Annemin içine doğan

Doğa intikamını aldı, öyle mi, diye sordum. Bu olanları hâlâ aklım almıyordu aslında.
Doğa intikamını aldı, öyle mi, diye sordum. Bu olanları hâlâ aklım almıyordu aslında.

Dünyanın, yani sizin dünyada yaşadığınız zamanın sonu geldi, artık bize zarar veremeyeceksiniz, dedi öfkeli bir ağaç. Hisleri anında duygularına yansıyor bu canlıların. Bak tamam, insanlara kızmakta haklısınız ama lütfen bana neler olduğunu ve nerede olduğumu anlatın, dedim. Anlatın, dedi aynı öfkeyle.

Böyle şeyler sadece dizilerde olur diye bağırdım. Bir de hikâyelerde. Hayır, ben bir hikâyeye ait değilim, bir hikâyem var tabii ama sizin düşündüğünüz gibi değil. Peki, en baştan başlayalım.

Okuldan eve üç aktarmayla, tıklım tıklım dolu otobüslerde tutunacak bir direk ya da koltuk kenarı bulunca sevinerek geldiğim günlerden biriydi. Akşam yemeğinin ardından uyumayı düşünmüştüm gün boyunca. Ellerimi yıkadıktan sonra mutfağa girdim. Annem ocağın altını söndürürken mırıldanıyordu. Dünyanın sonu geliyor. Yine ne oldu dedim, henüz üzerine sosu dökülmemiş salatalıklardan bir tanesini alıp ağzıma atarken. Dünya diyorum işte, sonu geliyormuş, kıyamet kopacakmış. Güldüm, tabakları alarak mutfaktan çıktım. Salondaki televizyon açıktı. Savaş nedeniyle hayatını kaybeden insanlar, boşanmak isteyen karısını doğrayan bir adam, evdeki silahla oynarken ablasını vuran bir çocuk, vaatlerinin büyük bir çoğunluğunu yerine getirmeyen siyasetçiler, hayvanlara eziyet eden bir grup... Dün akşam dinlediğim haberlerdi bunlar. Tecavüze uğrayan bir genç kızın haberi verilirken televizyonu kapattım. Yolda okumuştum bu haberi. Kızın kıyafetlerinin ne olduğunu sorgulayanların yorumlarını okurken midem bulanmıştı.

  • Abimin on altıncı doğum günümde beni neden karate kursuna yazdırdığını gün geçtikçe daha iyi anlıyorum. Annem söylenmeye devam ediyordu. Gözleri nemliydi, kalbini tutarak konuşuyordu.

Karıncaların ve kuşların deprem gecesinde farklı tepkiler verdiğini okumuştum uzun zaman önce, belki de anneler de kıyametin yaklaştığını hissediyorlardır. Olabilir miydi böyle bir şey, bilmiyorum. Güldüm bunu düşününce. Bu aralar sinirlerim iyice yıpranmıştı. Yaşanan bunca kötü olayların son bulması için kıyametin kopmasını bekleyeceğimizi düşünürdüm çoğunlukla. Ama annemin tepkisi daha farklıydı. Babam ve abim bu gece işten geç çıkacaklarını yazmışlardı whatsapp aile grubumuza. Bugün kahvaltının ardından yemek yiyecek zaman bulamamıştım, bu yüzden sevgiyle bakıyordum tabaktakilere. Annem de oturunca hızla yemeye başladım.

Doyduğumu hissettiğim zaman anneme baktım. Hiçbir şeye dokunmamıştı. Kıyamet kopacak diyorum ama eve geç geleceklerini söylüyorlar, ya onları bir daha göremezsem, dedi ona dikkatli bir şekilde baktığımı fark edince. Oldukça ciddiydi. Sen nereden çıkardın kıyametin kopacağını, bak her şey yolunda, derken aklıma yine haberler geldi. Yolunda olmayan şeyleri görmezden gelmeyi denedim bir an için. Bugün günde söylediler dedi, gözyaşlarını silerken. Kendimi tutamayıp gülmeye başladım bu cevap üzerine.

Yaşanan bunca kötü olayların son bulması için kıyametin kopmasını bekleyeceğimizi düşünürdüm çoğunlukla.
Yaşanan bunca kötü olayların son bulması için kıyametin kopmasını bekleyeceğimizi düşünürdüm çoğunlukla.

