Banktaki ihtiyar

MEHMET ŞEKER
Abone Ol

Nasıl olduysa, göz göze geldik. Elim kendiliğinden kalktı, bir acemi asker selamı verdim işte. Çok güzel aldı selamı, çok içten. Herhâlde o da gergin oluyor, üzülüyor yanından geçen biri selam vermeden gidince. Onu orada yok sayınca…

5 EKİM

- Şu ileride bir kedi duruyor, görüyor musun?

- Evet.

- Dikkatli bak.

- Baktım. Kuyruğunu dikmiş, çok gergin. Ya bir şeyden ürkmüş yahut onun gibi bir şey işte. Belki köpek görmüştür.

- Kıpırdamadan duruyor.

- Öyle.

- Kedi değil o.

- Ya ne?

- İyi bak. Yaklaşıyoruz ve…

- Eee, sahi, niye hiç kıpırdamıyor?

- Kedi değil dedim ya. Bank o. Yol kenarındaki bir bank.

- Allah Allah… Tam da kedi gibi görünüyor.

- Bak şimdi. Biraz daha yürüyelim.

- Eveeet. Haklısın. Bank hakikaten.

- Şimdi ondan ilerideki aynı kedi gibi görünmeye başladı.

- Vay be. Nasıl böyle kedi gibi görünen bank yapmışlar ki?

- Öyle denk gelmiş olabilir. Ya şu ilerideki kedinin üstünde oturan adamı görüyor musun?

- İhtiyarı mı?

- Evet.

- Gördüm.

- Her akşam o bankta oturuyor.

- Niye burayı seçiyor ki?

- Bilmem. Belki evi yakındır.

Belki oradan gördüğü manzara hoşuna gidiyordur. Yahut karşı binalardan birinde bir zamanlar bir sevdiği oturmuştur. Ne bileyim, vardır bir hikâyesi.

- Bak geçenlerden bazıları ona selam veriyorlar.

- Bence karşı tarafa geçelim. Oradan yürüyelim.

- Niye?

- Ne bileyim, hoşlanmıyorum pek ondan. Büyücü gibi derin derin bakıyor.

Adı İbrahim’miş. O tarafta tanıyorlar ihtiyarı.

14 EKİM

- Son bir haftadır iş dönüşü senin ihtiyara daha bir dikkatli bakar oldum. Gerçekten dediğin gibi, Kızılderili büyücüsüne benziyor.

- E, dedim sana. Karşı taraftan yürü bence.

Bir şey daha var sinirime dokunan. O bankın olduğu yerde devamlı bir kanalizasyon kokusu var.

- Ben de fark ettim.

- Ayrıca tepesindeki ağaç dallarına konan kuşlar, etrafı hep pisletiyor. Adamın hiç aldırdığı yok. Yanında her zaman birkaç poşet oluyor. Ne taşıyorsa.

- Çöp varillerini karıştırıyordu geçenlerde.

- Öyle mi? Ben onu fark etmedim. Demek çöpten topladıklarını biriktiriyor torbalarda.

- Gelip geçenler yalnızca selam vermiyor, biliyor musun?

- Nasıl yani?

- Para verenleri de gördüm. Bizim Meral de görmüş.

- Hangi Meral?

- Bizim işyerinden. Onun evi tam karşı tarafta ya.

- Bilmiyordum. Ne görmüş?

- Para verenler, kıyafet verenler…

- Eee?

- Adı İbrahim’miş. O tarafta tanıyorlar ihtiyarı.

- Kimi kimsesi yok muymuş? Bilirler o zaman.

- Evli bir kızı varmış. Onlar da fakirmiş. İhtiyarın evi ayrıymış. Tek başınaymış.

- Yahu iyi tamam da çok fazla ilgilenme bence. Belki akli dengesi bile yerinde değildir.

- Yok canım. Çok ilgilendiğimden değil. Laf açılınca, Meral anlattı işte. Hem aklı başında görünüyor.

Ne güzel bir insandın sen Hacı anne
Cins

19 KASIM

- İyi akşamlar.

- İyi akşamlar, hoş geldin canım.

- Günün nasıl geçti?

- Her zamanki gibi. Senin?

- İyi. Benim de öyle.

- Sana bir şey söyleyeceğim ama kızma tamam mı?

- Nedir?

- Söz ver önce.

- Yahu ne bileyim? Ya kızacağım bir şeyse.

- Yok. Sayılmaz.

- Bak şimdi… Neyse söyle…

- O ihtiyara selam verdim bu akşam.

