Dijital Devrim edebiyatımızı nasıl etkiledi?

 Zamanın hep kötüye gittiği fikrine katılmıyorum.
Zamanın hep kötüye gittiği fikrine katılmıyorum.

Dosya konumuz kapsamında iki de sorumuz var. Geleneksel medyadan yeni medyaya geçiş sürecini bizzat ilk elden tecrübe eden öykücü, romancı, eleştirmen ve akademisyenlere sürece dair sorduk:

1

Dijital Devrim özelde sizin yazdıklarınızda ne gibi değişim ve dönüşümlere sebep oldu veya genel anlamda edebiyatımızı nasıl etkiledi? Yazıya dair gözlemleriniz nelerdir? Bu süreçte neler dikkatinizi çekiyor; sizi sevindiriyor ya da endişelendiriyor?

2

Bildiğiniz gibi Walter J. Ong sözlü kültürü ikiye ayırırken, yazının ortaya çıkışının düşünme biçimimizi değiştirdiğini ve yazının kullanılmaya başlamasından sonra oluşan sözlü kültürün ikincil sözlü kültür olarak adlandırılması gerektiğini söylemişti. Dijital devrimin düşünme biçimimizi etkilemesi konusunda neler söylemek istersiniz? Beynimiz bu sürece adapte olurken, biz farkında olmadan dijital kültür her şeyimizi etkilerken neleri kaybediyor ya da kazanıyoruz?

CEMAL ŞAKAR

1

Önce biçimi etkiledi. Biçimin edebiyatın doğası olduğunu düşünürsek, edebiyatı öz’den etkilediğini söyleyebiliriz. Kısaca kimi etkileri sıralayabiliriz: Anlatmanın yerini gösterme aldı; kimse uzun uzun tasvir yapmıyor/yapamıyor; imgeyle gösterip kaçıyor. Çünkü sözel değil, görsel düşünür hale geldik. Word kullanıyor olmak tipografiyi etkiledi; daktiloyla mümkün olmayan şeyler Word’le mümkün hale geldi ve yazarlar bunları bir imkan olarak kullandı. İnternetin sunduğu hazır bilgi, bilgiyi edinme biçimimizi değiştirdi. Örneğin Bir Tip ya da Kanyon’da adlı öykülerimi internet olmasa yazamazdım. O kadar marka, diyet tarifi, menü çeşitleri…

Bunları bildiğim yoktu. Hatta mekan olarak Kanyon’u da bilmem. Sevinmek ya da endişelenmeye gerek yok; her kuşak kendi imtihanını veriyor. Zamanın hep kötüye gittiği fikrine katılmıyorum. Gençlerin bazılarında tahkiye giderek öne çıkmaya başladı. İştahla tahkiye ediyorlar. Bizim kuşakta kısaltmak, azaltmak, en az sözcüğe düşürmek esasken; şimdi çoğaltma, yeniden, bir daha, bir de bu şekilde tahkiye etme öne çıkmaya başladı. Üzerinde ciddi olarak düşünülmeli. Gerçeklikten kaçış mı ya da günümüz gerçekliğini, yaslandıkları geleneksel hikayelerle mezcedip insanlık tarihi boyunca hep aynı acının yaşandığını göstermek mi…?

2

Gerçeklerden kaçıp romantik bir melankoliye, romantik bir nostaljiye kapılıp ‘neleri de kaybediyoruz’ diye hayıflanmak bana göre değil. Her zaman bulunduğumuz zemini bir gerçeklik olarak kabul edip oradan konuşmak gerektiğine inanıyorum. Modernlik acayip devingen bir yapı; kendini yıkıp yeniden kuruyor. Ong’un çok yerinde olan tespitleri bile ne kadar geride kaldı. Artık sözlü-yazılı kültür ayrımını unuttuk bile. Hatta sizin dijital devrim dediğiniz olgunun üzerinden bile yarım yüzyıl geçti. Şimdi hakikat-sonrasındayız değil mi? Yeni dönemin belirleyici momentinin ‘yazılım’ olduğunu düşünüyorum.