Buna gündeki teyzeler mi karar veriyor, kısır yiyip muhabbet etmek yerine dünyanın sonunu mu konuşuyorsunuz siz, dedim. Ama sonu geliyor dediği an gök gürledi. Hayır, parçalandı. Çatıdan sesler gelmeye başlayınca kapıya koştuk. Çıktığımız an çatı çöktü, yandaki bina üzerimize yıkıldı. Her yerim ağrımaya başlamıştı, saç diplerim sızlıyordu. Anneme seslenmek istedim, yapamadım. Ellerimi hareket ettirip yüzümün üzerindeki ağırlığı kaldıramıyordum. Sonra birden her şey hafifledi...

*

Böyle şeyler sadece dizilerde olmaz, diyen bir ses duydum aniden. Korkuyla sıçradım. Etrafta kimse yoktu. Benden ve ağaçlardan başka. Deliriyor olmalıyım. Ses onlardan geliyor olamazdı herhalde. Evet evet, oldukça gerçekçi bir rüyanın içindeyim. Yanımdaki ağacın adını bilmiyordum. Aslına bakarsanız, buradaki ağaçların hiçbirini tanımıyordum. Her yanım ağaçlarla dolu. En son ne zaman bir ormanda yürüdüğümü bile hatırlamıyordum. Ağaca dokundum yavaşça. İzin aldın mı, diye bağırdı az önceki ses. Korkarak geri çekilecektim ki ayağım takıldı, yere düştüm. Bakışlarımı ağaçtan ayıramıyordum. Daha sakin bir ses, sizin döneminiz kapandı dedi. Kim bilir hangisiydi? Nasıl yani dedim bağdaş kurarak. Saatlerdir yürüyordum zaten, ağaçlar ve otlar dışında hiçbir şey görememiştim. Ayak seslerimden ve rüzgardan başka bir ses yoktu.

  • Dünyanın, yani sizin dünyada yaşadığınız zamanın sonu geldi, artık bize zarar veremeyeceksiniz, dedi öfkeli bir ağaç. Hisleri anında duygularına yansıyor bu canlıların. Bak tamam, insanlara kızmakta haklısınız ama lütfen bana neler olduğunu ve nerede olduğumu anlatın, dedim. Anlatın, dedi aynı öfkeyle.

Uzun, uzuuun zaman önce. Robotlarla mutlu olduğunuz zamanları hatırlıyor musun? Onlar bizim dilimizi çözdü. O zamanlar her şey normaldi. Sonra insanoğlu sadece kendini düşünerek bizi yakmaya başladı, kapladığımız yerlere hiç düşünmeden saldırıp bizi fazlalık olarak gördükleri dünyadan temizlemeye çalıştılar.

Bina sayısı bizim sayımızı aşmaya başladı, öylesine acımasızdınız ki... Yaşamak için bize ihtiyacınız olduğunu unutmuştunuz, bir an bile düşünmüyordu insanlar bizim bedenlerimize baltayla, ateşle yaklaşırken. Bu gidişatın bizi tamamen tüketeceğini anlayan büyüklerimiz, robotlarla bir anlaşma yaptı. Son üretilen robotların nasıl bir enerjiye sahip olduğunu siz bile tahmin edemezdiniz. Yeryüzündeki binaların büyük bir kısmının yıkılması, onların yerine ağaçların ve çiçeklerin dikilmesi konusunda hemfikir oldular. Sadece robotlara yetecek kadar bina kalacaktı geride. Sonraki aşama en kolayıydı. Robotlar, insanların ölmesine neden oldu. Sizden öğrendikleri bilgilerle hem de.

  • Durdu. Ne söyleyeceğini anlamıştım. Ben hariç, dedim. Hiçbir şey söylemedi.

Doğa intikamını aldı, öyle mi, diye sordum. Bu olanları hâlâ aklım almıyordu aslında. Bunların nasıl yaşanmış olabileceğini düşünüyordum. Sizden evet, dedi öfkeyle. Anlamamıştım. Güneş batana kadar yürü, o zaman ne demek istediğimi anlayacaksın, dedi.

Düşüncelerimi okuyabiliyorsunuz, çok etkileyici.

İnsan olduğun nasıl da belli, herkesin öldüğünü söylüyorum, sen işin eğlencesindesin. Zaten kötülüklere dur diyebilseydiniz, üzülmeyi bilseydiniz başınıza bunlar gelmezdi. Sustum. Olayların gerçekliğine inanmadığım için söylediklerini ciddiye alamıyordum. Birden yer sarsılmaya başladı. Bir ağaç dalı üzerime doğru eğildi, kaçmak istedim, sağ bacağımdan yakaladı beni. Çığlık atıyor, çırpınıyordum ama ondan kurtulamıyordum.