- Eee?

- Esi, iyi akşamlar dedim işte.

- Hani karşı kaldırımdan yürüyecektin? Hani ilgilenmeyecektin.

Elimi kaldırdım sadece yanından geçerken. “Aleykümselam” dedi, çok içten.

- Ne bileyim canım, işte anlatılanlardan sonra İbrahim Amca’ya karşı içimde bir acıma oluştu.

- Zaten kadınlar daha çok selam veriyor ona farkındaysan.

- Bizim merhametimiz yüksek.

- İhtiyaç fazlası merhametinizi tanımadığınız hırpani ihtiyarlar için mi ayırıyorsunuz?

- Öyle deme canım, insanlık hâli. Yarın kimin başına ne geleceği belli mi?

  • 25 ARALIK
  • - Oy oy oy… Bu ne kar böyle.
  • - Dur hemen girme. Üstünü başını iyice silkele. Kardan adama dönmüşsün.
  • - Tamam, merak etme.
  • - Ver elindekileri.
  • - Senin ihtiyar bankta yoktu bu akşam. Makamını terk etmiş.
  • - Bu karda nasıl orada otursun? Donar adamcağız.

26 ARALIK

- Sabah erken vakitte markete gittim. Sen uyurken, neler neler aldım.

- Ne bileyim canım, işte anlatılanlardan sonra İbrahim Amca’ya karşı içimde bir acıma oluştu.

- Neler aldın?

- Ohoo… Neler neler, maydanozlu köfteler… İki poşetle döndüm. Fakat asıl sürpriz ne biliyor musun?

- Ne?

- Bizim İbrahim Amca marketteydi.

- İyi, bir şeyler alıyor demek.

- Yok.

- Nasıl yok. Almıyor mu?

- Hava çok soğuk diye markettekiler çağırmış onu. Burada otur İbrahim Amca demişler.

- Allah Allah… İşe bak. Evi var ya bu adamın. Niye markette oturuyor?

- Evinde oturup ne yapsın adamcağız? İki insan görmek ister. Bütün gün, bütün gece evde olmaz ki.

- Sen de haklısın.

- Ağzında iki tane diş kalmış adamcağızın.

- Bir de ağzına mı baktın?

- Kasanın yanında otururken, onu tanıyanlar iyi akşamlar İbrahim Amca, diyorlar. O da gülerek cevap veriyor. Gülünce…

- Anladım. “Gülünce gözlerinin içi gülmüyor da, ağzındaki dişler görünüyor” diyorsun.

- Dalga geçme. Adamcağız iyi akşamlar derken bile zorlanıyor, “şev şev” ediyor.

- Yaşlılık işte.

- Bakalım biz nasıl olacağız o yaşa gelince.

Bir çay içersin dayı dedim. Elimi öpecek gibi davrandı, çok mahcup oldum, hemen çektim.

10 OCAK

- Bugün hava açtı ya, bizim ihtiyar makamına dönmüş yine.

- Gördüm.

- Keyfi yerinde.

- İlgi görmek iyi gelmiştir. Moral olmuştur. Hem biliyor musun, marketteyken birçok ahbabı oldu onun. Önceleri çekinen çocuklar bile şimdi gelip geçerken selam veriyor ona.

- Farkındayım. Bazıları İbrahim Dayı diyor, bazıları sadece Dayı diyor.

- Dede diyen de var.

- Biliyor musun, bugün ben de selam verdim ona.

- Sahi mi? Çok şaşırdım.

- Elimi kaldırdım sadece yanından geçerken. “Aleykümselam” dedi, çok içten.

- Yaa… Ne güzel. Ne iyi etmişsin.

- Çok hoşuma gitti, inanır mısın?

- Vay be. Canım benim. Sana da mı merhamet bulaştı.

  • - Yahu çok geriliyordum yanından geçerken. Derin derin bakıyor. Ona bakmıyormuş gibi, dümdüz yürümek, orada yokmuş gibi davranmak çok ağır gelmeye başladı bana.
  • - Ağırdır tabii.
  • - Nasıl olduysa, göz göze geldik. Elim kendiliğinden kalktı, bir acemi asker selamı verdim işte.
  • - Harikasın.
  • - Çok güzel aldı selamı, çok içten. Herhâlde o da gergin oluyor, üzülüyor yanından geçen biri selam vermeden gidince. Onu orada yok sayınca.
  • - Öyledir tabii.

14 OCAK

- Bugün bizim ihtiyara beş lira verdim biliyor musun?