Hani bir ara ‘makinelerin boyunduruğuna giren insanlık’, diye distopyalar üretilirdi. Şimdi yazılım, sanki bir kader gibi hayatımızı belirliyor, giderek yazılım’a boyun eğiyoruz. Bilginin birincil kaynağı yazılım oldu, dolayısıyla yeni epistemoloji de buna göre kuruluyor. Bir adım daha ileri gidelim, yeni çağın metafiziği yazılım olacak. Onun külli ilkeleri bizi ve tabii ki hayatımızı değiştirecek, değiştiriyor da. Örneğin cep telefonları, iletişim biçimimizi; Word, yazma biçimimizi belirliyor. Yeni hayat formları üretiyoruz ve tabii ki yepyeni bir dil; dedemizin, nenemizin hiçbir zaman anlayamayacakları bir dil. Şimdi bize düşen, evrensel olan Hakikati bu yeni dille, yeni formlarla ifade etmek.

GÜRAY SÜNGÜ

1

Dijital devrim diye bir şey mi oldu? Bir değişim yaşandığı açık ama böyle bir devrim olduğunu düşünmüyorum. Devrim diyebilmemiz için matbu kitabın bile ortadan kalkması gerekirdi. Kalem ile yazanlar vardı, daktilo ile yazanlar geldi, klavye ile yazanlar var şimdi. Elbette görsellik son derece ön planda. Ama dijital devrim olsa idi misal öykülerin (zaten hep cihazlardan okunurdu) içinde, romanların arasında videolar, müzikler filan yer alırdı. Bunlar şu an deneysel edebiyat kategorisinde ve yaygın değil. Akıllı telefonların insanları esir almış olması, ya da sosyal medya kullanımı, bunlar algıda bir değişikliğe sebep oluyor elbet, ama bunun insanın eşyayla kurduğu ilişki nevinden bir değişim olduğu açık. Yani uçakla yolculuk yaygınlaşınca zaman kavramımız bir nebze değişti.

Ama bir nebze değişti. Zira hala oturup kelimeler ile yazıyoruz. Dijital devrim gerçekleştiğinde kelimenin harflerle ifade edilmesi yerini ses ve görüntüye bırakacaktır. Bu da olabilir. Bunda korkulacak bir şey yok. Yazı, araçtır. Görüntü, ses de araçtır. Kalem, daktilo, klavye, sesi kelimeye dönüştüren bir cihaz, düşünceyi holograma dönüştürecek makina, bunlar hep araçtır. Bu araçlar, hikâyeyi ortadan kaldırır mı? Yüz yıl öncesiyle şu anı kıyasladığımızda, teknoloji vs açısından, çoktan kaldırmış olması gerekirdi. Ama kaldırmıyor. Hikâye hep olacak. Ama bu devrim, kendisi bizim eşyayla ilişkimizi anlam ile ilişkimizi biçim ile ilişkimizi yani algımızı düşüncemizi değiştirirse ki, değiştirir, hep de değişmekteyiz bu açıdan, o zaman ne olur. O zaman da bir şey olmaz. Hikâye yine ve hep olur, ama hikâyemiz ve onu anlatma biçimimiz değişir. Bu da şimdiye dek hiç sabit kalmadı zaten.

2

Hep verilen bir örnek, dünya değişti ve sanatçılar da bu değişimden nasibini aldı ya, biz şimdi bir kapıyı Balzac gibi on sayfa boyunca anlatmıyoruz. İyi de Balzac ya da biz zaten bir kapıyı anlatmak için roman yazmıyoruz ki. Kapı, anlatmak istediğimiz hikâyeyi oluşturan parçalardan bir kırıntı. Görüntü hafızamız, zaman algımız değişse de, biz yine aşktan, ayrılıktan, yalnızlıktan bahsedeceğiz. Aynı hikâyeyi, farklı biçimde anlatacağız. Dijital bir sese âşık olmanın hikâyesi olan Her adlı film, nihayetinde yalnızlığın filmi. Dijital dünyanın bizi esir almasının filan değil. Özde olan aşk ve yalnızlık. Ne kadar değişirsek değişelim, bizim bir fıtratımız var. Ne zaman ki bir devrim gerçekleşir, insan sevmez, merhamet etmez, âşık olmaz olur, o zaman sanat, edebiyat, kurmaca, yani hikâye biter. Ama o asla olmayacak. Her zaman bir çiçek gördüğünde içi titreyen birisi olacak. Hiç çiçek kalmadığında derseniz ise, ekolojik denge filan gibi şeyler var ya, çiçek kalmadığında zaten insanlık ölmüş olacak. Yani denklemim şu galiba; arı olduğu müddetçe çiçek, çiçek olduğu müddetçe aşk, aşk olduğu müddetçe hikâye hep var olacak.