Bu bir rüya değil!

Kulaklarım sızlamıştı. Tamam, tamam, dedim acıyla. Beni yere fırlattı. Sağ omzumdan bir ses geldi. Çıtırtı. Ayağa kalktım ve koşmaya başladım. Güneş batana kadar durma, dedi bir ağaç, sessizce. Onu dinledim, açlıkla ve susuzlukla mücadele etmek zordu benim için ama yapabileceğim başka bir şey yoktu. Koştum, yürüdüm, gücüm tükenene kadar durmamak için uğraştım. Ağaçların azalmaya başladığı yerlere ulaşınca insan sesi duymayı özlediğimi hissettim. Annemin sesini en son ne zaman duyduğumu bile hatırlamıyordum. Sahile ulaşmama az kalmıştı, robotları görünce ağaçlardan uzaklaşmak istemedim. Güneşin son ışıkları onların üzerine vuruyor, gözlerimi rahatsız ediyordu. Bir kenarda büyük bir yığın vardı, nelerden oluştuğunu anlamamıştım. Berbat bir koku vardı. Oradan aldıkları şey her neyse, küçük bir kutuya sıkıştırıp başka bir yere götürüyorlardı. Denizi gördüğüm andan beri içimde deli gibi bir istek canlanmıştı, oraya doğru koşmak, suya kavuşmak ve bu rüyadan uyanacağım ana kadar yüzmek istiyordum.

Koştum, yürüdüm, gücüm tükenene kadar durmamak için uğraştım.
Koştum, yürüdüm, gücüm tükenene kadar durmamak için uğraştım.

Neler oluyor, dedim. Ağaçlardan biri beni duyup cevap vermeliydi. Düşündüğüm gibi olmadı. İnsan görünümlü metal yığınlarından biri bulunduğum tarafa doğru yönelince birkaç adım geri çekilip ağacın dallarının arasına saklandım. Yapraklarına dokundum usulca. Lütfen neler olduğunu anlat...

Biz insanlara küsüz, dedi, dallarını havaya kaldırdı. Başka bir ağacın yanına koştum, gücüm tükeniyordu.

Ölen insanların bir gün dirileceğini öğrenen robotlar, bütün mezarları boşalttılar. Öldürdükleri herkesi buraya getirdiler. Kendi oluşturdukları bir düzenekle tüm ölüleri uzaya fırlatmaya başladılar. Dünyayı insanlardan tamamen temizlemek için seçtikleri bir yoldu bu. Olayların bu hale geleceğini tahmin edememiştik, bu tavırları bizleri de korkutmaya başladı. Büyüklerimizle yaptıkları iş birliğini unutup bize zarar verebilirlerdi. Siz oksijene muhtaç olduğunuz halde neler yaptınız bize, oysa onların böyle bir beklentileri de yok bizden. Bu durumda onlardan korkmamamız mümkün mü?

Değildi tabii! Onlar için üzülmüştüm. Dünyadaki tek insan olduğuma göre, tüm sevdiklerim ölmüş olmalıydı. Sevdiklerim... Yeniden o yığına bakınca midem bulandı. Peki ben buna engel olmak için ne yapabilirim, hayatta kaldığıma göre bunun bir anlamı olmalıydı.

Sen insansın, onlara gücün yeter mi, dedi bir ses. Üzgündü.

Yeter!

  • Bu sesi ilk kez duyuyordum. Ayağının kenarına denk gelen otlar şifalıdır, onları yersen kendini güçlü hissedersin, dedi.
  • Sen insanları seviyor musun, dedim şaşkınlıkla. Bizi düşünüyordu, inanamamıştım.

Annenin duası seni koruyor, dedi hüzünle.

Ama abim...

O da yaşıyor, çok uzakta... Bu olacakları önceden hisseden on bir annenin bütün çocukları hayatta ve şu an seninle aynı şeyi yaşıyorlar. Sizi sevmesek bile dengeleri değiştirebilmek için yardımınıza ihtiyacımız var. Bütün ağaç dostlarımla bu konuda hemfikiriz.

Bahsettiği otları koparıp çiğnemeye başladım. Yuttuktan kısa bir süre sonra bedenimde ağrıya dair hiçbir şey kalmamıştı. Rahatlamıştım, gözlerim kapanacakken bir dal koluma sürtündü. Ne oldu, dedim yavaşça. Şimdi mücadele zamanı, kalk ve bize yardım et, dedi. Yeniden robotlara baktım. Onları nasıl yenebilirdim ki?

