Edebiyat ve firar: Bir diğer farmakon

Deleuze, hem modern felsefeye ve egemen diline hem de yaşamın dayanılmaz tecrübelerine karşı edebiyatı bir sığınak olarak görmez.
Deleuze, hem modern felsefeye ve egemen diline hem de yaşamın dayanılmaz tecrübelerine karşı edebiyatı bir sığınak olarak görmez.

Deleuze, hem modern felsefeye ve egemen diline hem de yaşamın dayanılmaz tecrübelerine karşı edebiyatı bir sığınak olarak görmez. Aksine edebiyat, her daim baskısı altında olduğumuz bu egemen dilin hapisanesinden firar ederek, kendine bir kaçış yolu çizmektir.

Gelecekte önemli olan nekahet devresidir (involuer): bu ne gerilemektir, ne ilerlemektir. Oluş, gittikçe daha basit daha kanaatkâr, daha çöl biçiminde olmak ve o sayede dopdolu olmaktır. Anlatılması güç olan da işte budur: nereye kadar nekahet devresinde olmak, bu tabiî ki gelişmenin tersidir; ama aynı zamanda gerilemenin de, çocukluğa dönüşün de, ilkel bir dünyaya dönmenin de tersidir. Nekahet devresinde olmak, gittikçe daha kanaatkâr, daha basit, daha tutumlu adımlar atmaktır. Claire Parnet, “Diyalog Nedir, Neye Yarar,” Diyaloglar

I. Giriş

Gençlik yıllarında yakalandığı solunum rahatsızlığını ölümüne kadar yanında taşıyan Gilles Deleuze, hayattayken yayımlanan son çalışması Kritik ve Klinik’te daha önce yazmış olduğu edebiyat eleştirilerini ve kitap yazılarını biraraya getirip yeniden gözden geçirir ve “Edebiyat ve Yaşam” başlıklı bir giriş bölümüyle kitabın ana omurgasını oluşturur. İroniktir ki yaşamına son verdiği ana dek yazı yazmakta bile güçlük çekecek kadar hastalıktan muzdarip olan Fransız filozof, son kitabında edebiyatın bir sağlık olduğu iddiasındadır (Deleuze, 8).

Deleuze, hem modern felsefeye ve egemen diline hem de yaşamın dayanılmaz tecrübelerine karşı edebiyatı bir sığınak olarak görmez.
Deleuze, hem modern felsefeye ve egemen diline hem de yaşamın dayanılmaz tecrübelerine karşı edebiyatı bir sığınak olarak görmez.

Yalnız acele etmemekte fayda var: Deleuze, hem modern felsefeye ve egemen diline hem de yaşamın dayanılmaz tecrübelerine karşı edebiyatı bir sığınak olarak görmez. Aksine edebiyat, her daim baskısı altında olduğumuz bu egemen dilin hapisanesinden firar ederek, kendine bir kaçış yolu (a line of flight) çizmektir (Deleuze & Guattari, 2015: 92). Lakin Deleuze de farkındadır ki, bu oldukça çetrefilli karar, delilik ve veliliğin arasındaki şeffaf çizgide yürümenin kararıdır.

Bir başka ifadeyle, yazarın hayatını riske attığı bu firar, kişiyi dört duvar arasından kurtarıp yeni bir hayata kavuşturduğu gibi acı ve ızdırap dolu bir sonun da habercisidir (dark precursor). Bir tarafta yaşam, yine aynı tarafta ölüm. Yazarın, kendi dilinin hapishanesinden edeceği mevzubahis firar, Deleuze’ün yazara sunduğu ilaç, yani farmakondur. Sunulan ilacı almak, yani yazmak ise, hem sıhhat ve nekahet hem de teslimiyet, feragat ve acı çekmektir.1

II. Kaçış Planı: Minör Edebiyat

Deleuze, Félix Guattari ile birlikte yazdığı Mille Plateaux ve Kafka çalışmalarında minör bir dilin oluşumundan bahseder.

