Gölgesiz Matiz’deki cambazlık

Bülent Ayyıldız kitabında da fantastiğin imkânlarından başarılı bir şekilde yararlanıyor.
Bülent Ayyıldız kitabında da fantastiğin imkânlarından başarılı bir şekilde yararlanıyor.

Yazarın ilk romanı Hiçbir Şey Göründüğü Gibi Değil de yine İthaki’den çıkmış ve Kayıp Rıhtım internet sitesinin okur anketlerinde yılın en iyi yerli fantastik romanı seçilmişti. Yazar bu kitabında da fantastiğin imkânlarından başarılı bir şekilde yararlanıyor. Yalnızca fantastik de değil; geleneksel anlatıdan, postmodernizmden, bilim kurgudan da yararlanıyor ve güzel bir öykü seçkisi sunuyor bizlere.

Neil Gaiman, kendisinden bir halk kütüphanesinin çocuk kitapları bölümünün duvarına yazılacak bir alıntı istendiğinde, şu cevabı vermiş:

Kütüphane duvarına bir şeyler yazacak olsaydım, bu bir alıntı olmazdı sanırım. İnsanlara öykülerin gücünü, varoluş nedenlerini hatırlatırdım. Bir öykü anlatan herkesin duymak isteyeceği dört kelimeyi koyardım. Ona yaptığı şeyin işe yaradığını, sayfaların çevrileceğini gösteren kelimeleri: ...peki sonra ne olmuş?

Anlatılan ya da yazılan bir hikayenin en temel ihtiyacı, alıcısının zihninde canlanacak bu sorudur. İçindeki mesajlar, hikmet, hakikat, metafor, alegori... barındırdığı her şeyi 0 ile kodlayabiliriz. “Peki sonra ne olmuş?” sorusu ise, başlarına gelecek 1’e tekabül eder. Hikayeyi dinleyen ya da okuyan kişi, hikayenin devamını merak etmediği sürece 0’la kodladığımız önemli meseleler etkisiz kalır. İyi bir hikaye anlatıldığı takdirdeyse, bu önemli meselelerin her biri hikayenin gücünü 10’la çarpar. Bunları neden anlattım, çünkü Bülent Ayyıldız’ın ikinci öykü kitabı Gölgesiz Matiz, mart ayında İthaki Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı.

Bülent Ayyıldız'ın Gölgesiz Matiz kitabı İthaki yayınlarından çıktı.
Bülent Ayyıldız'ın Gölgesiz Matiz kitabı İthaki yayınlarından çıktı.

Yazarın ilk romanı Hiçbir Şey Göründüğü Gibi Değil de yine İthaki’den çıkmış ve Kayıp Rıhtım internet sitesinin okur anketlerinde yılın en iyi yerli fantastik romanı seçilmişti. Yazar bu kitabında da fantastiğin imkânlarından başarılı bir şekilde yararlanıyor. Yalnızca fantastik de değil; geleneksel anlatıdan, postmodernizmden, bilim kurgudan da yararlanıyor ve güzel bir öykü seçkisi sunuyor bizlere. Belki de en önemlisi, sık sık “peki sonra ne olmuş?” diye sorduruyor. Bülent Ayyıldız öykücülüğüne dair söylenebilecek çok fazla şey var. Bunun en temel sebebi, sürekli farklı şeyler deniyor olması. Evet, deneysellik. Yine de tüm marifetlerinin yanısıra, Bülent Ayyıldız bir üslup cambazı. Cambaz kelimesinin burada doğru anlaşılması önemli: TDK, cambaz kelimesini “Yerde ve tel, at, bisiklet, ip vb. üzerinde dengeye dayanan, tehlikeli, heyecan verici gösteriler yapan kimse, akrobat” şeklinde tanımlıyor. Şimdi bunları madde madde ele alalım.

