Sihirbazları yakala!

Kral Dingane’nin parolasının bugün hala geçerli olmadığını kim söyleyebilir ki; sihirbazları yakala!
Kral Dingane’nin parolasının bugün hala geçerli olmadığını kim söyleyebilir ki; sihirbazları yakala!

Tugela Nehri’nin, sulak arazilerin ve büyük bir toprak parçasının verilmesi şartıyla, bir anlamda Kral Dingane ve kabilesinin hayatı bağışlanmıştı. Kutlama, işgalcilere hoş geldin diye bağıran bir seremoniyi andırıyordu, davullara çıplak elleriyle vuran genç zulu savaşçılarının yüzü ateşle aydınlanıp, geceyle gölgeleniyordu.

Zulu kralı Dingane, renkli püsküller, kutsal pagan taşları ve vahşi hayvan derileriyle süslenmiş ahşap tahtında gözlerini ufka dikmiş bir şekilde gururla oturuyordu. Gökyüzünde bir kasvet vardı sanki. Yıldızlar ışıldıyor, bulutlar sancılanıyordu. Görkemli ahşap tahtın hemen arkasında tek sıra halinde bekleyen devasa cüsseli kral muhafızları haricinde, meydanda bulunan herkes eğlencenin akışına kapılmıştı. Sağ elindeki mızrağı ağır bir ritimle yere vuruyordu kral. Dudakları belli belirsiz kıpırdarken, tertip ettirdiği kutlama merasimi büyük bir coşkuyla devam ediyordu.

  • Herkesin yüzünde, bu geceye özel resmedilmiş totem dövmeleriyle birlikte tek şerit halinde çizilmiş koyu kırmızı boyalar vardı. Savaş tam-tamları çalmasa da, düşmana karşı hazırlanır gibi boyanmıştı herkes.

Ama bu gece tam-tamlar barışın ruhu için uğulduyordu gökyüzünde. İlerleyen saatlerde, ateşbazlar, mızrak dansçıları ve davulcularla birlikte kutlama, bir ayine dönüşmüştü neredeyse. Kral uzaktan soğukkanlı bir ifadeyle izliyordu eğlenceyi. Coşkun bir sessizlikle içten içe çağlıyordu sanki.

Zulu kralı Dingane, renkli püsküller, kutsal pagan taşları ve vahşi hayvan derileriyle süslenmiş ahşap tahtında gözlerini ufka dikmiş bir şekilde gururla oturuyordu.
Zulu kralı Dingane, renkli püsküller, kutsal pagan taşları ve vahşi hayvan derileriyle süslenmiş ahşap tahtında gözlerini ufka dikmiş bir şekilde gururla oturuyordu.

Efsanevi Zulu kralı Shaka’nın ölümü üzerine tahta geçen Dingane’nin, sömürgeci Hollandalı yerleşimcilerle anlaşmasının şerefine tertip ettirdiği bu barış kutlamasında, Boers (Voortrekker) olarak bilinen Hollandalı işgalcilerin lideri Piet Retitef ve kurmay kadrosu da bulunuyordu. Evet, onur konukları olarak. Tugela Nehri’nin, sulak arazilerin ve büyük bir toprak parçasının verilmesi şartıyla, bir anlamda Kral Dingane ve kabilesinin hayatı bağışlanmıştı.

Kutlama, işgalcilere hoş geldin diye bağıran bir seremoniyi andırıyordu, davullara çıplak elleriyle vuran genç zulu savaşçılarının yüzü ateşle aydınlanıp, geceyle gölgeleniyordu. Kralın sağ elindeki mızrağın ritmi biraz daha hızlanmıştı. Eğlence; kızarmış et kokusu, zulu kadınlarının kıvrak dansı ve onur konukları için yapılan yumruk dövüşüyle başka bir hal almıştı. Kadehler ardı sıra dolup boşalırken, Retitef ve arkadaşları barutun tahakkümüyle boyun eğdirdikleri kabilelere bir yenisini daha eklemenin verdiği sarhoşlukla aynı şarkıyı söyleyemeye devam edeceklerdi; Kölelik gecesi, yıldızlar bizim, barutun gazabı, vahşiler mağlup! Kölelik gecesi, zafer barutun, hemen her şey, hatta tanrıları bile korkuyor bizden!

Retitef ve arkadaşları barutun tahakkümüyle boyun eğdirdikleri kabilelere bir yenisini daha eklemenin verdiği sarhoşlukla aynı şarkıyı söyleyemeye devam edeceklerdi
Retitef ve arkadaşları barutun tahakkümüyle boyun eğdirdikleri kabilelere bir yenisini daha eklemenin verdiği sarhoşlukla aynı şarkıyı söyleyemeye devam edeceklerdi

Önce birkaç yağmur damlası düştü merasimin ortasına. Sağ elindeki mızrağı yere fırlatarak ayağa kalkan kral, Hollandalı işgalcilerin oturduğu yere doğru bakarak “Bambani abathakathi!” (sihirbazları yakala!) diye bağırdı birden. Ses geceyi yırttı. Şenlik durdu, davullar sustu ve dansçılar olduğu yerde kalakaldı o anda. Bir rüzgâr geldi sonra, kölelik gecesini aydınlatan o kızıl ateşi söndürdü. Tahtın arkasında tek sıra halinde bekleyen muhafızlar kralın komutunun gökyüzünde yankılamasıyla hızlıca yerlerinden ayrılarak, Retitef ve arkadaşlarının yanına gittiler. İşgalciler eğlencenin bir parçası sandılar ilk önce bunu, kölenin efendisine yaptığı bir cilve. Kahkahalarla gülerek muhafızlara eşlik ettiler. Sonra hepsi tutuklanarak bir tepeye götürüldü ve sorgusuzca oracıkta idam edildiler. Kahkahalar yerini çığlıklara bırakmıştı. Kral tahtına oturdu, mızrağını eline aldı, ateş harlandı ve müzik yeniden başladı.

