25 Saatlik maçın galibi

25 Saatlik maçın galibi

Ailesi onun okumasını istiyordu. Aslında o da okumak istiyordu ama okuldakikitapları değil; ilk 11 listesini, hocalarının maç öncesi tahtaya yazdığı taktikleri,tribünlerdeki pankartları, skor tabelalarını, ertesi günün spor haberlerini ve golattıktan sonra elektronik skorboarda yansıyan kendi adını: Burhan Eşer!

Adam kadının yüzüne baktı. Kadınsa yazmasından sarkan bir perçem saçını eliyle yerine koyup, yazmasını düzeltti. Ardından avucunda sıkmaktan kullanılmaz hale gelen peçetesini, doğuştan yüzünde taşıdığı mahcup bir ifade ile hırkasının cebine atıp, ellerini karnında birleştirdi. Adam hala kadına, karısına, 7 çocuğunun annesine bakıyordu. Kadın kafasını sol tarafa çevirdi aniden. Biraz sonra kalkacak otobüse binmeden, her vatandaş gibi ‘ne olur ne olmaz’ tuvaletine giden oğlu geliyordu. Adam da kadının oraya baktığını görünce yüzünü oğlundan tarafa çevirdi. Gözlerini içi güldü ikisinin de. Ne de olsa 7 çocuk içinde ilk defa üniversite okuyacak olan oydu. Müstakbel üniversiteli önce annesinin, ardından babasının elini öptü. Muavinin ‘İstanbul yolcusu kalmasın’ bağırışıyla ön kapıya doğru yöneldiler. Anne son kez oğluna baktı, “Xode rıyate xeyr ke… berxik... çavreşamın...” dedi ve gözündeki yaşa engel olamadı.

Otogarlar, bir hüzün maçının ilk düdüğünün çaldığı yerdir. İki şehir arası bir müsabakadır yolculuk. Kazanan; ya gidenin mutluluğu ya da kalanın hüznünün ağırlığıdır. İlk golü, otobüsünün kapı kapanma sesi kulaklarında, camdan kendi siluetinin içinde gördüğün annen, baban, kardeşlerin ya da sevgiline son bakışında yersin. Ondan sonra kaleni nasıl savunacağın sana kalmış. Bir de yaklaşık 25 saat birlikte olacağın muavine… İşte o üniversiteli gencin ve diğer 30 küsur yolcunun 25 saat boyunca birlikte olacağı muavinin hikâyesi bizim asıl meselemiz. Şu an içinde bulunduğumuz Diyarbakır- İstanbul otobüsünün 17 yaşındaki muavinin adı Burhan. Bu uzun boylu, siyah gür saçlı ama zayıf ve çelimsiz genç adam, tüm yolcuların en az bir kere oturmayı hayal ettiği o ‘muavin koltuğunda’ oturup yolu izlerken büyük hayaller kuruyordu. Önünde giden yol otobüsü belki Esenler’e çıkaracaktı ama hayaller trafik tabelalarını dikkate almaz; o her seferinde köprüden ya Beşiktaş’a sapıyor, ya dümdüz gidiyor ya da bazen köprüye bile girmiyordu. Ya Dolmabahçe’ye, ya Mecidiyeköy’e ya da Kadıköy’e düşüyordu, düş yolu. Bir keresinde, hayal kurmak en garanti intihar yoludur demiştim. Siz bana aldırmayın; hayal kurmak reenkarnasyonun ta kendisidir!

Genç muavinin hayalleri her seferinde bir futbol sahasına çıkıyordu. Diyarbakır- İstanbul otobüsünün 17 yaşındaki Diyarbakırlı muavini, aynı zamanda amatör bir takımda da futbol oynuyordu çünkü. Gerçi bundan annesinin ve babasının haberi yoktu ama onun hayalleri çoktan reşit olmuştu bile. Ailesi onun okumasını istiyordu. Aslında o da okumak istiyordu ama okuldaki kitapları değil; ilk 11 listesini, hocalarının maç öncesi tahtaya yazdığı taktikleri, tribünlerdeki pankartları, skor tabelalarını, ertesi günün spor haberlerini ve gol attıktan sonra elektronik skorboarda yansıyan kendi adını: Burhan Eşer!