Canlı olan tek yer gözleri, hepsi son robotlardan birinin enerjisini kullanıyor, onu bulup -ki bu en kolayı- gözlerine ok atmalısın. Yine istemsizce gülmeye başladım. Tepegöz hikâyesinde miyiz? Hem bir gözüne ok attım diyelim, diğerine nasıl atabilirim ki, tepki göstermez mi? Robotun canlı bir yerinin olma ihtimali var mıydı, yoksa bu ağaçlar beni mi kandırıyordu, hiçbir şey anlamıyordum.

Siz insanlar!

Öfkeli bir ağaç daha.

Ay ışığında bütün robotlar köşelerine çekilir, o hariç, o anda onu biz yakalayacağız, sen de oklarını atacaksın.

Kafamı salladım. Siz neden dallarınızı onların gözüne sokmuyorsunuz o zaman, neden bizden yardım istiyorsunuz, diye sordum.

İnsanlar, diye bağırdı yeniden. Öldürmek size mahsus!

Okları nereden bulacağımı soracaktım, vazgeçtim. Güneş tamamen batınca yüz elli üç adım ilerle, robotlar insanlardan kalan tüm silahları, okları bir mahzende saklıyorlar. Şifre yok. Kapağı kaldırıp yirmi dokuz adım aşağı in, göreceksin. Onların bu bilgilere nasıl sahip olabildiklerini merak ediyordum ama sessiz kalmayı seçtim. Merakımı anlamışlardır, buna rağmen hiçbir şey anlatmadılar. Bekledik. Nasıl olacağını, neler yaşayacağımızı tahmin etmeye çalışıyordum, dalmışım. Ben olayların sonuna karar veremeden gerçekler çıktı gün yüzüne.

Denizi gördüğüm andan beri içimde deli gibi bir istek canlanmıştı, oraya doğru koşmak, suya kavuşmak ve bu rüyadan uyanacağım ana kadar yüzmek istiyordum.
Denizi gördüğüm andan beri içimde deli gibi bir istek canlanmıştı, oraya doğru koşmak, suya kavuşmak ve bu rüyadan uyanacağım ana kadar yüzmek istiyordum.

Bütün robotları dallarıyla sarıp havaya kaldırdılar. Koşarak tarif ettikleri yere gittim, yedi ok ve yayı alıp çıktım. Gözlerine ok atmam gereken robot yerde, dallar tarafından sarılmıştı. Havadaki robotlara bakınca gülesim geldi. İlk iki ok boşa gitse de sonraki oku bir göze isabet ettirebilmiştim. Beşinci ok da diğer göze ulaştı... Ağaçlar tuttukları robotları gelişi güzel bir şekilde fırlattılar. Sevinçle olduğum yerde zıpladım ve bu aşamadan sonra ne yapmam gerektiğini söylemeleri için ağaçlara doğru koştum.

İstediğinizi yaptım, şimdi bana abimin yerini söyleyin!

Söylemediler.

  • Saatlerce dil döktüm ama tek bir kelime bile duymadım onlardan. Konuşmayacaklarını anlayınca koşmaya başladım. Ölülerden, işlevi kalmayan robotlardan, ağaçlardan uzaklaşabilmek için günlerce, gecelerce koştum, koştum, koştum...

*

Son: Dünyanın merkezine aynı anda ulaştılar. Önce bir arada yaşayabileceklerini sandılar, bunu unuttuklarından habersiz... Otuz yedinci günün sonunda hepsi öldü. Cinayetler, intiharlar... Bunları yazacak bir gazete yoktu, üçüncü sayfa haberi olmaktan böylece kurtuldular.

İhtimal vermediğimiz bir son: Hakkında bir inceleme yazısı yazacağı kitabı okurken uyuyakalmıştır kızımız. O esnada abisi yapay zeka ve robotlar hakkında bir belgesel seyrediyordur. Kitabın adı: Dede Korkut Kitabı.

Yazarın kafasındaki son: Yazarımız sonlara inanmaz. Ona göre, on üçüncü kişi de gözlerini kapattığında en gerçek hikaye okunmaya/yaşanmaya başlamıştır.

Ve bir ses: Sur.

Üflenmiştir.

Biz aynı dergide değil miyiz Arda? Bana paspasla şair öldürttünüz! (A.E.)