MURAT GÜLSOY

1

1990lı yıllarda, internet yeni yeni yaygınlaşırken kimi yazarlar bu konuda büyük bir heyecan duydular –ki ben de onlardan biriydim. Heyecanın nedeni haksız değildi: İnternet matbaa gibi müthiş bir devrimdi. Yazının icadıyla düşünceyi kaydetmek mümkün hale gelmişti; matbaa ise ucuza çoğaltma imkanı sunuyordu. Dolayısıyla sadece “ciddi” düşünceleri kaydetmenin ötesinde popüler hikayenin çoğaltılmasının önü açıldı. Hatta bu sayede yeni bir tür roman doğdu. İnternet ise hem kaydetmeye, hem çoğaltmaya hem de anında ulaştırmaya yarıyordu ve daha önce hiçbir baskı teknolojisinde olmayan bir avantaja sahipti, okur metinle etkileşime girebiliyordu. Bu gelişmelere bakarak internet ile birlikte yaşanan devrim de kendi türünü doğuracağı beklentisi oluştu.

Hypertext denilen, internetin imkanlarını kullanarak (dallanarak genişleyen metinler, metindeki etkin alanların –ki bunlar kelime, cümle ya da resim olabiliyordu- tıklanmasıyla başka bölümlere sıçrayarak ilerleyen metinler) yazılmaya başlandı. Ben de tasarımcı arkadaşım Sercan Şengün’le bu tür deneysel işler epeyce yaptım. Yeni bir mecra olduğu için heyecan vericiydi. Ama işin doğası gereği kolektif bir çaba gerektiriyordu. Tasarım için programlama bilgisine sahip olmak gerekliydi. Sonuç olarak dünyada 1995-2000 arasında yükselen bu dalga daha sonra sönümlendi, beklenilen ölçüde bir tür yaratmadı. Türkiye’de de bu tür çabalar çok cılızdı zaten, çok ciddi yol almadı. Ama bence her mecra kendi türünü bir şekilde yaratıyor. İnternet ortamında da ileride programlamanın kolaylaşacağını var sayıyorum ve bu çabaların geri döneceğini düşünüyorum. Şu anda bilgisayar oyunları başlığı altında gelişen interaktif hikayelerin geleceğin dijital edebiyatı olacağını hayal etmemek için bir neden yok.

2

Durmadan öğreniyoruz, uyum sağlamakla kalmıyor yeni mecraların imkanlarını zihinsel araçlara dönüştürüp içselleştiriyoruz. Örneğin bazen hayatı bir roman gibi yaşıyoruz, zaman zaman bazı anları sinema sahneleri gibi deneyimliyoruz, akıllı telefonumuzdaki uygulamalarla konuşuyoruz… Etkileniyoruz ve ben bu etkilerin zenginleştirici olduğunu düşünüyorum. Burada beni iki durum çok tedirgin ediyor: birincisi içeriğin güvenilmezliği ve saldırganlığı. İkincisi de hız. Bu ikisi bir araya geldiğinde başa çıkılması çok zor bir psikolojik ve ideolojik baskı altına giriyoruz. Hızla zihnimizin içinden akıp giden “timeline” çoğu zaman yalan, yanlış, manipülatif, saçma, kışkırtıcı, ayrımcı, nefret suçu içeren bilgilerle dolup taşıyor. Yaşadığımız ülkeye, dünyaya, insanlara dair bakışımız bu kirli bilgi akışı içinde değişiyor, bozuluyor. Hatta bu konuda ilginç bir örnek de var. Sosyal medyaya salınan bir robot program ortamda yazılanlardan öğrenerek kendini geliştirmek için programlanmıştı.