Deleuze, Félix Guattari ile birlikte yazdığı Mille Plateaux ve Kafka çalışmalarında minör bir dilin oluşumundan bahseder. Terimin müzikteki majör-minör ayrımına da gönderme yapmasıyla birlikte asıl fonksiyonu politiktir: Bir azınlık düşüncesi, azınlık dili ve azınlık edebiyatı oluşturmaktır Deleuze ve Guattari’nin kaçış planı. Bu düşünce, iktidar mekanizmasına, hegemonik yapılara, homojenleşmeye, bürokrasinin diline, kısacası modernliğin her türlü tektipleştirici ve baskıcı unsuruna karşı bir direniştir.

Bu minvalde Deleuze ve Guattari’nin azınlık düşüncesi, Lyotard’ın üstanlatılarıyla, Fanon’un kolonyalizme karşı çalışmalarıyla ya da Annales Tarih Okulu’nun mikrotarih projeleriyle paralel gayeye sahiptir. Bu gaye, elbetteki majör olanı, modernliğin baskı unsurlarını, yapıları ya da dilini bütünüyle yok etmek, ondan kurtulmak değildir. Majör dili aşmak (Überwindung) yerine, bu dilin doğasını, yapılarını bozarak (Verwindung) yeni oluşumlara, yeni düşünme biçimlerine hayat vermektir. Bu yüzden azınlık düşüncesi, iktidarın tümden reddini önermez; aksine iktidarla birlikte var olduğuna dikkat çeker: Zira minör dil kendiliğinden var olamadığı gibi ancak majör dilin evrilip çevrilmesinden beslenebilir (Deleuze & Guattari, 1987: 105).

Kısacası majör ve minör, yani iktidarın ve azınlığın dili iki ayrı dil yapısı değil aynı dilin farklı şekilde kullanımından ibarettir. Bu kullanımlardan ilki dilsel araçları sınırlayarak genelin kontrolünü elinde tutmaya çalışırken, ikincisi bu araçların dengesini bozarak dile ve buna bağlı olarak da yaşama nefes aldırır.

Buradan yola çıkarak minör edebiyatın tanımına geçebiliriz. Minör edebiyat ya da azınlık edebiyatı, ilk anlamıyla gözüktüğü gibi bir azınlığın yazıp çizdiği edebiyat değildir. Azınlıklara, iktidar tarafından baskı gören insanlara dair bir literatür de değildir. Minör edebiyat, baskın dilin sınırları zorlanarak ortaya çıkarılan ve sürekli bir oluşum süreci içerisinde dilin yersizyurtsuzlaşması (deterritorialization),2 eğilip bükülerek dilin içerisinde yepyeni bir dil oluşturulmasıdır. Güzel kitaplar yabancı bir dilde yazılmış gibidir, der Proust. Hakikaten de Kafka artık Goethe’nin Almancasını konuşturmaz metinlerinde. Ya da Beckett ve hatta Nabokov, bambaşka bir İngilizce yaratır. Calvino İtalyan masallarını yeni bir dille anlatırken, Queneau ve Perec Fransız dilinden birçok yeni dil çıkartır. Benzer şekilde Nuri Pakdil’in dili Öztürkçenin yavanlığını, resmiyetini iğdiş ederken, Sema Kaygusuz iktidarın diline direnir.

Mevcut tablodan minör edebiyatın üç temel özelliğini görürüz (Deleuze & Guattari, 2015: 18): Evvelen, bu yazarlar içinde bulundukları majör dilde yazar ve bu dilin hegemonyasına direnerek dengesini bozarak kendi dillerini yersizyurtsuzlaştırırlar. Saniyen, azınlık bir edebiyat oluşturmak her zaman otoriteye karşı politik bir eylemdir: Kafka’nın bürokrasiye direnişi, Perec’in savaşa dair hicvi, Nuri Pakdil’in “kara siyasa”sı. Ve salisen, minör edebiyat mevcut dilin hapishanevi yapısından firar ederek yeni imkanlar doğrultusunda dilde yeni düzenlemeler kurar. Lakin bu düzenlemelerin öznesi artık modern birey ya da modern yazar değil, edebiyatçının ilmik ilmik ördüğü bir azınlığın ta kendisidir. Bu yüzden minör edebiyat yazarı, bir azınlığın usta kalemi ya da tartışmasız üstadı değil, kurmakta olduğu azınlığın ortak sesidir.

