü toplantıda, Yahya Kemal, ne kendinin iddia edildiği gibi parnasyenist ne de Ahmet Haşim’in sembolist olduğunu, aksine Haşim’in şiire serbest nazımla başladığını, “aruzun memdud ve maksur heceleri içinde serbest nazım olamayacağını, buna serbest müstezad demenin daha doğru olacağını Haşim’e daha önce söylediğini ileri sürer. Hatta Yahya Kemal’e göre, Fransa’da sembolizm denilince Henri de Réigner’in akla gelmediğini, “Ufukta bir ser-i maktuu andıran güneşi” mısraında sembol değil manzaranın olduğunu, teşbih ve istiare sanatını sembolizm zannetmekte acele edilmemesi gerektiğini iddia eden Yahya Kemal, Piyale’nin mukaddemesinde Ahmet Haşim’in saf şiiri savunurken sarahat düşmanı görünmesine rağmen Haşim’in “aydınlık bir şair olduğunu” söyleyiverir.

Münir Serim’in, Haşim’in daha ziyade Verhaeren ve Rodenbach’ı sevdiğini hatırlatmış, ancak Piyale şairine tam anlamıyla sembolizm atfedilemeyeceği üzerinde mutabakatla ittifak edilen toplantının bir istirahat vakfesinde, Fransızca antoloji elden ele dolaşmıştır.

Peyami’nin yayımladığı Kültür Haftası toplantılarına girecek kadar yakın olan Yahya Kemal o günkü toplantıda ne hikmetse “intihal” dedikoduları hakkındaki kanaatini de açıklamak istemiştir.“Mehlika Sultan” şiirini Belçikalı şair Maurice Maeterlinck’in Serres Chaudes’unun etkisiyle yazdığını açıklayan Yahya Kemal’in intihal hakkındaki görüşleri dikkate değerdir:

“Bu intihal davası, üstünde çok durulması lâzım gelen bir meseledir. Avrupalılar bununla çok uğraşmışlardır. İntihal hükmü vermek güç bir iştir. Tesir, taklit, mülhem olmak, yaratma, recréation, réminiscence (şuursuz olarak hatırlama) birbirine karıştırmamak icap eder. Ben intihallere dair bazı etütler gördüm. Racine’i, Corneille’i, Hérédia’yı iddia edilen asıllarına göre kontrol ettim. Bir etüt de Le Cid’in yüz yirmi mısraının Guilhem de Castro’dan doğrudan doğruya tercüme edilmiş olduğunu bildiriyordu. Tetkik ettim ve aslını gözümle gördüm. Comoedia gazetesinde bir etüt Shakespeare’in on üç bin mısrasından dokuz bininin ya doğrudan doğruya veya takriben intihal olduğunu iddia etmişti. Hamlet’in Danimarka masallarına, Jules César’ın Svetonius’a neler borçlu olduğunu da biliyoruz. Fakat yine de Shakespeare’e intihal isnat etmek için düşünmek lâzımdır.9

Hilmi Ziya Ülken, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sabri Ander, Suut Yetkin ve Peyami Safa’nın da intihal örnekleri vererek zenginleşen fikir toplantısında “intihalin şekli, nevi, derecesi, şahsiyet içinde aldığı hale göre hüküm verilmek lazım geldiği” hususunda birleşilmişti.

Kültür Haftası’nın bu seçkin toplantısından yirmi yıl sonra Peyami Safa, eski dostunun Mallarmé’nin “Deniz Meltemi” şiirinin esas motiflerini aynen alarak “Sessiz Gemi” adlı şiirini yazdığını ileri sürecek, hatta onu edebî hırsızlıkla suçlayacaktı. 10 Ve Peyami, “Yahya Kemal’in Üç Devresi” başlıklı yazısının devamında iki şiirden örnekler verir:

  • “Gideceğim demir al sallanarak ey gemi
  • O bilinmez ülkeye geldi yönelmek demi
  • Yine kırılsın ümit kederin en çetini
  • Takınca mendillere ebedi hasretim”
  • Stephane Mallarmé, “Deniz Meltemi”
  • “Artık demir almak günü gelmişse zamandan Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.”
  • Yahya Kemal, “Sessiz Gemi”

Peyami Safa, “Fakat bu manzumesi” der ve şöyle devam eder: “Yahya Kemal’in Fransız şiirine son mendil sallayışıdır. Ötekilerde Fransız şiirinin orta malı hayâllerine rastlanırsa da Osmanlı şiirinin mazmunları hemen de aynen görülür. Yahya Kemal’in en köklü ve soylu tarafı, şiirlerinden ziyade sohbetlerinde ifadesini bulan tarih aşkıdır. Asıl Yahya Kemal yazmadığı o tarih şiirinin şairidir”.