Kısa süre içinde korkunç nefret suçları işleyen bir kişiliğe dönüştü. Çünkü sosyal medyadaki gerçek, sanal ya da bot hesapların birçoğu kimi çıkar çevrelerinin amaçları doğrultusunda yayın yapıyor. Linç bu zamanın en çok korkulan olaylarından biri artık. Her an herkesi hedefleyebilir. Kendimizi, ruh sağlığımız için bu ayrıştırılmamış bilgi akışından korumamız gerekiyor. Tabii bu biraz da teknolojik gelişmenin hızına henüz ayak uyduramamış olmamızdan kaynaklanıyor. Örneğin bu satırları yazdığım sıralarda Amerika’yı çok büyük kasırgalar vuruyor ve oradaki afetle mücadele edenlerin sorunlarından biri de sosyal medyada paylaşılan sahte kasırga haber, fotoğraf ve videolarının yarattığı yanıltıcı bilgiler. Bir yandan da bunların doğruluğunu kontrol etmekle zaman harcıyorlar. Bu zararlı etkilerden kurtulmak için gerekli mekanizmalar elbette kurulacak, sadece biraz zamana ihtiyacımız var.

ETHEM BARAN

1

Dijital devrim yazdıklarımı etkiledi mi bilmiyorum ama yazma biçimimi etkiledi elbette. Doksanlı yıllardan beri bilgisayar kullanıyorum. Bilgisayar hayatımızı hızlandırdı hızlandırmasına da yazarken hıza ihtiyacımız yok. Bir yere yetişmiyoruz. Yazı emek ve sabır ister. Dijital ortamın karakterine uygun olarak düşünmeyi, araştırmayı ve ifade etmeyi aceleye getirenlerin sayısı artmaya başladı. Gerçek edebiyat dünyasının hemen yanı başında sanal bir edebiyat oluştu. Burada kastettiğim şey internet ortamında yayınlanan nitelikli yazıların toplandığı sayfalar değil, daha çok gençlerin yazıp yayınladığı ve hiçbir denetimden, süzgeçten geçmeyen, buna rağmen kendi içinde hatırı sayılır takipçi sayısına ulaşan, böyle olduğu için de bu gençleri artık yazar oldukları, okumaya ihtiyaçlarının olmadığı düşüncesine kaptıran siteler.

2

Artık bir e-kitap okuyucuya sahibim, hem de uzun zamandır. Bu, kitaplara olan tutkumu, düşkünlüğümü etkilemedi. Yine kitap alıyorum, üstüne, bir de aynı kitapları e-kitap olarak da edinip saklıyorum. Yanımda binlerce kitapla dolaşmak hoşuma gidiyor. Dijital devrim düşünce biçimimizi etkilerken insanı kaybediyoruz gibi geliyor bana. Yeni yazılan kurmaca metinlere baktığımızda insana ilişkin, insan ruhuna ve yaşadığımız, yaşamak zorunda olduğumuz hayata dair şeylerin azaldığını görüyoruz. Gelecek hayat farklı olacak, evet, ama insan ne olacak, insanın iç dünyasını ne yapacağız? Sadece gelecekte yaşanacak olayları, farklı dünyalarda yaşanacak serüvenleri hayal etmek ve yazıya aktarmak, birtakım akıl oyunlarıyla yeni metinler oluştururken insanın duygusunu, iç dünyasının açık ve gizli yönlerini ihmal etmek edebiyata zarar verecektir. Gelecekte basılı kitap belki ortadan kalkacak ama edebiyat eserleri insanı, hayatı anlamaya, anlamlandırmaya devam edecektir.

METE ÇAMDERELİ

1

Dijitalleşme baştan ayağa yeni meşguliyetler yumağı olarak geldi hayatıma, akıllı uygulamalar, internet sayfaları ve sosyal ağlar vaktimi çok almasın diye uğraşıyorum, başarılı olduğum pek söylenemez. Hiçbir şey olmadıysa bile zaman yönetiminin üstesinden gelemediğimi itiraf etmeliyim. Dijital mecra ve araçlar, ne kadar tasarruf edilmiş vaktim varsa ona göz dikmiş bekliyor gibi geliyor bana ve genellikle de o vakti çalıveriyor. Edebiyatı nasıl etkiledi bilmiyorum ama edebiyat ortamını flulaştırdı. Edebiyat ortamının salt kendine özgü ve salt kendi bilgisi dahilindeki mahrem davranış kalıplarını biraz silkeledi sanırım.