- Sahi mi? Ne iyi etmişsin. Nasıl oldu?

- Bir çay içersin dayı dedim. Elimi öpecek gibi davrandı, çok mahcup oldum, hemen çektim.

- Eee?

- Allah razı olsun dedi.

- Ne güzel. Nereden nereye…

- Yahu, o söz ne güzelmiş. İnsanın içini ısıtıyor. İçimde bir çağlayan gürledi, gürül gürül aktı.

- Mutlu olmuşsun.

- Hem de nasıl.

Bugün hatırını sordum. Geçmiş olsun dedim. Bir de on lira tutuşturdum. Bir çorba içersin dedim.

21 OCAK

- Bugün de İbrahim Amca’ya rastlayamadım.

- Hastaymış.

- Yaa... Kim dedi?

- Meral’in komşuları hastaneye götürmüşler.

- Allah şifa versin. Neymiş hastalığı?

- Üşütmüş.

- E tabii… Olacağı buydu. O bankta her akşam vakti, yağmur çamur devamlı oturursan, böyle olur.

- Kızı gelmiş yanına. Yarın taburcu olacakmış.

- İyi. Şükür. Korktum ben de, adam gidici diye.

- Ben senin eski kabanı ona götürdüm biliyor musun?

Kuşları doyuranın gölgesinde
Cins

- Nasıl götürdün ki?

- Meral’e verdim. O komşusuna verecek. O da hastanede İbrahim Amcaya verecek.

- İyi etmişsin. Çok iyi etmişsin. Botlar da var giymediğim. Yepyeni duruyor. Olur ona.

- Tamam, onu da verelim.

27 OCAK

- İbrahim Amca’nın keyfi yerinde.

- İyileşmiş çok şükür.

- Kaban ve botlar çok yakışmış.

- Tekrar üşütmesin de… Bu sıra havalar soğuk.

İbrahim Amca beni uzaktan görünce güldü. İki dişini gösterdi. Elimi cebime attım, yirmi lira çıktı. Aslında önceden hazırlamıştım. Bir çorba içersin dedim.

- Bugün hatırını sordum. Geçmiş olsun dedim. Bir de on lira tutuşturdum. Bir çorba içersin dedim.

- Tebrik ederim.

- Yahu öyle güzel karşılıyor ki. Elimi kaptı, çekemedim. Sıkı sıkı tuttu.

10 ŞUBAT

- Hoş geldin.

- Hoş buldum canım. Sağ ol.

- Bugün keyiflisin.

- Ya, sorma. İbrahim Amca beni uzaktan görünce güldü. İki dişini gösterdi. Elimi cebime attım, yirmi lira çıktı. Aslında önceden hazırlamıştım. Bir çorba içersin dedim.

- Yine tuttu mu elini?

- Hem de nasıl. Hatırını sordum. Çok şükür dedi. Var olasın dedi.

- Artık her gördüğünde selam veriyorsun.

- Ne yapayım? Onun da çok hoşuna gidiyor, benim de. Hatta ben daha mutlu oluyorum. İşyerindeki sıkıntıları bile unutuyorum inanır mısın?

- Para da veriyorsun sık sık.

- Canım, üç beş kuruş işte. Ne olacak?

- Ben de bugün İbrahim Amca’ya iki çift çorap aldım. Dört çift almıştım, ikisi senin, ikisi onun.

- Ne iyi etmişsin.

- Çoraptan ziyade kendisiyle ilgilenilmesi hoş geliyor ona.

- Öyledir.

- Öyle.

18 MART

- Bugün İbrahim Amca’nın yanına oturdum.

- O kirli banka? Sen? Oturdun?

Bak ne diyeceğim… Bir akşam iftara çağırsak ya onu?

- Evet. Pek memnun oldu.

- Olur tabii. Herkes geçip gidiyor. Bir lira verip uzaklaşanlar var. Bir şeyler getirip verenler de yürüyüp gidiyor.

- Konuştuk biraz.

- Ne konuştunuz? Merak ettim.

- Aslında çok sayılmaz. Dedim İbrahim Amca, benim bir sıkıntım var. Benim için dua eder misin? Ederim tabii dedi. Cebine elli lira sokuşturdum. Fark etti, Allah razı olsun dedi.

- Gariplerin duası kabul olur.

- Bak ne diyeceğim… Bir akşam iftara çağırsak ya onu…

- Sahi mi? Bunu sen mi söylüyorsun?

- Bunu sen kabul mu ediyorsun?