Diyarbakır’ın amatör takımı Yenişehir Belediye’de oynayan Burhan, iki sene boyunca hem otobüs muavinliği yaptı hem de ailesinden gizli yeşil olmasa da kahverengi toprak sahalarda top koşturdu. Ne zamanki şehrin en büyük takımı olan Diyarbakırspor’un antrenörleri gelip Eşer ailesinin kapısını çaldı; o zaman annesi de babası da ikna oldu oğullarının futbolcu olmasına. Zaten Burhan da çok değil, iki sene sonra Diyarbakırspor’un profesyonel futbolcusu olmayı başarmıştı. Ardından Gençlerbirliği, Eskişehirspor, Mersin İdman Yurdu, Sivasspor derken 10 yıl içinde Türkiye’nin en meşhur futbolcularından birisi haline geldi. Ama unutmadı o 25 saatlik otobüs yolculuklarını ve Yenişehir’i. Ne zaman ‘Ankara ve İzmir’le beraber en sevdiği’ şehir olan memleketi Diyarbakır’a gitse mutlaka ziyaret etti ilk kulübünü. Genç futbolculara, kendisi gibi hayallerinin peşinden koşarken erkenden yılmasınlar diye kaliteli toplar hediye etti. Maddi zorluk yaşadıkları zamanlarda hiç düşümeden elini cebine attı. Zaten onun için para kazanmanın amacı, ailesine ve memleketine faydalı olmaktı. Futbol sayesinde banka hesabına yatırılan bol sıfırlı ilk meblağ da orada çok uzun durmadı. “Bu hayatta insanın ailesini mutlu etmesinden daha güzel bir şey yoktur” diyen Burhan, o parayla anne ve babası otursun diye daha büyük, geniş, ferah, aydınlık bir ev aldı.

Kolay değildi hayallerde futbolcu, gerçeklerde muavin olmak. O toprakların her çocuğu gibi çok mücadele etmesi gerekiyordu. Bu mücadele onun sol gözüne bir hatıra bıraktı. Belki de o günleri bu sayede hiç unutmasın istedi Allah. O terden sırılsıklam olmuş forması ve sağa sola savrulan saçları ile sahadaki Burhan da, sıcak su dolu termosu sağa sola sıçratmadan karton bardağa doldurmaya çalışan muavin Burhan’ı unutmuyordu. Netice de Burhan’lar aynıydı; ikisinin de en sevdiği yemek yaprak sarmasıydı mesela. Ama etli olanı, Diyarbakır işi!

Otogarlarda ya birileri bir yere gider, ya da birilerinin bir yerden gelmesini bekler insanlar. Geleni almaya gidenler otobüs terminali der; gidenlerini yolcu edenler otogar. Gideceği yerden çok, kalacağı yer aklında kalan varsa, orada gitmemesi gereken birisi vardır ki onun için oranın adı yoktur. En kısa tabirle; hüzün durağıdır. Burhan Eşer, önünde 21 numara yazılı otobüs ile Diyarbakır’ı oradan oraya taşıdı. Şimdi o 21 numara sırtında. Yine taşıyor Diyarbakır’ı. Bu sefer daha kalabalık ama. Geride 30 küsur yolcu yok; 10 küsur yıllık bir hikâye var…

Bu arada, hani o Diyarbakır otogarından anasının gözyaşlarıyla otobüse bindirdiği üniversiteli çocuk vardı ya, okulu dört senede bitirdi. Sonra askere gitti, geldi. İstanbul’a bir kere ayak basan daha da geri dönmez derlerdi de inanmazdık. Doğruymuş. Bu aralar, bazı dergilere bazı öyküler yazıyormuş. Kendisiyle karşılaşmadım ama öyleymiş, kulağıma geliyor…