III. Firar: Ben ve Hayat ve Ölüm

Minör edebiyat yazarı, kendi dilinin hapishanesinden kaçacak planını yapmıştır artık. Modernliğin, bürokrasinin, gücün dilini çarpıtarak yarattığı yeni (yani, tanıdık ama yabancı) bir dilde konuşması bu katlanılması güç organizmayı afallatacaktır. Ancak kaçış planında her yol mübah değil. Örneğin bu yeni dil, gücün dilini sahiplenemez ya da güçlü bir edebiyat oluşturma gayretinde olamaz; ki başka minör eserler de ortaya çıkabilsin. Sesi cılızdır ya da hiç çıkmamaktadır; dilin sessizliğindeki yeğinliği dinler. Dahası dilde yeni sabiteler, tümeller ya da daha iyi bir ifadeyle dilin bedeninde yeni omurgalar kurma peşinde de değildir; ki böylelikle merkezî bir organizmaya sahip olmayan bir bedenin yapılmaz denen neleri başarabileceğini gösterebilsin. Ve son olarak bu yeni dil, başkalarıyla karşılaşarak, ötekinin ne söylediğine kulak vererek Ben’in ya da Ego’nun kibrini eritir.

Böylelikle yazar, aslında sonu gelmez bir kaçış planı çizer. Zira çizdiği yol, bir yandan altında ezildiği baskın dilden, iktidar ve modernlikten kurtulmayı ve iyileşmeyi vaat ederken, öte yandan da bu kaçışın bedendeki hastalığa tam anlamıyla bir tedavi sağlamayacağını, bu yüzden uzun sürecek bir nekahet dönemine kanaat getirilmesi gerektiğini salık verir (Deleuze & Parnet, 20, 48).

Bu yüzden yazarın firarı, hayatını bağışlayabileceği gibi kendisini uzun süren bir ölüme de götürebilmektedir. Gogol’u, Melville’i, Kafka’yı, Beckett’i, Perec’i, Borges ve Calvino’yu yaşama bağlayan aynı çizgi Woolf’u, Zweig’ı, Plath’i, Sadık Hidayet’i, Metin Kaçan’ı ve nihayetinde Deleuze’ü intihara sürüklemiştir. Şurası açıktır ki, yol uzun, çetrefilli ve hilelerle doludur. Lakin ancak kanaatkâr, basit ve tutumlu adımlar yazarı yolda tutacak, ayrık otları ancak bu kanaatkârlığa teslimiyeti sayesinde taşların arasından fışkıracaktır.

  • 1 Bu sebeple halihazırdaki yazı, Post Öykü’nün 6. sayısında (Eylül-Ekim 2015) yayınlanan “Edebiyat ve Nekahet” başlıklı yazımın bir devamı olarak okunabilir.
  • 2 Burada Ali Akay’ın Diyaloglar’ın çevirisine yazdığı önsözde neden “yersizyurtsuzlaşma”yı tercih ettigi açıklamasını referans alıyorum.
  • Referanslar
  • Deleuze, Gilles. Kritik ve Klinik. Çev. İnci Uysal. İstanbul: Norgunk Yayıncılık, 2013.
  • Deleuze & Parnet, Claire. Diyaloglar. Çev. Ali Akay. İstanbul: Bağlam Yayıncılık, 1990.
  • Deleuze & Guattari, Félix. A Thousand Plateaus: Capitalism and Schizophrenia. Çev. Brian Massumi. Minneapolis: University of Minnesota Press, 1987.
  • Deleuze & Guattari, Kafka: Minör Bir Edebiyat İçin. Çev. Işık Ergüden. İstanbul: Dedalus Kitap, 2015.