Ölümünün ardından bazı gazetelerin Yahya Kemal’in bir beytinin yanlış verildiğinden bahseden Peyami Safa, şairin bazı özlü söz niteliğindeki beyitler yazmaktan hoşlandığını belirterek sözü bir yıl önceki iddiasına getirir: “Yahya Kemal’i bu manzum yaveleriyle değil, mazmunlarını divan veya Fransız edebiyatından aynen aldığı şiirleriyle de değil, yüzde yüz kendi yaratma eseri olan birkaç nefis manzumesiyle değerlendirip onun edebiyat tarihimizdeki hakikî yerini tayin edecek hâlis tenkitçiyi bakalım ne zamana kadar bekleyip duracağız?” 11

Peyami Safa.
Peyami Safa.

Peyami, “halis tenkitçiyi” bekleyedursun, sahibi olduğu Türk Düşüncesi dergisinde Nimet Arzık’ın “İşte Yahya Kemal” başlıklı yazı dizisinde intihal suçlamaları hız kesmeden devam etmiş, hatta “Sicilya Kızları” şiirinde Fransız şairlerinin çok sık kullanarak eskittiği imajları kullandığından bahsedilmiş ve “Ses” şiirindeki “Bir kanlı gül ağzında ve mey kasesi elde” mısraının da apaçık çalıntı olduğu iddia edilmiştir.12 Bu iddialara, şairin eski dostlarından Suut Kemal Yetkin şöyle cevap verecektir: “Şimdiye kadar şiirde konu aşırmalarından -sanki şiirde konu imiş gibi- söz edildiğini işitmiştik. Ama mısra kuruluşunun, söyleyişinin aşırıldığını hiç duymamıştık. Bunu da duyduk. Yahya Kemal’in Güftesiz Beste gibi gençliğinde yazdığı bir iki şiir dışında, o da sırf biçim denemeleri olarak, Fransız şairi Verlaine’i uzaktan hatırlatan tek bir eseri gösterilemez. Nasıl gösterilebilir ki? Mektepten Memlekete dönmeyi o savunmuştur”.13

Türkçenin en estetik şiirlerinden Piyale’nin şairi Ahmet Haşim de intihalcilikle suçlanmış, “Yarı Yol” şiirini Rudyard Kipling’in Congl adlı şiir kitabındaki “Maymunların Şarkısı” şiirinden aldığı ileri sürülmüştür. Salih Zeki, “Süvari” şiirini Japon bir şairden esinlenerek yazdığını düşünmüş, Mercure de France dergisinde yayımlanan bu Japon şiirlerinin altlarının mor ve kırmızı kalemle işaretlendiğini görünce de “Süvari’nin aslını bulduk” şeklinde imalı konuşunca Haşim sinirlenerek “Şiir çalınmaz, şiir çalınmaz!” diye bağırmıştır. 14Haşim’in söylediği gibi, hiç kuşkusuz başka bir dilden şiir çalınamaz, çünkü şiirin kendine has bir söyleyişi, ses ve mânâ değeri vardır. Bütün edebî türler içinde birebir çalınması mümkün olmayan şiirde, etkilenme, esinlenme, tevarüt olması muhtemeldir.

Yahya Kemal Fransız şairlerinden etkilendiğini ve bazı şiir parçalarını bu etkilenme sayesinde yazdığını hatıralarında nakletmektedir.

Yakup Kadri’ye göre, “Yahya Kemal’in fantezi şeklinde yazdığı şiirlerde diğer Fransız şairi Maeterlinck’in izini kolaylıkla bulmak mümkündür”.15 Aslına bakılırsa Sicilya Kızları, Bergama Heykeltıraşları, Hereddia’nın Les trophéees’sinde yer alan sonelerden esinlendiği, hatta Açık Deniz, Mohaç Türküsü, Akıncı, Süleymaniye’de Bir Bayram Sabahı, O Rüzgâr gibi şiir parçalarının da içerik ve kavram bakımından benzerlikler taşıdığı görülmektedir. Bununla birlikte Heredia’nın epik sonelerinde kullandığı bazı kelimeler de neredeyse aynıdır.

Modern Türk Şiirinde Fransız Etkileri adlı çalışmasında “Yahya Kemal’in büyük ölçüde modern Fransız şiirinden hareketle ortaya koyduğu şiir estetiği’nin özgün bir buluş değil, XIX. yüzyıl Fransız sembolist ve parnas şiirinin aşamalı bir keşfi” olduğunu ileri süren Kemal Özmen’e göre, Yahya Kemal etkilenmeye bariz bir şekilde açıktı. Özmen’in şu değerlendirmeleri dikkate değer olmakla birlikte bir o kadar da düşündürücüdür: “Bizzat Yahya Kemal’in kendi sözleriyle de dile getirdiği güçlü etki izlerinin şiirlerinde şaşırtıcı derecede derinliksiz kalması düşündürücüdür. Görünürde etkilenmeye bu denli açık bir şairin kendisini özellikle taklit sahasının dışında tutma gayreti, “etki”nin yaratıcılığı güdüleyen bir uyarıcı olduğunu söyleyen Gide’ın, “etki bir şey yaratmaz, uyandırır” sözüyle örtüştüğü görünmektedir; ancak bu söz, Yahya Kemal’in poetikası bağlamında ilkesel düzeyde doğru olmakla birlikte, “etki”- nin uyandırdığı şeyin Yahya Kemal’de ne derece şiire, özellikle de peşinde olduğu saf şiire dönüştüğü konusu şairimizde tartışmalıdır”.16

Yahya Kemal, Fransız şairlerinden etkilenerek bazı şiirlerini yazdığı malumdur.