Yazarlar kendilerini farklı bir beğeni ikliminde buldular, kimileri sanal iklimin beğenilerine talip oldular. Sanal ortamın eleştiri ve/veya tartışmaları geleneksel edebiyatın edebini dönüştürdü. Hangi araçtaysanız aracın dayatmalarına katlanacaksınız ya da aracın isterleri doğrultusunda kendinizi var edeceksiniz. Dijitalleşmeyi, düşünme biçimini dönüştürmesinden zamanı oburcasına tüketmesine dek tüm olumsuzluklarına rağmen, doğru kullanıcı ve kendine geleneksel mecrada yer bulamamış yetenekler için bir imkan olarak düşünüyorum.

2

Dijital kültürlenme her şeyimizi dönüştürüyor. Kağıt ile temasımızı dönüştürüyor örneğin. Artık ekranlardan okumaya alışırken bir yandan da kağıt kokusu, kağıda dokunma, sayfa çevirme gibi okuyucu hazlarını hatırlamaya çalışıyoruz. Elimize kalem aldığımızda kelimeleri doğru yazmakta zorlanıyor, harfleri dizerken yerlerini karıştırıyoruz. Klavyeyle düşünmeye ve ekranla bakışmaya alışan yazarlar mürekkepten daktiloya oradan da klavyeye ve dokunsal ekrana geçerken sanırım en çok yaşanılan sıkıntı aracın hızı arttıkça o hıza ayak uyduramamaktır. Ayak uydurmayı başarmışsanız da yazı keyfiniz en az mürekkepli kalemin verdiği haz kadar olacaktır, hem de daha hızlandığınızı itiraf etmeden. Bu açıdan bakıldığında kazanımlar kayıplardan fazla görülüyor.

Önceleri, yazmak isteyenin araçsal engelleri vardıysa şimdi daha fazla üretim yapılabildiğinden söz edebiliriz. Yazılara gerekli dikkati göstermek de gerekmiyor çünkü her an geri dönülebilir, her an yeniden kurgulanabilir ve her an yeniden yeniden silinebilir, harfler kelimeler satırlar, istenen renk ve biçimde defalarca tasarlanabilir. Kolaylıkla yapılan silme ve yeniden tasarım işlemi, kağıt üzerine yazının sınırlı imkanlarına kıyasla büyük bir deneme-yanılma imkanıdır, sayısız kez vazgeçme ve sayısız kez yeniden oluşturma imkanıdır. Bu devasa imkan kağıda yazma dönemindeki dikkati bugün için gereksizleştirir, dikkati azaltır, zihni tembelleştirir, belleğimizi zayıflatır. Nasılsa bizim yerimize düşünen, bizim yerimize dikkat eden, bizim yerimize aklında tutan dijital bir refikimiz var.

ERTAN ÖRGEN

1

Her şey daha plastik oluyor, ilk gördüğüm bu. Ama önünde durulabilecek bir rüzgar değil. Buna karşı çıkmak anlamsız. Elbette bizim yazdıklarımız da bundan etkiler taşıyor. Daha tüketime dayalı bir okuma ve yazma ortaya çıkıyor. Ancak kabul edelim ki yeni zamanlar kendisini bununla ifade edecek. Önemli olan insani vasattaki paylaşımın bizzat kendisi. Sözle de yazıyla da dijitalle de paylaşsak bu insanlık adasını yitirmemeliyiz. Edebiyatımızı internet üzerinden açıkça etkiliyor ve şu an itibarıyla yetersizlikle malül. Ancak olgunlaşıp esasa ulaşacağını tahmin ediyorum. Korkutucu bir ironi aymazlığı içinde sahicilikten uzak sahte adların veya sanal kimliklerin dolaşıma girmesi, wattpadin yaygınlaşması şu an gördüğüm endişe verici gelişmelerdir.