Yerde ve tel, at, bisiklet, ip vb. üzerinde

Daima değişen zemin, kitabın içindekiler kısmına baktığımızda dahi ilk dikkat çeken şey. “Kozmosta Dımdızlak” ve “El Mağrib” başlıkları, oldukça farklı şeyler canlandırıyor okurun zihninde. Bu çok normal çünkü oldukça farklı öykülerle karşı karşıyayız. Her öyküde bambaşka dünyalarla, bambaşka karakterlerle tanışıyoruz.

Tanıştığımız karakterlerin her biri farklı diller konuşuyorlar. “Gölgesiz Matiz”deki anlatıcı, bölgeye yeni gelen bir adamı tanıtmak için, “Herifçioğlu bir gün bir yerlerden damlayıverdi mahallemize. Kir, pas, toz içinde beje bulanmış kâgir evlerin, rulman bilyelerini meyve kasalarına monte edip oynayan çocukların, planya makinelerinin zırıltısının, kavurucu sıcağa eklenen oksijen kaynağı cızırtılarının ortasına neden gelmek istesin böyle bir bitirim merak etmiştik.” gibi cümleler kurar. Diğer taraftan “Hayal-i Zıl” öyküsünün anlatıcısı yine bölgeye yeni gelen bir adam için

Şehrin garp yakasında kırmızı serpuşlu, kırçıl sakallı, ince bıyıklı bir adam belirdi. Ayağındaki iskarpinlere bakılırsa buralı değildi

diyerek başlıyor hikayesine. İki öyküde de bölgeye yeni gelen kişiler anlatılıyor fakat iki öykünün dili oldukça farklı. Bunun sebebi, Ayyıldız’ın, kullandığı dili, değişen zemine başarılı bir şekilde uydurması.

Dengeye dayanan, tehlikeli, heyecan verici gösteriler

Önce dengeden başlayalım. Neyin dengesi? Zemine uygun dilin ve Bülent Ayyıldız’ın kendine has üslubunun dengesi. Anlatıcının ve yazarın uyumu.

  • Öyküler tekdüze bir dille yazılmamış, her öykünün kendi dili var fakat hepsinin ortak noktaları da var. Bu ortak noktalar, yazarın kendi üslubunu ortaya çıkarıyor. İkisi arasındaki denge başarıyla kurulmuş. Her öykünün farklı anlatıcılar tarafından anlatıldığı fark ediliyor fakat hepsinin aynı yazarın kaleminden çıktığı da açık.

Bu denge kurulamasaydı, birbirinin aynısı anlatıcılarla ya da sesi olmayan bir yazarla karşılaşabilirdi okur. İşin tehlikeli ve heyecan verici kısmı da bununla iç içe, tıpkı cambazlıkta olduğu gibi. Her öyküde farklı bir dil kullanılması, hem okur açısından hem yazar açısından tehlikeli ve heyecan verici. Alışılmış, başarıyla kurulmuş bir dünyayı bırakıp yepyeni bir dünyayı, o yeni dünyanın yeni diliyle görmenin heyecanı. Bunu yapmak, yazar için de heyecan verici olduğu gibi tehlikeli.

Yani, zaten iyi anlatabildiği bir hikayenin yerine, farklı bir hikaye anlatmak elbette zordur ve işin içine daha önce yapabildiği kadar iyi yapamama tehlikesi girer. Keza okur da bir öyküyü okuyup, öykünün yarattığı dünyaya girip, o dünyayı ve o dünyanın dilini benimsedikten sonra farklı bir dil kullanımıyla karşılaştığında afallayabilir ve beğenmeyebilir. Bu deneyin de sonuçları en azından benim için olumlu oldu ve ben tüm öyküleri heyecanımı kaybetmeden okudum. Resimli öyküler de deneysel sayılan bir mesele olduğu için, resimli öykü deneyinin de başarılı olduğunu söylemek isterim. Yazıyla anlatılabilecek şeylerin öyküye resimle girmesine pek yakın olmasam da, “Bimilyonkafa” öyküsündeki resim kullanımı gayet yerinde ve başarılıydı. Gölgesiz Matiz’in iyi bir akrobat olduğunu, “Bimilyonkafa” ayracınınsa çok tatlı olduğunu düşünüyorum.