Nimet Arzık ve diğerlerinin ileri sürdüğü iddialar bu kuvvetli etkilenmenin tezahürü denilebilir. Oysa Necip Fazıl’a göre, Yahya Kemal, “yaşadığı devrin, bilhassa sanatta baştan başa sathî ve sahte oluşları ve bu oluşların mukallit ve aşağılık örnekleri arasında, kelimenin bütün mesuliyetiyle gerçek bir şairdir.”

Necip Fazıl’ın, şairi intihalle suçlamamakla birlikte sözlerine şöyle devam eder: “Şu kadar ki bu gerçekliği Türk’ün cemiyetinden edebiyatına kadar sarsılan binasında, şiir köşesiyle de olsa bir temel kuracak büyük terkip ve cevhere ulaştıramamıştır. Bu bakımdan, Yahya Kemal’i en kısa bir ifade içinde özleştirebilecek bir cümle aramak lâzım gelse denebilir ki, o, ‘dünyaları kavramakta en ileri plâstik zevk hadlerinin mağrur inzivasına çekilmiş ve buradan büyük idrake yol bulamamış sanatkâr’dır.” 17

İntihal iddiası ve suçlamaları, ciddi delillere dayanması ve ispatı gerekirken bizde ne yazık ki bir polemik veya kavga metaı haline getirilmiştir.

Ergen toplumlarda, hakikatin ortaya çıkarılması, hele hele objektif usullere riayet edilmesi mümkün değildir. Oysa emperyal bir terbiye ve kültürün varisi Türk aydınlarının birbirlerini hiç yoktan sebeplerle intihalle, hırsızlıkla, çalmakla suçlamalarına bir anlam vermek zor olsa gerekir.

Kanaatimce intihal Türk düşünce ve kültür hayatının problematik konularından biridir ve intihal iddiasında bulunurken dikkatli olunmalıdır.

  • Nurullah Ataç.
  • Edebiyatımızın önemli şiir eleştirmenlerinden Nurullah Ataç’a göre intihal münekkidi, edebiyatı alâkadar edecek bir mesele değildir; herhangi bir hukuk, hatta bir polis işidir. İntihal etmek, başka birinin eserini kendimizindir diye ortaya çıkarmak, şüphesiz çirkin bir şeydir.

Fakat bu, Remy de Gourmont’un Le Probleme da style’in bir bahsinde çok iyi anlattığı gibi, intihal eden ahlâkça zayıflığından ziyade bönlüğünü gösterir.” 18

Dipnotlar 1. Ercümend Behzad, “Maskeler Düşerken”, Şebab, 5 Teşrinisani 1336/1920, nr. 15, s. 375-376 2. Sedat Nâmi, “Maskeler Düşerken’den Sonra: Ricat”, Şebab, 16Kanunuevvel 1336/1920, nr. 17, s. 418-422 3. Yahya Kemal, Akşam, 17 Teşrinievvel 1920. 4. Yahya Kemal, Çocukluğum, Gençliğim, Siyasî ve Edebî Hatıralarım, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul, s. 106 5. Abdülhak Şinasi Hisar, Yahya Kemal’e Veda, Hilmi Kitabevi, İstanbul 1959, s. 18 6. Age., s. 18 7. Necmi Naz, Baudelaire Efsanesi, X Yayınları, İstanbul 1997, s. 245 8. Necip Fazıl Kısakürek, Babıali, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 2004, s. 90-91 9. Kültür Haftası, 12 Şubat 1936, nr. 5, s. 81 10. Peyami Safa, “Yahya Kemal’in Üç Devresi”, Türk Düşüncesi, nr. 52, 1 Aralık 1958 11. Peyami Safa, “Yahya Kemal’in Bir Beyti”, Milliyet, 4 Ocak 1959 12. Nimet Arzık, “İşte Yahya Kemal”, Türk Düşüncesi, 1 Eylül 1957, nr. 10-43, s. 5-6 13. Suut Kemal Yetkin, “Yahya Kemal Beyatlı”, Vatan, 7 Aralık 1958 14. Şerif Hulusi, Ahmet Haşim, Bilgi Yayınevi, Ankara 1967, s. 182 vd. 15. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, Bilgi Yayınevi, Ankara 1969, s. 149 16. Kemal Özmen, Modern Türk Şiirinde Fransız Etkileri, Sel Yayınları, İstanbul 2016, s. 138 17. Necip Fazıl Kısakürek, “Edebiyat Mahkemeleri: Yahya Kemal”, Büyük Doğu, 8 Şubat 1946, nr. 15, s. 5 18. Nurullah Ataç, Milliyet, 22 Eylül 1934