Örneğin şu ana kadar 375 milyondan fazla hikâye yayınlanmış bu platformda. Öte yandan okur-yazar ve dokunur duruma gelmenin (tabii tablet ve telefonu kastediyorum) kaçınılmaz bir yanı var. Ayrıca yayın piyasası bu pazarı şimdilik bir gösterge kabul ederek yetersiz birçok yayını yazılı olarak da dolaşıma sokuyor. Olumlu tarafı ise şu olsa gerek: Paylaşım hızlanıyor, etkileşim hızlanıyor ve tavır hızlanıyor. Bu hızın edebiyatı sarsmasının faydalı olacağı kanaatindeyim. Çok kendisine dönük ve arayışsız metinlerden bu hıza bağlı yeni denemelerin çıkacağını ümit ediyorum.

2

Öncelikle sözlü kültürü ya da yazılı kültürü kaybetmiyoruz, dönüşüyor ve dönüştürüyoruz. Sözün ikinci tarafında ise sahteliğin arttığı belli. Hesap verilmesi gerekmeyen bir yığın yanlış ve gereksiz sözü herkese ulaştırabiliyorsunuz. Mahsus kelimesinin inadına yapmak anlamı vardır ya. Bunu mahsustan yapanlar kadar bilmeden yapanlar da olabiliyor. Bilginin ucuzlaması ya da sakatlanması manasında itiraz etmemiz gerek. Kazandığımız ise çok. Her şeye ulaşabiliyor ve okuyabiliyorsunuz. Şununla tamamlayalım: Zamanın tam bu noktasındayız.

NECİP TOSUN

1

Günden güne büyüyen, gelişen dijital ortam, gazeteciliği, televizyonculuğu ve tüm basılı medyayı etkiliyor, yeniden şekillenmeleri için onları zorluyor. Daha şimdiden hız, zaman, erişim kolaylığı ve ucuzluğu ile basılı medyaya göre büyük bir üstünlük sağlamış durumda. Özellikle Facebook ve Twitter gibi sosyal paylaşım siteleriyle birlikte bilgisayar mekânı insanlara çok fonksiyonlu yepyeni bir dünya sunuyor. Eğer gelecekte hayat buradan nefes alacak, burası hayatın önemli bir ortamı olacaksa elbette gelecek de burada şekillenecek demektir. Bu nedenlerle internet kullanıcılarının sayısının artmasıyla, dijital gerçekleri, bu yepyeni dünyayı iyi okuyamayan, değerlendiremeyen kişilerin, ortamların, faaliyetlerin önemli ölçüde “dışarıda” kalacaklarını söyleyebiliriz. Bu devrimden her şey gibi edebiyat da etkileniyor, yazarlar, yayınevleri, dergiler bir şekilde bu dünyada var olmaya, yer kapmaya çalışıyorlar. Ne var ki dijital ortam yazarları, yayınevlerini, edebiyatı kendi kurallarıyla, kendi diliyle ve kendi “düzeyiyle” karşılıyor. Dolayısıyla bu siber âlemde kendisine yer açmak, var olmak isteyen her yazar, dergi, yayınevi ya bu kurallara anlayış göstermek ya da buradan ayrılmak zorunda kalıyor.

2

Dijital ortam benim yazdıklarımda değişim ve dönüşüme neden olmadı. Belki yazarlık tutumumla ilgili bazı değişiklere neden oldu o kadar. Edebiyatçılar, bir okur kitlesi oluşturmak, onları tanımak, yönlendirmek ve kendini, eserlerini tanıtmak için bu mecrada yer almaya başladılar. Bu mecrada okurla yazar arasında iletişim doğrudan, aracısız gerçekleşmekte, mekân ve zaman birlikteliği sağlanmış olmaktadır. Diğer taraftan yanlış anlaşılmaları birinci elden düzeltmekte, bilgi vermektedir. Yazar buradan geniş kitlelere ulaşmakta, ilgileri yönlendirmektedir. Bunları basit, zahmetsiz ve anlık olarak gerçekleştirebilmektedir. Yazar, kitabını anında okurlarına aracısız tanıtabilmekte, görüşlerini iletebilmektedir. Ne var ki her ortam, teknolojik imkân sonuçta kendi biçimini, ahlakını, anlayışını bu ortamda bulunanlara, bu imkânı kullananlara dayatır. Yazar eserlerini geniş kitlelere tanıtırken, burada bulunmanın olumsuz yanlarından da etkilenir. Dijital devrimin düşünce biçimimizi olumlu bir şekilde etkilediğini sanıyorum. Artık bilgiye daha kolay ulaşıyor, zaman kaybetmiyoruz. Diğer yandan iletişim kolaylığı zihni sürekli açık ve zinde tutuyor.