Kral Dingane’nin parolasının bugün hala geçerli olmadığını kim söyleyebilir ki; sihirbazları yakala!

Bir Hatıra Olarak; Biber Kızartmasının Arkeolojisi

Ferdi Tayfur’un ‘’Hatıran Yeter’’ ismindeki o şaheseri. Bu şarkının içindeki asıl sır nedir diye düşündüğüm gecelerin sonu -tuhaf bir şekilde- bizatihi şarkının kendisine/varlığına bağlanmıştır. Evet her seferinde böyle. Galiba en çok da ‘’bilinmez neleri getirir zaman?’’ kısmına. Malum, arabesk dinlemeyenlerin bile kulakları aşinadır Hatıran Yeter’e.

  • Böyle hafiften bir TSM esintisi ve koyu arabesk tondan ayrışmış havasıyla büyük kırgınlık’ı resmeder sanki. Ebedi meselemiz; kırgınlık. Bu şarkının, sahibinin sesinden başka seslere misafir olma rekoru kırmasının gerekçeleri de yine şarkının bizzat kendisiyle (kırgınlık hali) ilgilidir.

Seyid’e söylemiştim aslında, çıkarma şu şarkıyı filmden diye. Şarkıdan mülhem, hatıralarımızın çoğu zaman bize yetmesi, gerekli düzenlemeleri itinayla yapmamızla ilgili biraz da. Kendimiz’e benzetiyoruz anımsadıklarımızı, o an için makbul olan neyse ona doğru benzetiyoruz.

Geçmiş, hatıra, anı ve mazinin bugün’ün meselesi olmasını, eskide kalanı, bugünden (yeni) bakarak görme ihtiyacıyla birlikte okuyabiliriz. Sözgelimi Rashomon (1950) filminde aslında tek bir hikâye vardır ama anlatıcı değişince hikâye de değişir. İnsan ihtiyacı kadar hatırlar çünkü. Ama Kurosawa’nın gerçek hikâye nedir, sorusuna; “sanırım kesin olan tek şey, birinin ormanda öldüğü” cevabını vermesi mühim. Ya da mahkeme anlatısındaki yargıcın aslında izleyiciler olması... Proust’un bir yetişkinken yediği leziz kurabiyenin tadıyla birlikte gözünde canlanan o koskoca mazinin anlamı, biz ona gitmeden bize gelen hatıraların gerçekliği bahsini de içerir. Hiç tanımadığım bir sokaktan geçerken burnuma gelen o biber kızartması kokusunun, saniyeler içinde bütün bir çocukluğumun hikayesini özetleyen canlı, güçlü, hareketli bir imgeye dönüşmesini sağlayan duygu, hatıramın çağırmadan gelmesinden mütevellittir. Çağrılmayan saftır, çağırılansa ihtiyaç. Delilden suçluya gitmek gibi, makbul. Ama suçludan delile gitmeye çalıştığınız anda, bu düpedüz suçlunun kurgusuna dönüşecektir. Kurabiye ya da biber kızartması, her doğru hayatın en az bir delili vardır. Bilinmez neleri getirir zaman.

Rubicon’u Geçmek!

Sınırları, varlığı ve coğrafi konumu belirsiz bir nehir Rubicon. Hakkında kayıp ilanı bile verilebilir hatta, yatağı yüzlerce yıldır sürekli değişiyor çünkü, sınırları ve etki alanı da elbette. İtalya içlerinden tarihin akışına doğru iki bin yıldır çağlayan Rubicon’u geçmenin çok ağır bir bedeli vardı eskiden.

Değişmez kuraldır; Galya’ya giden, mutlaka Rubicon’a döner.
Değişmez kuraldır; Galya’ya giden, mutlaka Rubicon’a döner.

Milattan önce 49’da mesela. Eğer bir general askerleriyle birlikte Rubicon’u geçerse bu geri döndürülemez bir meydan okumanın başladığı anlamına gelirdi. Roma’yı Roma’dan koruyan Rubicon, hem coğrafi hem de siyasi ufuk çizgisi olarak, Jül Sezar’ın bedelini ödemeye çoktan hazır olduğu tarihi bir sınırdı. Sezar sınırı aştı ve imparator oldu. Bu aynı zamanda Brütüs’üne kavuşmasını sağlayacak yolun da adıydı. Bazen sınırı aşmadan imparator olamazsın, burası doğru. Ama şu; Brütüs’ünü sezmeden imparator kalamazsın. Değişmez kuraldır; Galya’ya giden, mutlaka Rubicon’a döner.

Öyleyse hepimize bir Rubicon lazım, Rubicon’un kendisine de.