HANDAN ACAR YILDIZ

1

“Devrim” kavramının “devirmek”le mi yoksa “devrilmek”le mi daha fazla ilişkili olduğu konusunda tarih henüz kesin bir kanıya varamadı. Ünlü olmayan bir Türk düşünürü der ki; “Devrim diye bir şey yoktur. Şartların olgunlaşması ve oluşması vardır.” “Devrim” kelimesinin altındaki çakıl taşlarını çıkarıp kumla doldurduktan sonra sorunuza geçebiliriz. Sorunuzda ikincil sözlü kültür olarak yazıya gönderme var. Aslında önce şuradan başlamak lazım. Yazı, icat edildi mi yoksa hep var mıydı? Yazı, sonradan bulunan bir simge miydi? Evrim teorisine göre yazı, kesinlikle bir icattır ve olgunlaşması için gelişim süreci gerekir. Bu gelişim süreci de mağara resimlerine dayandırılır. Buradan bakacak olursak dijital devrim tarihsel anlamda insanın daire çizerek tekrar o mağara resimleriyle iletişim kurduğu döneme geri dönmesidir.

Mağara resimleriyle iletişim kurmaya çalışan insan ile tablet ekranından iletişim kurmaya çalışan insan aslında aynıdır. Bu iki insan tipini yan yana hayal ettiğinizde birbirlerine çok benzediklerini fark edersiniz. İkisi de görüntüye ve gördüğünü zihninde kodlamaya odaklıdır. Dijital devrim, yazının yerine görüntü ve sesi koydu. Bu yer değiştirme o kadar belirginleşti ki gazete şeklinde çıkmayan edebiyat dergileri gözden düştü adeta. Neredeyse okunmaz hale geldi. Görsel ve haberdar etmeye odaklı “alternatif” edebiyat dergileri çıktı piyasaya. Bunları eleştiri anlamında söylemiyorum. Gözlem anlamında söylüyorum. Çünkü sürekli dünyanın akıbetinden endişe eden insan profili de fazla yenilmiş tulumba tatlısı gibi içimizi baymaya başladı. Öte yandan, evrimden ayrı tutulduğunda, tevhit inancına göre ilk insan bir peygamberdi.

Cennet’ten inmiş ve bir peygamber olan ilk insanın yazının varlığından haberdar olmaması mümkün mü? Hz. Adem kendisine indirilen ayetleri yazmadan mı sakladı? Cennet’te yazının olmamasına ihtimal var mı? Tüm kalbimle inanıyorum ki Cennet varsa yazı da vardır. Peki Cennet’i gören Âdem’in yazının varlığından haberdar olmaması konusunu nasıl yorumlayacağız? Mümkün değilse yazı nasıl keşfedilmiş bir şey oluyor? Diyelim ki yazı hep vardı. O zaman, sonraki çağlarda bulunan ve gözümüze sokulan mağara resimlerini kim yaptı? İnsanoğlunun dijital kültüre hayranlığı bu kadar mı eski? Belki de mağara resimlerinden yazıya giden bir süreç yerine yazıdan mağara resimlerine giden bir süreç söz konusu. Bu arada evrim ve devrim kelimeleri de aralarında paslaşmaya başladılar. Her nasıl olursa olsun, ister evrim teorisi ister tevhit inancı insanın vardığı dijital devrim noktası, yani görüntü ve sesten algı kodları oluşturmaya çalışması, onun algısal şeklinin başlangıca dönmesi demek.

2

Bu sürecin beni nasıl etkilediği konusu, benim karar verebileceğim bir konu değil. Bunu yazdıklarıma dışarıdan bakan kişiler ya da sonraki kuşaklar karar verecektir. Endişelenme konusuna gelince… Ancak, başladığı yere dönen bir insan kadar endişeliyim.